Fussilet Sûresi 22. Ayet

وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَتِرُونَ اَنْ يَشْهَدَ عَلَيْكُمْ سَمْعُكُمْ وَلَٓا اَبْصَارُكُمْ وَلَا جُلُودُكُمْ وَلٰكِنْ ظَنَنْتُمْ اَنَّ اللّٰهَ لَا يَعْلَمُ كَث۪يراً مِمَّا تَعْمَلُونَ  ...

“Siz (günahları işlerken) kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şâhitlik etmesinden sakınmıyordunuz. Lâkin, yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve değildiniz
2 كُنْتُمْ siz ك و ن
3 تَسْتَتِرُونَ gizleniyor س ت ر
4 أَنْ
5 يَشْهَدَ şahidlik etmesinden ش ه د
6 عَلَيْكُمْ aleyhinize
7 سَمْعُكُمْ kulaklarınızın س م ع
8 وَلَا ve değildiniz
9 أَبْصَارُكُمْ gözlerinizin ب ص ر
10 وَلَا ve değildiniz
11 جُلُودُكُمْ derilerinizin ج ل د
12 وَلَٰكِنْ fakat
13 ظَنَنْتُمْ sanıyordunuz ki ظ ن ن
14 أَنَّ elbette
15 اللَّهَ Allah
16 لَا
17 يَعْلَمُ bilmez ع ل م
18 كَثِيرًا çoğunu ك ث ر
19 مِمَّا
20 تَعْمَلُونَ yaptıklarınızın ع م ل
 

Âhirette insanların dünyadayken yapıp ettikleri ortaya konduğu sırada, kötülük işlemiş olanların bazı organlarının kendi aleyhlerine şahitlik edeceği başka âyetlerde de bildirilmektedir (Nûr 24/24; Yâsîn 36/65). Süddî, Ferrâ gibi bazı müfessirler, derilerinin onlar aleyhinde tanıklık etmesiyle, vücutlarının cinsel günahları hakkında şahitlik yapacağının kastedildiğini ileri sürmüşlerdir (bk. Taberî, XXIV, 106; Şevkânî, IV, 585). Âyette şu gerçek anlatılmaktadır: Âhirette hiç kimseye haksızlık edilmeyecek, yargı sırasında günahkârların bizzat kendi organları da Allah tarafından verilen bir tür ifade kabiliyetiyle veya işledikleri günahların onlarda bıraktığı izler vasıtasıyla suçlarını ortaya koyacaklardır.

Râzî, derinin dokunma duyusuyla ilgili olduğunu hatırlattıktan sonra âyette beş duyudan özellikle işitme, görme ve dokunma ile ilgili duyu organlarına yer verilirken tatma ve koklama duyularından söz edilmemesini özetle şöyle açıklar: Tatma duyusu bazı yönlerden dokunma duyusuyla aynıdır; çünkü tat algılaması dil derisinin tadılan nesneye temasıyla gerçekleşir. Koklama duyusuna gelince bu, insanda yükümlülüklere konu olması bakımından diğer duyular kadar önemli değildir, bununla ilgili buyruklar ve yasaklar bulunmamaktadır (XXVII, 116).

Buhârî ve Müslim’in Sahîh’leri gibi hadis kaynakları, 22. âyetin, müşriklerin Allah hakkındaki telakkilerini ifade eden “... üstelik yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz” meâlindeki bölümüyle ilgili olarak Abdullah b. Mes‘ûd’dan şöyle bir bilgi aktarırlar: “Bir ara Kâbe’nin örtüsüne tutunmuş duruyordum. Biri Benî Sakîf’ten, ikisi Kureyş’ten veya biri Kureyş’ten ikisi Benî Sakîf’ten olan üç kişi geldi. Bunların göbeklerinin eti çok ama akıllarının bilgisi azdı. O güne kadar duymadığım laflar ettiler. Biri dedi ki: ‘Ne dersiniz, Allah konuşmamızı işitiyor mudur?’ Diğeri, ‘Sesimizi yükseltirsek duyar, yükseltmezsek duymaz’, üçüncüsü ise ‘Bence açıktan konuştuğumuzu duyuyorsa gizli konuşmalarımızı da duyar’ dedi. Bu konuşmaları Hz. Peygamber’e anlattım; bunun üzerine ‘Vaktiyle siz, ne kulaklarınızın ne gözlerinizin ne de derilerinizin aleyhinizde şahitlik etmesinden sakınıyordunuz; üstelik yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz. İşte rabbiniz hakkında taşıdığınız bu kanaatiniz sizi mahvetti, sonunda umduklarını kaybedenlerden oldunuz’ meâlindeki âyetler indi” (Buhârî, “Tefsîr”, 41/2).

