وَكَذٰلِكَ حَقَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ عَلَى الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّهُمْ اَصْحَابُ النَّارِۢ
“Allah’ın âyetleri hakkında tartışmaya girişmek”ten maksat, yüce Allah’ın kelâmından olabildiğince doğru ve sağlıklı bir şekilde yararlanmak için bunların anlamını kavrama çabası içinde olmak, bu amaçla âyetlerin anlamları üzerine bilimsel tartışmalar yapmak değildir; zira bu, müslümanların başlıca görevlerinden olup İslâm tarihi boyunca da başta tefsir olmak üzere fıkıh, kelâm gibi ilimlerde bu tür tartışmalar geniş bir biçimde yapılmıştır. Âyetin eleştirdiği tutum, Mekke putperestlerinin, akıllarınca 2. âyette vurgulanan hakikati yani Kur’an’ın Allah katından indirildiği gerçeğini inkâr maksadıyla tartışmaya girişerek bu gerçekle mücadele etmeye, onu çürütmeye çalışmalarıydı. Bunlar çoğunlukla o günkü toplumun ekonomik ve sosyal statü bakımından ileri gelen kesimini oluşturdukları için Kur’an’ın hak, adalet, eşitlik, özgürlük gibi değerleri önde tutan öğretisi karşısında bu konumlarının sarsılacağından kaygı duyuyor, bu sebeple Allah’ın âyetlerini etkisiz kılma savaşı veriyorlardı. Onlar, bütün inkârcı ve zorba tutumlarına rağmen, belirtilen ekonomik ve sosyal konumları sayesinde çeşitli şehirlere daha çok ticaret amaçlı geziler yapabiliyor, geniş imkânlar elde edebiliyorlardı. Muhtemelen bu durumun müslümanlar üzerinde bir moral bozukluğuna ve ümitsizliğe yol açmasını önlemek üzere âyette, “Onların şehirden şehire rahat rahat dolaşabilmesi seni yanıltmasın” buyurulmuş; böylece yüce Allah’ın onlara bu imkânları vermesinin, kendileri için bir fırsat ve imtihan olduğu, sonunda hak edenlerin gerektiği şekilde cezalandırılacağı ima edilmiştir (İbn Âşûr, XXIV, 83). Nitekim 5-7. âyetlerde Hz. Nûh’un inkârcı kavmiyle bunların ardından gelen çeşitli toplumların benzer tutumlarına ve bunların âkıbetlerine yapılan kısa değinmeler de bunu göstermektedir. Kur’an-ı Kerîm, inkâr ve haksızlıkta ısrar eden hiçbir toplumun bu tutumunu devam ettirdiği sürece ayakta kalamayacağını, mutlaka günün birinde kahredici bir ceza ile yok olup gideceğini, âhirette de cehenneme atılacaklarını, bunun ilâhî bir yasa (sünnetullah) olduğunu sık sık vurgular.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 640-641
وَكَذٰلِكَ حَقَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ عَلَى الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّهُمْ اَصْحَابُ النَّارِۢ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili حَقَّتْ olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
حَقَّتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. كَلِمَتُ fail olup lafzen merfûdur. Bu kelime resmi mushaf olması dolayısıyla ة yerine ت ile yazılmıştır. Enam Suresi 115, Araf Suresi 137, Yunus Suresi 33-96, Mümin Suresi 6 ayetlerinin hepsinde bu şekilde yazılmıştır. رَبِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl عَلَى harf-i ceriyle birlikte حَقَّتْ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
هُمْ muttasıl zamiri, اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. اَصْحَابُ kelimesi اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. النَّارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel, كَلِمَتُ ‘den bedel olarak mahallen merfûdur.
وَكَذٰلِكَ حَقَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ عَلَى الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّهُمْ اَصْحَابُ النَّارِۢ
وَ , istînâfiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَذٰلِكَ , amili حَقَّتْ olan mahzuf bir mef’ûlu mutlaka mütealliktir.
Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s. 101)
Buradaki كَ , teşbîh harfidir ve Rabbin bu dünyada onlara vereceği azaba ait olan ism-i işareti, ahirette vereceği azaba benzetmek için gelmiştir. وَ harfi istînaf içindir. Çeşitli manalardan birini, yani ahiretteki hallerini açıklamak, yönünü beyan ve gelecekteki hallerini dünyadaki hallerine ilhak etmek için gelmiştir. Dolayısıyla onlar hakkındaki kelam tamamlanmıştır. Sanki bu cümle bu sayfayı kapatmıştır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 77)
كَذٰلِكَ (İşte böyle), aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
كَذٰلِكَ îrab açısından والامر şeklinde mahzuf bir mübtedanın haberidir. Bu kelime Kur'an'da çok gelmiş ve ulemamızın takdir ettiği herhangi bir şey zikredilmemiştir. Mühim olan burada kelama dikkat çekmektir. Bir kapalılık üzerine kurulmuş olan kelam üzerinde daha fazla durmayı gerektirir. Bu ifadedeki كَ harfi ‘misil’ manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi كَ ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen, ذٰلِكَ ile كَ ‘ten oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize “arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır” der. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/28, c. 5, s. 176-177)
كَلِمَتُ رَبِّكَ izafetinde Rabb ismine muzâf olan كَلِمَتُ ve muzâfun ileyh olan كَ zamiri, şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Mecrur mahaldeki الَّذ۪ينَ has ism-i mevsûlu, حَقَّتْ fiiline mütealliktir. Sılası olan كَفَرُٓوا , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Masdar ve tekid herfi اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, masdar teviliyle كَلِمَتُ ’den bedeldir. Masdar-ı müevvel cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اَصْحَابُ النَّارِۢ ifadesinde istiare vardır. Ateş, dostları bir araya toplayacak, hoşlanılan bir şeye benzetilmiştir. Bu benzetme cehennem ateşinin korkunçluğunu artırmak içindir.
اَصْحَابُ النَّارِۚ (Ateş ashabı) ibaresindeki اَصْحَابُ kelimesinin kökü صحب ’dir. Sahip, yer veya zaman bakımından başkasından ayrılmayan demektir. Bu birliktelik bedenle veya destekle olabilir. Peygamberimizin sahabesi de aynı kökün türevidir. Bir şeye sahip olmayı da Türkçede kullanıyoruz. Sohbet de aynı kelimeden dilimize geçmiştir. اصحاب النار (cehennem ashabı) derken işte bu ayrılmama, bu kimselerin adeta ateşle hemhal oluşu vurgulanmaktadır.
اَصْحَابِ النَّارِ ifadesi aynı zamanda hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
حَقَّ fiilinin söz veya kelimeye isnad edilmesi azabın sabit ve vâcip olmasından başka bir mana ifade etmez. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 27)
Yüce Allah'ı yalanlayan, peygamberlerine karşı hakkı ortadan kaldırmak için bâtılla mücadele etmek suretiyle bir araya toplanan geçmiş ümmetlere azaba dair kazası ve hükmü nasıl sabit oldu ise bunlar hakkında da böylece gerçekleşmiştir. Buradaki inkâr edenlerden maksat Resulullah (sav)’in kavminden kâfir olanlar, bir başka ifadeyle diğer helak olmuş eski ümmetler değil, Kureyş kâfirleridir. (Rûhu’l beyân)