وَاِذْ صَرَفْنَٓا اِلَيْكَ نَفَراً مِنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْاٰنَۚ فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُٓوا اَنْصِتُواۚ فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا اِلٰى قَوْمِهِمْ مُنْذِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | bir zaman |
|
2 | صَرَفْنَا | yöneltmiştik |
|
3 | إِلَيْكَ | sana |
|
4 | نَفَرًا | bir topluluğu |
|
5 | مِنَ | -den |
|
6 | الْجِنِّ | cinler- |
|
7 | يَسْتَمِعُونَ | dinlemek üzere |
|
8 | الْقُرْانَ | Kur’an |
|
9 | فَلَمَّا | zaman |
|
10 | حَضَرُوهُ | ona geldikleri |
|
11 | قَالُوا | dediler |
|
12 | أَنْصِتُوا | susun (dinleyin) |
|
13 | فَلَمَّا | zaman da |
|
14 | قُضِيَ | bitirildiği |
|
15 | وَلَّوْا | döndüler |
|
16 | إِلَىٰ |
|
|
17 | قَوْمِهِمْ | kavimlerine |
|
18 | مُنْذِرِينَ | uyarıcılar olarak |
|
Cinlerin Hz. Peygamber’i dinlemeleri ve ona iman ederek kendi topluluklarını da uyarmak üzere harekete geçmeleri, inkârda direnen müşriklerin ibret ve örnek almaları amacına yöneliktir (cinlerin mahiyet ve sıfatları konusunda bk. Bakara 2/275; En‘âm 6/100; Cin 72/1-3).
Peygamber efendimizin Kur’an’ı dinlemek üzere cinleri davet edip etmediği, bu sırada cinleri görüp görmediği konusunda farklı rivayetler vardır (Kurtubî, XVI, 204 vd.). İbn Kesîr (VII, 272-275), her iki iddianın da sağlam rivayetleri bulunduğunu göz önüne alarak şöyle bir yorum yapmıştır: Hz. Peygamber ile cinlerin bir araya gelmeleri birden fazla olmuş, birincisinde onlar dinlemiş, o görmemiş, diğerlerinde ise Peygamber efendimiz davet etmiş, onları görmüş ve konuşmuş, en azından bir görüşmede İbn Mes‘ûd da bulunmuş, fakat uzakta durduğu için konuşulanları işitmemiştir (ayrıca bk. Buhârî, “Ezân”, 105, “Menâkıbü’l-ensâr”, 32; Müslim, “Salât”, 149-153). 29. âyet, Allah’ın yönlendirmesi ile dinleme arzusunun cinlerden geldiğini ifade etmektedir. Yine bu âyetler grubu, cinlerin de inançları ve dinleri bulunduğuna, inanç ve amellerine göre karşılık göreceklerine delalet etmektedir.
Tevrat ile Kur’an arasında Zebûr ve İncil de gelmiş olduğu halde cinlerin bunlardan söz etmemeleri, Tevrat’ın iman, ibadet ve muâmelât hükümlerini tam olarak ihtiva etmesi bakımından diğerlerinden farklı ve onların da atıf kaynağı olmasına dayanmaktadır. Bazı tefsirciler cinlerin bu ifadelerinden hareket ederek onların da çeşitli dinlere mensup bulundukları, burada sözü geçen cinlerin yahudi oldukları sonucunu çıkarmışlardır (Kurtubî, 209).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 39-40وَاِذْ صَرَفْنَٓا اِلَيْكَ نَفَراً مِنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْاٰنَۚ
وَ istînâfiyyedir. Zaman zarfı اِذْ , takdiri أذكر (Hatırla, düşün) olan mahzuf fiile mütealliktir. صَرَفْنَٓا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
صَرَفْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكَ car mecruru صَرَفْنَٓا fiiline mütealliktir.
نَفَراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنَ الْجِنِّ car mecruru نَفَراً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. يَسْتَمِعُونَ fiili نَفَراً ‘in hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْتَمِعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الْقُرْاٰنَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يَسْتَمِعُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi سمع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُٓوا اَنْصِتُواۚ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır.
لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
حَضَرُوهُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. حَضَرُوهُ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ karînesi olmadan gelen قَالُٓوا اَنْصِتُوا cümlesi şartın cevabıdır. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli اَنْصِتُوا ‘dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَنْصِتُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْصِتُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نصت ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا اِلٰى قَوْمِهِمْ مُنْذِر۪ينَ
فَ atıf harfidir. لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır.
لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
قُضِيَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قُضِيَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
فَ karînesi olmadan gelen وَلَّوْا اِلٰى قَوْمِهِمْ مُنْذِر۪ينَ cümlesi şartın cevabıdır. وَلَّوْا fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اِلٰى قَوْمِهِمْ car mecruru وَلَّوْا fiiline mütealliktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُنْذِر۪ينَ kelimesi وَلَّوْا ‘deki failin hali olup nasb alameti ي ‘dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَّوْا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ولي ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مُنْذِر۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذْ صَرَفْنَٓا اِلَيْكَ نَفَراً مِنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْاٰنَۚ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı اِذْ ’in takdiri اذكر (Hatırla, düşün) olan müteallakı mahzuftur. Bu takdire göre cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
صَرَفْنَٓا اِلَيْكَ نَفَراً مِنَ الْجِنِّ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِلَيْكَ , ihtimam için mef’ûl olan نَفَراً ‘e takdim edilmiştir.
مِنَ الْجِنِّ car mecruru, نَفَراً ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
يَسْتَمِعُونَ الْقُرْاٰنَۚ cümlesi نَفَراً ’ın halidir. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
نَفَراً kelimesindeki tenvin tazim ifade eder. نَفَراً kelimesi nekre olarak gelmiş ve böylece bu grubun cinlerin kerimlerinden, sadıklarından, kavimlerine nasihat edenlerinden olduğuna işaret etmiştir. Onlar hakkı gördükleri zaman hemen bağlanmışlar, sonra hemen kavimlerine gitmişler ve ellerini buldukları bu hayra uzatmışlardır.
يَسْتَمِعُونَ الْقُرْاٰنَ [Kur’an'ı dinlemeleri için] cümlesinin hal olması da sıfat olması da uygundur. Hal önceki manayı daha fazla açıklar. Muzari fiil, o anda Kur’an'ı işittikleri gibi, bu işitmenin yenileneceğini ve tekrarlanacağını ifade eder. افتعال babı da büyük bir enerji ile isteyerek, özen göstererek, önemseyerek dinlediklerini ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.324-325)
وَاِذْ صَرَفْنَٓا اِلَيْكَ نَفَراً مِنَ الْجِنِّ [Hatırla ki cinlerden bir grubu... sana yöneltmiş idik.] ayeti Kureyş müşriklerine bir azardır. Yani cinler Kur'an'ı dinlediler, ona iman ettiler, onun Allah'tan geldiğini bildiler de siz ise hala yüz çevirmekte ve küfür üzere ısrar etmektesiniz.
"Yöneltmiş idik" sana yönlendirmiş, sana doğru göndermiş idik, demektir. (Kurtubî)
Grup diye Türkçeye çevirdiğimiz نَفَراً kelimesi, ‘on kişiden daha az olan topluluk’ demektir. Râğıb, bu kelimenin: Savaşa çıkma gücüne sahip olan erkekler topluluğu anlamında olduğunu söyler. (Ruhu’l Beyan)
فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُٓوا اَنْصِتُواۚ
فَ atıf, لَمَّا şartiyedir. لَمَّا cümleye muzâf olan şart manalı zaman zarfıdır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan şart cümlesi حَضَرُوهُ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haynûne manasındaki لَمَّا aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)
لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır.
لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi قَالُٓوا اَنْصِتُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اَنْصِتُوا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu فَ harfine haynûne manasındaki لَمَّا eklenmiş ve şartın cevabının araya mühlet girmeksizin geldiğini ifade etmiştir. Yani şart ve cevap aynı zamanda gerçekleşmiştir. Onlar gelir gelmez “susun” demişlerdir. Bu cümlede, bundan öncekinde ve bundan sonrakinde müthiş bir îcâz vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.326)
فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا اِلٰى قَوْمِهِمْ مُنْذِر۪ينَ
فَ atıf harfi, لَمَّا şartiyedir. لَمَّا cümleye muzâf olan şart manalı zaman zarfıdır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan şart cümlesi قُضِيَ , müspet mazi fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قُضِيَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naibu fail olur.
Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan وَلَّوْا اِلٰى قَوْمِهِمْ مُنْذِر۪ينَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مُنْذِر۪ينَ kelimesi وَلَّوْا ‘deki failin halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. افعال babının ism-i fail vezninde gelerek bu halin hudûsuna ve yenilendiğine işaret etmiştir.