Taberî’nin kaydettiğine göre (XXIV, 112) Hasan-ı Basrî, “İşte rabbiniz hakkında taşıdığınız bu kanaatiniz sizi mahvetti, sonunda kaybedenlerden oldunuz” meâlindeki 23. âyeti açıklarken şöyle demiştir: “İnsanların amellerinin değeri Allah hakkındaki kanaatlerine bağlıdır. Mümin, Allah hakkında hüsnü zanda bulunur, bu sayede işini de güzelleştirir. İnkârcı ve münafık ise Allah hakkında sûizanna sahip olduğu için ameli de kötü olur.” Aynı âyet dolayısıyla Katâde, Kur’an’da biri “kurtarıcı zan”, diğeri “mahvedici zan” olmak üzere iki çeşit zandan söz edildiğini belirtmiştir. Allah’a kavuşacaklarına (Bakara 2/46) ve âhirette hesap vereceklerine (Hâkka 69/20) inananların bu inançları için kullanılan “zan” kavramı kurtarıcı zannın, konumuz olan âyetlerde geçen “zan” da mahvedici zannın örnekleridir.

 
 
Abdullah İbni Mes’ûd Radiyallahu anh diyor ki :” Bir gün Kabe’nin yanında göbekleri iri, anlayışları kıt üç kişi konuşuyordu. İçlerinden biri ‘Ne dersiniz Allah konuştuklarımızı duyar mı?’ dedi. Öteki ‘yüksek sesle konuşursak duyar ,gizlice konuşursak duymaz ‘dedi. Bir diğeri ‘Şayet yüksek sesle konuştuklarımızı duyarsa , gizlice konuştuklarımızı da duyar’ dedi. Bunun üzerine ‘Oysa siz daha önce ne kulaklarıızın , ne gözlerinizin ne de dirilerinizin tanıklığından çekinmiyor , Allah’ı ise yaptıklarınızdan bir çoğunu bilmez sanıyordunuz’ (Fussilet-41/22) âyeti nâzil oldu. “ (Buhari, Tefsir 41/2,Tevhid 41; Müslim, Münafikin 5).
 

وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَتِرُونَ اَنْ يَشْهَدَ عَلَيْكُمْ سَمْعُكُمْ وَلَٓا اَبْصَارُكُمْ وَلَا جُلُودُكُمْ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تَسْتَتِرُونَ  fiili  كَانَ ‘nin haberi olarak mahallen mansubdur. 

تَسْتَتِرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  تَسْتَتِرُونَ ‘un mef’ûlü lieclihi olarak mahallen mansubdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri, مخافة أن يشهد (Şahit olmalarından korkarak) şeklindedir. 

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı

Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَشْهَدَ  fetha ile mansub muzari fiildir.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  يَشْهَدَ  fiiline mütealliktir.  سَمْعُكُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  اَبْصَارُكُمْ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  لَا جُلُودُكُمْ  atıf harfi وَ  ‘la  سَمْعُكُمْ ‘a matuftur. 

تَسْتَتِرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi ستر ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

     

 وَلٰكِنْ ظَنَنْتُمْ اَنَّ اللّٰهَ لَا يَعْلَمُ كَث۪يراً مِمَّا تَعْمَلُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  لٰكِنْ  istidrak harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de gibi cümleyi tekid eder. Burada amel etmemiştir.

İstidrak ;düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ظَنَنْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. اَنَّ  ve masdar-ı müevvel  ظَنَنْتُمْ ‘in iki mef’ûlun bihi yerinde olup mahallen mansubdur. 

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  ظَنَنْتُمْ  fiili sanmak manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. 

