وَاذْكُرْ اَخَا عَادٍۜ اِذْ اَنْذَرَ قَوْمَهُ بِالْاَحْقَافِ وَقَدْ خَلَتِ النُّذُرُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ٓ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاذْكُرْ | ve an |
|
2 | أَخَا | kardeşini (Hud’u) |
|
3 | عَادٍ | Ad’ın |
|
4 | إِذْ | hani |
|
5 | أَنْذَرَ | uyarmıştı |
|
6 | قَوْمَهُ | kavmini |
|
7 | بِالْأَحْقَافِ | Ahkaf’taki |
|
8 | وَقَدْ | gelip geçti |
|
9 | خَلَتِ | gelip geçti |
|
10 | النُّذُرُ | nice uyarıcılar |
|
11 | مِنْ |
|
|
12 | بَيْنِ | onun önünden |
|
13 | يَدَيْهِ |
|
|
14 | وَمِنْ | ve |
|
15 | خَلْفِهِ | ardından |
|
16 | أَلَّا |
|
|
17 | تَعْبُدُوا | kulluk etmeyin |
|
18 | إِلَّا | başkasına |
|
19 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
20 | إِنِّي | elbette ben |
|
21 | أَخَافُ | korkuyorum |
|
22 | عَلَيْكُمْ | sizin |
|
23 | عَذَابَ | azabına uğramanızdan |
|
24 | يَوْمٍ | bir günün |
|
25 | عَظِيمٍ | büyük |
|
İnancın en önemli üç unsuru tevhid, nübüvvet ve âhirettir. Bütün hak dinlerde bu üç unsur üzerinde önemle durulmuş, insanların bir tek Allah’a iman ve kulluk etmeleri, gönderdiği peygamberin yolundan gitmeleri ve öldükten sonra dirileceklerine, hesap vereceklerine inanarak yaşamaları istenmiştir. Bu sûrenin de temel konuları arasında bunlar vardır. Hz. Peygamber’in muhatabı olan Arap müşrikleri bu üç inanç unsuru karşısında direndikçe hem onları ikna etmek hem de peygamberi ve müminleri rahatlatmak için aynı şekilde davranan geçmiş ümmetlerden örnekler verilmiş, onların peygamberleriyle tartışmaları, ileri sürdükleri deliller, peygamberlerin mukabil davranışları ve ortaya koydukları kanıtlar anlatılmıştır. Burada açık örnek Âd kavmi ile “onların kardeşi” şeklinde ifade edilen Hûd aleyhisselâm, kapalı örnek ise 27. âyette zikredilen, o bölgede yaşamış diğer kavimler, ümmetler ve peygamberlerdir. Hz. Nûh’tan sonra kendilerine peygamber gönderilen ilk Arap topluluğu Âd olduğu için burada açık örnek olarak onlar seçilmiştir.
“Âd’ın kardeşi”nden maksat o kavimden gelen, soy olarak o kavme mensup bulunan kimsedir ki, burada Hûd peygamber kastedilmektedir (Hûd ve Âd hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/65-72).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 38وَاذْكُرْ اَخَا عَادٍۜ اِذْ اَنْذَرَ قَوْمَهُ بِالْاَحْقَافِ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اذْكُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. اَخَا mef’ûlun bih olup harfle îrab olan beş isimden biri olduğu için nasb alameti ا ’dır. عَادٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِذْ zaman zarfı اَخَا ‘dan bedel olup mahallen mansubdur. اَنْذَرَ قَوْمَهُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a. إِذْ mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b. إِذْ ‘den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c. بَيْنَا ve بَيْنَمَا ‘dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d. Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْذَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. قَوْمَهُ mef'ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِالْاَحْقَافِ car mecruru قَوْمَهُ ‘nin mahzuf haline mütealliktir.
اَنْذَرَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نذر ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَقَدْ خَلَتِ النُّذُرُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ٓ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ
Cümle hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “وَقَدْ” gelir. Bazen sadece و gelir. Nadiren و ‘sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. İtiraziyye olması da caizdir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. خَلَتِ fetha üzere (mukadder olmalı değil mi?) mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. النُّذُرُ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ بَيْنِ car mecruru خَلَتِ fiiline mütealliktir.
يَدَيْهِ muzâfun ileyh olup ى üzere mukadder kesra ile mecrurdur. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْ خَلْفِه۪ٓ car mecruru atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
اَنْ harfi masdariyyedir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تَعْبُدُٓوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf پ harf-i ceri ile birlikte اَنْذَرَ fiiline mütealliktir.
اِلَّا hasr edatıdır. اللّٰهَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir olan mütekellim ي ‘sı اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اَخَافُ fiili اِنّ۪ٓ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. اَخَافُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir zamir olup takdiri أنا ‘dir.
عَلَيْكُمْ car mecruru اَخَافُ fiiline mütealliktir. عَذَابَ mefûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.
يَوْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَظ۪يمٍ kelimesi يَوْمٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَظ۪يمٍ mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاذْكُرْ اَخَا عَادٍۜ اِذْ اَنْذَرَ قَوْمَهُ بِالْاَحْقَافِ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
وَاذْكُرْ اَخَا عَادٍۜ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَخَا عَادٍ izafeti, Hûd (as)’dan kinayedir. اذْكُرْ fiilinin mef’ûlu olarak mansubdur.
