وَمَا تَفَرَّقُٓوا اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْياً بَيْنَهُمْۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫رِثُوا الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِهِمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve |
|
2 | تَفَرَّقُوا | onlar ayrılığa düşmediler |
|
3 | إِلَّا | başka sebeple |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | بَعْدِ | sonra |
|
6 | مَا |
|
|
7 | جَاءَهُمُ | kendilerine geldikten |
|
8 | الْعِلْمُ | ilim |
|
9 | بَغْيًا | çekememezlik |
|
10 | بَيْنَهُمْ | aralarındaki |
|
11 | وَلَوْلَا | ve eğer olmasaydı |
|
12 | كَلِمَةٌ | sözü |
|
13 | سَبَقَتْ | geçmiş |
|
14 | مِنْ | -nden |
|
15 | رَبِّكَ | Rabbi- |
|
16 | إِلَىٰ | kadar |
|
17 | أَجَلٍ | bir süre |
|
18 | مُسَمًّى | belirli |
|
19 | لَقُضِيَ | hüküm verilirdi |
|
20 | بَيْنَهُمْ | aralarında |
|
21 | وَإِنَّ | ve şüphesiz |
|
22 | الَّذِينَ |
|
|
23 | أُورِثُوا | varis kılınanlar |
|
24 | الْكِتَابَ | Kitaba |
|
25 | مِنْ |
|
|
26 | بَعْدِهِمْ | onlardan sonra |
|
27 | لَفِي | içindedirler |
|
28 | شَكٍّ | bir şüphe |
|
29 | مِنْهُ | ondan |
|
30 | مُرِيبٍ | kuşku veren |
|
Dinde parçalanmaların yeterli ilâhî bildirim yapılmamış olmasından ileri geldiği iddiasını reddeden bu içerikteki âyetlerde, bölünmenin asıl sebebinin bilgisizlik değil, kişisel çıkarlara düşkünlük ve çekememezlik duyguları olduğuna dikkat çekilmektedir (bu eleştirinin muhatapları, âyetteki “ilim” kelimesiyle neyin kastedildiği hususunda bk. Bakara 2/213; Âl-i İmrân 3/19). “Rabbin tarafından belirli bir süre tanıma sözü verilmemiş olsaydı, aralarında hemen hüküm verilir, iş bitirilirdi” buyurularak, suçlu, günahkâr, haksız insanların gidişatına niçin ilâhî bir müdahale yapılmadığı yönünde daima hatırdan geçen bir soruya cevap verilmekte, yüce Allah’ın bütün insanları kapsayan hesaba çekme ve buna göre mükâfat yahut ceza verme işini âhirete bırakmayı dilediği için bunun böyle olduğu bildirilmektedir.
Müfessirler arasında “kitaba vâris kılınanlar” ile, Hz. Muhammed zamanındaki yahudi ve hıristiyanların kastedildiği kanaati hâkimdir; bu görüşte olanların bir kısmı, burada onların kendi kutsal metinleri hakkında dahi şüphe içinde olduklarına, bir kısmı da Kur’an ve Hz. Muhammed hakkında kuşkular ortaya koyduklarına işaret edildiğini belirtirler (bk. Taberî, XXV, 16-17; Zemahşerî, III, 400; Şevkânî, IV, 607). Bu cümlede maksadın Araplar olduğu ve onların Kur’an veya hüküm (mahşer) günü hakkındaki şüphelerine değinildiği yorumunu yapanlar da olmuştur (bk. Zemahşerî, III, 400; İbn Atıyye, V, 30); fakat Râzî sözün akışının buna müsait olmadığını belirtir (XXVII, 158). Bize göre “onlardan sonra” ifadesini, bir kısmının isimleri önceki âyette zikredilen, “peygamberlerden sonra” şeklinde anlamak daha isabetlidir; sonra gelenler peygamberlerin bıraktığı kitaplar üzerinde şüpheye düşmüşlerdir (Allah tarafından verilmiş söz ve hükmün hemen verilmemesi hakkında bk. Yûnus 10/19).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 738-739
وَمَا تَفَرَّقُٓوا اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْياً بَيْنَهُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَفَرَّقُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. مِنْ بَعْدِ car mecruru تَفَرَّقُٓوا fiiline mütealliktir. مَا ve masdar-ı müevvel muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَهُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْعِلْمُ fail olup lafzen merfûdur.
بَغْياً kelimesi amili تَفَرَّقُٓوا fiilinin mef’ûlun lieclihi olup fetha ile mansubdur.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı
Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَيْنَ mekan zarfı بَغْياً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَفَرَّقُٓوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi فرق ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “değil mi?” manasındadır. (Âşûr)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
كَلِمَةٌ mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, موجودة (mevcuttur.) şeklindedir. سَبَقَتْ fiili كَلِمَةٌ ‘nin sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَبَقَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. مِنْ رَبِّكَ car mecruru سَبَقَتْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلٰٓى اَجَلٍ car mecrurunun mütealliki mahzuftur. Takdiri, بتأخير الجزاء (Cezanın tehiriyle) şeklindedir. مُسَمًّى sıfat elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
لَ harfi لَوْلَا ’in cevabının başına gelen rabıtadır.
قُضِيَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i fail mahzuf olup قُضِيَ fiilinin masdarıdır. Takdiri, القضاء (Hüküm) şeklindedir. بَيْنَ mekan zarfı قُضِيَ fiiline mütealliktir.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫رِثُوا الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِهِمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫رِثُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اُو۫رِثُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. الْكِتَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مِنْ بَعْدِ car mecruru اُو۫رِثُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. ف۪ي شَكٍّ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. مِنْهُ car mecruru شَكٍّ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. مُر۪يبٍ kelimesi شَكٍّ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُر۪يبٍ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا تَفَرَّقُٓوا اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْياً بَيْنَهُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. Mazi fiil sıygasındaki cümle kasrla tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Nefy harfi مَا ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan kasr, fiil ve car mecrur arasındadır. تَفَرَّقُٓوا sıfat/maksûr, مِنْ بَعْدِ mevsûf/maksûrun aleyh olduğu için kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
بَغْياً , mef’ûlun lieclihtir. Kelimedeki nekrelik tahkir ve kesret ifade eder.
جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ (İlmin gelmesi) ibaresinde sebep müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı ya da istiare vardır.
بَعْدِ için muzâfun ileyh konumunda olan müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan جَٓاءَهُمُجَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْياً بَيْنَهُمْۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ
Bu cümle atıf harfi وَ ile istînâf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Atfın mümkün olması cümlenin haber manalı olması sebebiyledir.
Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi; لَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى isim cümlesi şeklinde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan كَلِمَةٌ ’un haberi mahzuftur.
كَلِمَةٌ ile kastedilen, Allah'ın bu dünya sisteminde hikmetinin gerektirdiği bir süreye kadar onlara mühlet vermesi ve onların hesabını geciktirmeyi istemesidir. (Âşûr)
كَلِمَةٌ ifadesi burada irade ve takdir manasında müsteardır. (Âşûr)
Müspet mazi fiil sıygasındaki سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ cümlesi, كَلِمَةٌ için sıfattır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimi olarak ıtnâb sanatıdır.
كَلِمَةٌ ve اَجَلٍ ‘deki nekrelik nev ifade eder. (Âşûr ) Çünkü her ümmetin bir kelimesi ve eceli vardır.
مِنْ رَبِّكَ ve اِلٰٓى اَجَلٍ car mecrurları سَبَقَتْ fiiline mütealliktir.
Veciz ifade kastına matuf رَبِّكَ izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması, Peygamberimize tazim, teşrif ve destek içindir.
اَجَلٍ için sıfat olan مُسَمًّى , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ cümlesi لَوْ ’in cevabıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye “olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi” şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫رِثُوا الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِهِمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ
Ayetin son cümlesi atıf harfi وَ ‘la istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.
اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, sonraki habere dikkat çekmek içindir.
Müsnedün ileyh makamındaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اُو۫رِثُوا الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِهِمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اُو۫رِثُوا fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
الْكِتَابَ ‘deki marifelik, Yahudilerin ve Hristiyanların kitabını kapsadığı için cins ifade eder. (Âşûr)
Lam-ı muzahlakanın dahil olduğu لَف۪ي شَكٍّ car mecruru, اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
شَكٍّ ‘deki tenvin tahkir, kesret ve nev ifade eder.
لَف۪ي شَكٍّ ibaresinde istiare vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla شَكٍّ içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü شَكٍّ hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Onlardaki şüphenin derecesini etkili bir şekilde belirtmek için bu harf على yerine kullanılmıştır. Şek içinde olmak, adeta bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. İnkârcılarla, şüphe arasındaki mutlak irtibat, zarf ve mazrûf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’; temekkün (yerleşme, sabit olma)’dür.
مُر۪يبٍ kelimesi مِنْهُ ‘un müteallakı olan شَكٍّ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَوْرَثْنَا الْكِتَابَ sözündeki varis olmaktan murad insanlara ihsan olarak verilen ve geri alınmayan kitaptır. Varis için de miras böyledir. Miras, mirası veren kişiye geri dönmez. Bu lafızda tasrihî ve tebeî istiare vardır. Çünkü varis olmak, baki kalmak anlamında kullanılmıştır. (Ruveynî Teemmülat fi Sûreti Meryem, Meryem/63, s.243)
Veraset mülk edinmede ve hak sahibi olmada kullanılan en güçlü lafızdır; çünkü fesh edilmez, geri dönülmez, reddetmekle iptal edilmez ve düşürülmez. (Beyzâvî)
شَكٍّ kelimesi, karışık bilgi için kullanıldığı gibi mutlak tereddüt anlamında ve ilmin (kesin bilginin) karşıtı olarak da kullanılır. İşte bundan dolayıdır ki şek, (Onların o konuda hiçbir bilgileri yoktur; sadece zanna uyuyorlar.) ifadesi ile de tekid edilmiştir. Şek, cehalet; ilim ise kesin bilgi olsun veya olmasın, kalbin mutmain olduğu inanç (itikat) olarak da tefsir edilebilir. (Ebüssuûd, Hud/62)
["Onlardan sonra kendilerine kitap verilmiş olanlar da onun hakkında kararsızlığa iten bir şüphe içindedirler."]
Bu nazm-ı kerimin siyakı, bu ümmetin ahvalini beyan etmek içindir. Eski peygamberlerin zikredilmesi ise bu ümmete emredilen dinin, o büyük peygamberlerin üzerinde ittifak ettikleri kadim bir din olduğunu tahkik etmek için ve ikamesinin lüzumunu pekiştirmek, onda ayrılığa ve ihtilafa düşmekten de şiddetle caydırmak içindir. Bu itibarla o eski peygamberlerin ümmetlerinin ayrılığını beyan etmek meselesine girmek, anılan maksada halel getirmek vehmini doğurabilir. (Ebüssuûd)
شَكٍّ - مُر۪يبٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بَيْنَهُمْۜ , مِنْ kelimelerinin tekrarında ıtnab ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.