مَنْ عَمِلَ صَالِحاً فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَاۘ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَنْ | kim |
|
2 | عَمِلَ | yaparsa |
|
3 | صَالِحًا | iyi bir iş |
|
4 | فَلِنَفْسِهِ | yararı kendisinedir |
|
5 | وَمَنْ | ve kim |
|
6 | أَسَاءَ | kötülük yaparsa |
|
7 | فَعَلَيْهَا | zararı kendisinedir |
|
8 | ثُمَّ | sonunda |
|
9 | إِلَىٰ |
|
|
10 | رَبِّكُمْ | Rabbinize |
|
11 | تُرْجَعُونَ | döndürüleceksiniz |
|
Âyetin nüzûl sebebi ile ilgili olarak birkaç rivayet vardır, bunların ortak noktası, Kur’an’ın, kendisine inanmayanlarla ilgili açıklamalarını kabul etmeyen, dolayısıyla âhirette çekecekleri cezayı da inkâr eden kâfirlerin çeşitli vesilelerle Hz. Peygamber’e ve müslümanlara yaptıkları hakaretlere sahâbenin fiilen cevap verme ve cezalandırma teşebbüsleridir (Kurtubî, XVI, 157 vd.). Asıl mücadele konusu daha önemli olduğu için müminler, böyle önemsiz şeylerle meşgul olmaktan, güçlerini bunlar için harcamaktan menedilmişler, teselli olarak da “Kimsenin yaptığının yanına kalmayacağı, Allah’ın hak edenleri gerektiği gibi cezalandıracağı” bildirilmiştir.
“Cezalandıracaktır” kısmını “günler”e bağlayarak âyete, “... Allah’ın, bir topluluğu yaptıkları yüzünden cezalandırmak için tahsis ettiği günlerine inanmayanları bağışlasınlar” şeklinde meâl vermek de mümkündür. Bu takdirde din özgürlüğü vurgulanmış, dünyada inanmayanlara baskı yapılamayacağı, onların cezalarının âhirette Allah tarafından verileceği ifade edilmiş olmaktadır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 14-15
مَنْ عَمِلَ صَالِحاً فَلِنَفْسِه۪ۚ
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. عَمِلَ صَالِحاً mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
عَمِلَ şart fiili, fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. صَالِحاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لِنَفْسِه۪ car mecruru takdiri عمله (Onun ameli) olan mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir.
صَالِحاً kelimesi, sülasi mücerredi صلح olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَاۘ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. اَسَٓاءَ cümlesi مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَسَٓاءَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir, mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. عَلَيْهَا car mecruru takdiri إساءته (Onun kötülüğü) olan mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir.
اَسَٓاءَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi سوأ ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلٰى رَبِّكُمْ car mecruru تُرْجَعُونَ fiiline mütealliktir. تُرْجَعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
مَنْ عَمِلَ صَالِحاً فَلِنَفْسِه۪ۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda gelen ayette şart cümlesi مَنْ عَمِلَ صَالِحاً , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ismi مَنْ mübteda, عَمِلَ صَالِحاً cümlesi haberdir. Mübtedanın haberinin, mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.)
Mef’ûl olan صَالِحاً ’deki tenvin tazim ve kesret ifade eder.
Burada عَمِلَ صَالِحاً ibaresinin aslı عَمِلَ العَملَ الصَالِح şeklindedir. Mevsûf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcâz-ı hazif sanatıdır.
فَلِنَفْسِه۪ cümlesi şartın cevabıdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri عمله (Onun ameli) olan mübteda, mahzuftur. Car mecrur لِنَفْسِه۪ , mahzuf habere mütealliktir. Bu takdire göre cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 112)
Cevap cümlesinde ihtibâk sanatı vardır. مَنْ عَمِلَ صَالِحاً dedikten sonra sadece فَلِنَفْسِه۪ lafzıyla yetinilmiş عمله sözü, hazf edilmiştir.
İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)
وَمَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَاۘ
مَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَا cümlesi atıf harfi وَ ‘la önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Aynı üslupla gelen cümlenin atıf sebebi tezattır. Şart cümlesi olan مَنْ اَسَٓاءَ , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ismi مَنْ mübteda, اَسَٓاءَ cümlesi, haberdir. Mübtedanın haberinin, mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
فَعَلَيْهَا cümlesi şartın cevabıdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatları vardır. Cümlede takdiri إساءته olan mübteda mahzuftur. Car mecrur لِنَفْسِه۪ , mahzuf habere mütealliktir. Bu takdire göre cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu şart cümlesinde de ihtibâk sanatı vardır.
مَنْ عَمِلَ صَالِحاً فَلِنَفْسِه۪ cümlesiyle وَمَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَاۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
صَالِحاً - اَسَٓاءَ , kelimeleri ve لِ - عَلَيْ harfleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
مَنْ ’in tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَغْفِرُوا sözündeki çoğul üsluptan, مَنْ عَمِلَ ifadesinde tekil üsluba iltifat edilmiştir.
مَنْ ‘in tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ
Tertip ve terahi ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle istînâf cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِلٰى رَبِّكُمْ ’un amiline takdimi edilmiştir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
تُرْجَعُونَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef'ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
رَبِّكُمْ izafetinde hem müminlere hem de inkârcılara ait zamirin Rabb ismine muzâf olması, Allah’ın dünya hayatında inansın inanmasın farketmeden, onlar üzerindeki rububiyet sıfatını hatırlatma vardır.
رَبِّكُمْ ‘deki كُمْ zamiriyle gaib sıygadan muhatap sıygaya dönülmüştür.
“Rabbinize döndürüleceksiniz” sözünde, “döndürüldüğünüzde hak ettiğiniz cezayı bulacaksınız” manası kastedilmiştir. lazım melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Cümle tertip ve terâhî ifade eden ثُمَّ kelimesiyle, مَنْ اَسَٓاءَ (Kim de kötülük ederse) cümlesine değil, مَنْ عَمِلَ صَالِحاً (Kim iyi amel (ve hareket) ederse) cümlesine atfedilmiştir. Çünkü bu cümle hem salih amel işleyenleri, hem de kötülük yapanları kapsar. Terâhî manası, muhsinlerin ihsanlarını arttırması için, kötülük yapanların da geri dönmesi için mühlet verdiği manasını kazandırır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.118)
تُرْجَعُونَ fiili meçhul gelerek bu konuda kulların bir dahli olmadığını ve failin Allah'tan başkasının olamayacağını ifade etmiştir. Bu konuda iman edenlerle küfredenler aynı durumdadır. İman edenler de kendi güçleriyle Allah'a dönmezler. Kimsenin buna engel olmaya gücü yetmez. Bu sıygada en önemli maksat, fiilin mef’ûl üzerinde failiyle alakasız olarak vuku bulmasıdır. Sizin Allah'a geri dönüşünüz sabit bir hükümdür. Bu konuda hiç kimsenin faili öğrenme ihtiyacı yoktur. Zira bu işin faili Allah'tan başkası olamaz. İşte bu meçhul şekilde gelen yapının manasıdır.
تُرْجَعُونَ kelimesinin, ‘başlangıç noktasına geri dönmek’ manasında kullanılmasına gelince, Âşûr bunu temsîlî istiare olarak görmüştür. Onların hallerinin kötülüğünü, efendisinden uzak olan kişinin haline benzetmiştir. Kişi dilediğini yapar, sonra efendisinin yanına döner ve yaptığının karşılığını bulur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.120)