اِذْ zaman zarfı, اَخَا عَادٍ ‘den bedel-i iştimâldir. (Âşûr) Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan اَنْذَرَ قَوْمَهُ بِالْاَحْقَافِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Zaman ismi olan اِذْ 'in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. (Âşûr, Hac/26)
بِالْاَحْقَافِ car mecruru قَوْمَهُ ‘den mahallen mansubdur.
الْاَحْقَافِ kelimesi خقف ‘in çoğuludur, yüksek uzunca kum yığınıdır. احْقَوْقَفَ الشَّيْءُ deyiminden gelir ki, eğrilmek demektir. Onlar Yemen'in Şihr bölgesinde denize nazır kumlar arasında otururlardı. (Beyzâvî)
Surenin ismi olan bu kelime, bu sureden başka bir yerde geçmemiştir. Kaynaklarda bu kelimenin sadece burada gelişinin sırrı ile alakalı Bikâî, lügat manasını açıkladıktan sonra şunu söylemiştir: “Burada önemli olan şey bu suretin, rüzgârın çoğunlukla şiddetli olarak estiği bir ülkede dahi vaki olmamasıdır.” (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 7, s. 253)
الْاَحْقَافِ , aslında uzun ve eğrili büğrülü yüksekçe kum yığını demek olan حقف kelimesinin çoğuludur ki eğri büğrü kum tepeleri demek olup Âd kavminin o uyarı sırasında bulundukları yer bu adla anılmıştır.
الْاَحْقَافِ kelimesi anlam itibarıyla Âd kavminin kuvvetlerine rağmen yerlerindeki çürüklüğe işaret eden ve uyarıya uygun olan bir kelimedir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Burada الإرْسالِ veya الدَّعْوَةِ yerine الإنْذارِ fiilinin kullanılması Hûd kavminin halinin Hz. Muhammed’in kavminin haline benzemesi dolayısıyladır. (Âşûr)
وَقَدْ خَلَتِ النُّذُرُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ٓ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ
,
Hal olarak gelen وَقَدْ خَلَتِ النُّذُرُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ٓ cümlesi, tahkik harfi قَدْ ’la tekid edilmiştir. Müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
وَ haliyyedir. İtiraziyye olması da caizdir.
مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ (önlerindekiler) - مِنْ خَلْفِه۪ٓ (arkalarındakiler) kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
بَيْنِ - خَلْفِه۪ٓ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَنْذَرَ - النُّذُرُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ ibaresinde, masdar harfi اَنْ ve akabindeki menfi muzari fiil sıygasında لَا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ cümlesi, masdar tevilinde, takdir edilen بَ harfiyle birlikte اَنْذَرَ fiiline mütealliktir. Nehiy harfi لا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasrla tekid edilmiş masdar-ı müevvel cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
اَلَّا edatı, اَنْ ve lâm-ı nafiyenin birleşmesiyle oluşmuş harftir. Olumsuzluk bildiren لا ile istisna harfi اِلَّا birlikte kasr ifade ederler. Bu ifadenin manası, “Allah’tan başkasına ibadeti yasaklayıp sadece Allah’a ibadeti emretmek” olur. Kasr fiil ve mef’ûl arasında, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Fiil, mef’ûle kasredilmiştir. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani, bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir.
أَنْ için üç vecih vardır. Birinci olarak أنَّ ’den tahfif edilmiş أَنْ olabilir. Bu durumda şan zamirinde amel eder ve لا nâfiye olur. İkincisi, nasb eden masdar harfidir. Masdar-ı müevvel mukadder harf-i cerle takdiri olan mahzufa müteallik olur. Üçüncü olarak ise bu ayetteki أَنْ müfessire olabilir. Bu durumda ise لا nâhiye olur. (https://tafsir.app/, İ’râbül Müyesser)
Lafza-i celâl, Allah Teâlâ’nın bütün kemâl vasıflara sahip olduğunu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğunu ifade eder. Bu da tevhidin delilidir ve Vâhidü'l-Ehad'a ibadeti gerektirir, O'nun dışındakilere yapılan kullukları iptal eder. Çünkü bütün kemal vasıflara sahip olmak, bu kâinatta birden fazla ilâh olmasını imkânsız kılar. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.258)
اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ cümlesi, اِنَّ ’nin haberidir. Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْكُمْ , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
عَذَابَ يَوْمٍ izafetinde azap, güne isnad edilmiştir. Aslında azabın kaynağı gün değil Allah Teâlâ’dır. Azapla gün arasında, zamana isnad alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
يَوْمٍ ’deki nekrelik tazim ifade eder.
Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade eden عَظ۪يمٍ kelimesi يَوْمٍ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Bu cümle, önceki cümlenin sebebidir. Beyânî istinaf cümlesi olarak gelmiştir. Tekid harfi ile başlamıştır. İstînâfın manası, önceki cümle ile birlikte düşünülmemesidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.259)