وَخَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّ وَلِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَخَلَقَ | ve yaratmıştır |
|
2 | اللَّهُ | Allah |
|
3 | السَّمَاوَاتِ | gökleri |
|
4 | وَالْأَرْضَ | ve yeri |
|
5 | بِالْحَقِّ | gerçek olarak |
|
6 | وَلِتُجْزَىٰ | cezalandırılsın diye |
|
7 | كُلُّ | her |
|
8 | نَفْسٍ | can |
|
9 | بِمَا | şey ile |
|
10 | كَسَبَتْ | kazandığı |
|
11 | وَهُمْ | ve olnara |
|
12 | لَا | asla |
|
13 | يُظْلَمُونَ | haksızlık edilmesin |
|
Din ve şeriat vahyetmekten maksat insanların buna uyması, dünyada Allah’ın rızasına uygun bir hayat sürmesi, ebedî hayatta da bunun meyvesini derip mutlu olmasıdır. Din, sınanacak kişinin eline verilmiş bir testi gibidir; onu dolduran ile yolda kıran veya boş getirenin aynı sonucu alması abestir, adalet ve hakkaniyete aykırıdır. Dünya hayatında iman ve itaat edenlerle etmeyenlerin birbirine benzemeyen dünya görüşleri ve hayat tarzlarına sahip oldukları açıkça görülmektedir. İslâmî bir topluluk içinde inkârcılar ile amelsizler, birçok bakımdan iman, güzel ahlâk ve davranış sahiplerinden farklı bir değerlendirmeye tâbi tutulmaktadırlar. Âhirette de herkes dünyadaki inanç, kanaat, beklenti ve çabasına göre karşılık görecek, ebedî nimetleri inkâr edenler ondan mahrum kalacak, ilâhî uyarı ve tehditleri umursamayanlar bunların gerçekleştiğine şahit olacak, inanç ve amel yokluğunun sonucuna katlanacaklardır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 19
وَخَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّ وَلِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Fiil cümlesidir. خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. السَّمٰوَاتِ mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
الْاَرْضَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. بِالْحَقّ car mecruru خَلَقَ fiiline mütealliktir.
لِ harfi تُجْزٰى fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte خَلَقَ fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُجْزٰى fiili ى üzere mukadder fetha ile mansub meçhul muzari fiildir. كُلُّ naib-i fail olup lafzen merfûdur. نَفْسٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle birlikte تُجْزٰى fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كَسَبَتْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَسَبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. هُمْ لَا يُظْلَمُونَ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ” gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
لَا يُظْلَمُونَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا , nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُظْلَمُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
وَخَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّ وَلِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ
وَ , istînâfiyyedir. Âşûr ise itiraz cümlesi olduğu görüşündedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
السَّمٰوَاتِ ’den sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir. Bu kelimeler arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
خَلَقَ - بِالْحَقِّۜ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs sanatı vardır.
حَقِّۜ : hak olarak kalan, batıla dönüşmeyen, sahih, doğru demektir. Bugün sahih, hak olan yarın batıl ve dalalet olmaz. Hak kelimesinde istikrar, lüzum ve sebat manası vardır. (Hâlidi, Vakafât, s. 143)
بِالْحَقِّۜ ifadesindeki بِ harfi sebebiyye veya mülâbese içindir. Yani hak bir sebeple veya hak ile sarılmış olarak demektir. (Âşûr)
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ cümlesi, masdar tevilinde, takdiri لتدلّ على قدرته (Onun kudretine delalet etmek için) olan, ta’lil hükmündeki mahzufa وَ ’la atfedilmiştir. خَلَقَ fiiline müteallik olan masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
تُجْزٰى fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef'ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Müsnedün ileyhin izafetle marife olması veciz ifade kastına matuftur.
نَفْسٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا harf-i cerle birlikte تُجْزٰى fiiline mütealliktir. Sılası olan كَسَبَتْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
بِمَا كَسَبَتْۜ ifadesinde muzâf hazf edilmiştir. Yani بِمِثْلِ ما كَسَبَتْهُ (Kazandığı şey gibi) demektir.
بِمَا كَسَبَتْۜ sözü, ‘ne artırılır ne de eksiltilir, tam olarak karşılığı verilir’ demektir. Bu söz nefse aittir, çünkü nefis yaptığı şeyi tercih ederek yapmıştır. Bunda nefsin kazandığı şeylerle cezalandırılacağı manası da vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 115)
بِمَا كَسَبَتْ sözü ile kastedilen şey, yapılan şeylere ceza vermektir. Burada adaleti tamamlamaya işaret olması için ceza yerine كَسَبَتْ kelimesi kullanılmıştır. Yani ceza, yapılan şeyden fazla olmaz. Ama yapılan şey sevap gerektiriyorsa, onda artış hem de çok artış yapılabilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.179)
Bu ayet önceki hükme bir delil mahiyetindedir. Çünkü hak ile yaratış zalimden mazlumun (zulme uğrayan kimsenin) hakkını hemen almak ve iyi ile kötüyü eşit tutmayıp iyiye, iyiliğinin, kötüye de kötülüğünün cezasını vermek demek olan adaleti gerektirir. Şu halde bu husus, bugün şu dünyada olmuyorsa yarın ahirette olması lazım gelir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Ayetin son cümlesine dahil olan وَ , haliyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidai kelamdır. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
Müsnedin menfî muzari sıygada gelmesi hükmü takviye, tecessüm, teceddüt ve istimrar ifade eder.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَا يُظْلَمُونَ fiil meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûreti İbrahim, s. 127)
يُظْلَمُونَ ve بِالْحَقِّ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Bu cümle birçok surede tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, S. 314) Dolayısıyla bu cümlede tekrir ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.