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اَنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.  لَا يَعْلَمُ  fiili  اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  كَث۪يراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مَّا  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle  كَث۪يراً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  تَعْمَلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

 

وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَتِرُونَ اَنْ يَشْهَدَ عَلَيْكُمْ سَمْعُكُمْ وَلَٓا اَبْصَارُكُمْ وَلَا جُلُودُكُمْ 

 

وَ , istînâfiyyedir. Menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانُ ’nin haberi  تَسْتَتِرُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafât, s.103)

مَا كَان ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, 3/79) 

تَسْتَتِرُونَ  örtünmek fiili bazı ihtimallere göre, hakiki manada kullanılmıştır. Yani, amelinizle kulağınızı, gözünüzü, teninizi gizliyorsunuz demektir. Bu, hallerini çirkin görüp de gizlemelerinden kinaye olup bir azarlamadır. Bazı ihtimallere göre de hem hakiki hem de mecazi manada gelmiştir. (Âşûr)

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَشْهَدَ عَلَيْكُمْ سَمْعُكُمْ وَلَٓا اَبْصَارُكُمْ وَلَا جُلُودُكُمْ  cümlesi, masdar teviliyle  تَسْتَتِرُونَ ‘un mef’ûlü konumundadır. Masdar-ı müevvel, takdiri  مخافة (Korkarak) olan kelimenin muzafun ileyhidir. Muzâfın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Masdar-ı müevvel cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümledeki nefy harfi  لَا ’nın tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.

Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْكُمْ,  durumun onlara has olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.

اَبْصَارُكُمْ - سَمْعُكُمْ  kelimeleri ile müfret-cemi arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.

سَمْعُكُمْ - اَبْصَارُكُمْ - جُلُودُكُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

تَسْتَتِرُونَ  fiili  افتعال  babındadır. Burada ستر  fiilinden türeyip toplanmaya delalet etse de, aynı zamanda failin mef‘ûlle aynı olduğuna da delalet eder. Ayet onların gizlenmediklerini ifade eder. Burada murad  افتعال  kalıbından anlaşılan mübalağa veya toplanma şeklindeki kaydı değil, fiilin kendisini nefyetmektir. Yani onlar kulaklarından, gözlerinden ve derilerinden herhangi bir örtü ile saklamadılar, zira bu azaların kendi aleyhlerine şahitlik yapacaklarını düşünmediler ki onlara karşı ihtiyatlı olsunlar. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 2, s.110)


وَلٰكِنْ ظَنَنْتُمْ اَنَّ اللّٰهَ لَا يَعْلَمُ كَث۪يراً مِمَّا تَعْمَلُونَ

 

İstidrak harfi  لٰكِنْ ‘nin dahil olduğu cümle,  وَ ’la makabline atfedilmiştir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اَنَّ اللّٰهَ لَا يَعْلَمُ كَث۪يراً مِمَّا تَعْمَلُونَ , masdar teviliyle  ظَنَنْتُمْ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

اَنَّ ’nin haberi olan  لَا يَعْلَمُ كَث۪يراً مِمَّا تَعْمَلُونَ  cümlesinin menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi, cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mef’ûl olan  كَث۪يراً ‘deki tenvin kesret ve nev ifade eder.

Mecrur mahaldeki  مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  كَث۪يراً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi  تَعْمَلُونَ ,  tecessüm, istimrar ve teceddüt ifade eder.

"Siz ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhinize şahitlik edeceğinden sakınmıyordunuz; yaptıklarınızın çoğunu Allah'ın bilmeyeceğini zannediyordunuz." 

Bu kelam, derilerin verdiği cevabı takrir etmek üzere, o gün Allah tarafından onlara tahkir ve azar olarak söylenecek olanları hikaye etmektedir. Yani siz dünyada çirkin işler yaparken, rezil olmamak için insanlardan gizlendiğiniz gibi, sizin aleyhinizde şahitlik etmelerinden çekinmiyordunuz. Aksine, siz yeniden dirilmeyi ve cezayı tamamen inkâr ediyordunuz; yaptıklarınızın çoğunu, yani gizli olarak işlediğiniz çirkinlikleri Allah'ın bilmeyeceğini ve ahirette bunların ortaya çıkmayacağını sanıyordunuz. İşte bundan dolayı yaptıklarınıza cüret gösterdiniz.

Bu ayet bize bildiriyor ki, kıyamet günü uzuvların şahitliği, o zaman Allah'ın o bilgileri onlara bildirmesiyle gerçekleşecektir; yoksa uzuvlar, günahlar sadır olurken, şahitlik konusu günahları biliyorlardı ve o bildiklerine şahitlik edecekler, demek değildir. (Ebüssuûd)

تَعْمَلُونَ  - يَعْلَمُ  kelimeleri arasında cinası kalb, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَا يَعْلَمُ  - ظَنَنْتُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.