Zuhruf Sûresi 40. Ayet

اَفَاَنْتَ تُسْمِــعُ الصُّمَّ اَوْ تَهْدِي الْعُمْيَ وَمَنْ كَانَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ  ...

Sağırlara sen mi duyuracaksın; yahut körleri ve apaçık bir sapıklık içinde olanları sen mi doğru yola ileteceksin?
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَأَنْتَ sen mi?
2 تُسْمِعُ işittireceksin س م ع
3 الصُّمَّ sağıra ص م م
4 أَوْ yahut
5 تَهْدِي yola ileteceksin ه د ي
6 الْعُمْيَ körü ع م ي
7 وَمَنْ ve kimseyi
8 كَانَ olan ك و ن
9 فِي
10 ضَلَالٍ sapıklıkta ض ل ل
11 مُبِينٍ apaçık ب ي ن
 

Şartlanmışlık sebebiyle doğruyu dinleme, görme ve doğru dü­şün­me kabiliyetlerini kaybetmiş kimselere laf anlatmak imkânsız gibidir. Bu gerçekten hareketle Hz. Peygamber’in ve onun tebliğ sünnetini yerine getiren ümmetin, “Neden bizi dinlemiyor ve anlamıyorlar?” veya “Bunca zulme ve sapkın inançlarda ısrara rağmen niçin bunlara hak ettikleri ceza verilmiyor?” sorularıyla bunalmamaları, aksine sabretmeleri, işi Allah’a bırakmaları gerekmektedir. Allah, Hz. Peygamber’e müşriklerin âkıbetini gösterse de (nitekim bir kısmını Medine döneminde göstermiştir) göstermese de gerekeni yapacak, herkese hak ettiğini verecektir; çünkü O’nun kudreti karşısında duracak bir güç yoktur.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 777
 

اَفَاَنْتَ تُسْمِــعُ الصُّمَّ اَوْ تَهْدِي الْعُمْيَ وَمَنْ كَانَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

 

 

Hemze istifham harfi,  ف  istînâfiyyedir. Munfasıl  zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  تُسْمِـعُ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

تُسْمِـعُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  اَنْتَ ’dir.  الصُّمَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

تَهْدِي الْعُمْيَ  atıf harfi اَوْ  ile makabline matuftur. Türkçede ‘veya, yahut, ya da, yoksa’ kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَهْدِي  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  اَنْتَ ’dir.  الْعُمْيَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  الْعُمْيَ  kelimesine matuftur. İsm-i mevsûlün sılası  كَانَ ف۪ي ضَلَالٍ   مُب۪ينٍ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَان  isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَان  fetha üzere mebni, nakıs mazi fiildir.  كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هُوَ ’dir.  

ف۪ي ضَلَالٍ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. مُب۪ينٍ  kelimesi  ضَلاَلٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.  

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُسْمِــعُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  سمع ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

مُب۪ينٍ۟  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَفَاَنْتَ تُسْمِــعُ الصُّمَّ اَوْ تَهْدِي الْعُمْيَ وَمَنْ كَانَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  فَ  istînâfiyye, hemze inkârî manada istifham harfidir. (Âşûr)

Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve takrir kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelen cümlede  اَنْتَ  mübteda,  تُسْمِــعُ الصُّمَّ  cümlesi haberdir.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

تَهْدِي الْعُمْيَ  cümlesi atıf harfi  اَوْ  ile makabline matuftur. Aynı üslupta gelen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.

Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَ  atıftır. Mef’ûl olan  الْعُمْيَ ‘ye matuf olan  مَنْ  müşterek ism-i mevsûlünün sılası  كَانَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ  şeklinde nakıs fiil  كان ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  ف۪ي ضَلَالٍ ‘nin müteallakı olan  كَانَ ‘nin haberi mahzuftur.

ف۪ي ضَلَالٍ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dalalet, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dalalet hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Sapkınlıktaki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

ضَلَالٍ ’deki tenvin tahkir ve kesret ifade eder.

Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden  مُب۪ينٍ  kelimesi  ضَلَالٍ  için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Sıfat-ı müşebbehe kalıbı, bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

اَفَاَنْتَ تُسْمِــعُ الصُّمَّ اَوْ تَهْدِي الْعُمْيَ  [Sen mi sağırlara işittireceksin? Yahut körleri doğru yola sen mi ileteceksin?] ayetinde istiare vardır. Burada, istiare-i temsîliyye yoluyla, kâfirler sağır ve körlere benzetilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Bu ayette kör ve sağır kişilerden bahsedilmiş, Peygamber'in onları bulundukları halden çeviremeyeceği dile getirilmiştir. Dolayısıyla Peygamber dalalet ehli ve dalalete sevk edenleri de hallerinden döndüremez.

Resulullah (sav), kavmini İslam'a çağırmak hizmetinde aşırı çaba harcıyordu. Onlar ise, gördükleri peygamberliğin kanıtları ve dinledikleri Kur’an’ın apaçık mucizeleri karşısında azgınlıkları ve körlükleri daha da artıyordu.

Bu kelam, Peygamberimizin İslam’a davet hizmetinde bu kadar kendisini harap edercesine çalışmasını onaylamayıp bunun hayret verici olduğunu bildirmekte, onlar, küfür ve dalalette böyle talim ederken ve körlüklerine bir de sağırlık eklenmişken, Peygamberimizin onların hidayetine muktedir olamayacağını beyan etmekte ve ancak Allah'ın onları icbar etmek suretiyle buna muktedir olduğuna işaret etmektedir. (Ebüssuûd)

ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ‘de istiare-i terşîh vardır. (Âşûr)