Ahkaf Sûresi 30. Ayet

قَالُوا يَا قَوْمَنَٓا اِنَّا سَمِعْنَا كِتَاباً اُنْزِلَ مِنْ بَعْدِ مُوسٰى مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ وَاِلٰى طَر۪يقٍ مُسْتَق۪يمٍ  ...

Dediler ki: “Ey kavmimiz! Şüphesiz biz, Mûsâ’dan sonra indirilen, kendinden önceki kitapları doğrulayan, gerçeğe ve doğru yola ileten bir kitap dinledik.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 يَا قَوْمَنَا kavmimiz ق و م
3 إِنَّا elbette biz
4 سَمِعْنَا dinledik س م ع
5 كِتَابًا bir Kitap ك ت ب
6 أُنْزِلَ indirilen ن ز ل
7 مِنْ
8 بَعْدِ sonra ب ع د
9 مُوسَىٰ Musa’dan
10 مُصَدِّقًا doğrulayan ص د ق
11 لِمَا
12 بَيْنَ kendinden öncekini ب ي ن
13 يَدَيْهِ kendinden öncekini ي د ي
14 يَهْدِي götüren ه د ي
15 إِلَى
16 الْحَقِّ gerçeğe ح ق ق
17 وَإِلَىٰ ve
18 طَرِيقٍ yola ط ر ق
19 مُسْتَقِيمٍ doğru ق و م
 

Cinlerin Hz. Peygamber’i dinlemeleri ve ona iman ederek kendi topluluklarını da uyarmak üzere harekete geçmeleri, inkârda direnen müşriklerin ibret ve örnek almaları amacına yöneliktir (cinlerin mahiyet ve sıfatları konusunda bk. Bakara 2/275; En‘âm 6/100; Cin 72/1-3).

Peygamber efendimizin Kur’an’ı dinlemek üzere cinleri davet edip etmediği, bu sırada cinleri görüp görmediği konusunda farklı rivayetler vardır (Kurtubî, XVI, 204 vd.). İbn Kesîr (VII, 272-275), her iki iddianın da sağlam rivayetleri bulunduğunu göz önüne alarak şöyle bir yorum yapmıştır: Hz. Peygamber ile cinlerin bir araya gelmeleri birden fazla olmuş, birincisinde onlar dinlemiş, o görmemiş, diğerlerinde ise Peygamber efendimiz davet etmiş, onları görmüş ve konuşmuş, en azından bir görüşmede İbn Mes‘ûd da bulunmuş, fakat uzakta durduğu için konuşulanları işitmemiştir (ayrıca bk. Buhârî, “Ezân”, 105, “Menâkıbü’l-ensâr”, 32; Müslim, “Salât”, 149-153). 29. âyet, Allah’ın yönlendirmesi ile dinleme arzusunun cinlerden geldiğini ifade etmektedir. Yine bu âyetler grubu, cinlerin de inançları ve dinleri bulunduğuna, inanç ve amellerine göre karşılık göreceklerine delalet etmektedir.

Tevrat ile Kur’an arasında Zebûr ve İncil de gelmiş olduğu halde cinlerin bunlardan söz etmemeleri, Tevrat’ın iman, ibadet ve muâmelât hükümlerini tam olarak ihtiva etmesi bakımından diğerlerinden farklı ve onların da atıf kaynağı olmasına dayanmaktadır. Bazı tefsirciler cinlerin bu ifadelerinden hareket ederek onların da çeşitli dinlere mensup bulundukları, burada sözü geçen cinlerin yahudi oldukları sonucunu çıkarmışlardır (Kurtubî, 209).

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 39-40
 

قَالُوا يَا قَوْمَنَٓا اِنَّا سَمِعْنَا كِتَاباً اُنْزِلَ مِنْ بَعْدِ مُوسٰى مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ وَاِلٰى طَر۪يقٍ مُسْتَق۪يمٍ

 

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli, nida ve cevabıdır.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

يَا  nida harfi,  قَوْمَنَٓا  münada olup mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlun bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  اِنَّا سَمِعْنَا كِتَاباً ‘dır.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  سَمِعْنَا  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

سَمِعْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. كِتَاباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اُنْزِلَ  fiili  كِتَاباً ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اُنْزِلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو dir.  مِنْ بَعْدِ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. 

مُوسٰى  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


مُصَدِّقاً  kelimesi hal olup fetha ile mansubdur. لِمَا  car mecruru  مُصَدِّقاً ‘a mütealliktir.  

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


بَيْنَ يَدَيْهِ  mekân zarfı mahzuf sılaya mütealliktir.  يَدَيْهِ  muzâfun ileyh olup cer alameti  يْ ‘dir. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir.  Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَهْد۪ٓي  fiili  كِتَاباً ‘nin hali veya ikinci sıfatıdır. يَهْد۪ٓي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اِلَى الْحَقِّ  car mecruru  يَهْد۪ٓي  fiiline mütealliktir. 

اِلٰى طَر۪يقٍ  car mecruru atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.  مُسْتَق۪يمٍ  kelimesi  طَر۪يقٍ ‘ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُنْزِلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.   

مُصَدِّقاً  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir. 

مُسْتَق۪يمٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قَالُوا يَا قَوْمَنَٓا اِنَّا سَمِعْنَا كِتَاباً اُنْزِلَ مِنْ بَعْدِ مُوسٰى مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ وَاِلٰى طَر۪يقٍ مُسْتَق۪يمٍ

 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَا قَوْمَنَٓا  cümlesi, nida üslubunda, talebî inşâî isnaddır.

يَا  nida harfi,  قَوْمَنَٓا  münadadır. 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen nidanın cevabı … اِنَّا سَمِعْنَا كِتَاباً  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

سَمِعْنَا كِتَاباً اُنْزِلَ مِنْ بَعْدِ مُوسٰى  cümlesi  اِنَّ ’nin haberidir. Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

كِتَاباً ’deki nekrelik herhangi bir veya bilmediğimiz bir kitap anlamındadır, ya da tazim içindir.

اُنْزِلَ مِنْ بَعْدِ مُوسٰى  cümlesi  كِتَاباً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اُنْزِلَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin  bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

كِتَاباً  için ikinci sıfat olan  مُصَدِّقاً , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , başındaki harf-i cerle birlikte  مُصَدِّقاً ’a mütealliktir. Sılası mahzuftur.  بَيْنَ يَدَيْهِ  bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ وَاِلٰى طَر۪يقٍ مُسْتَق۪يمٍ  cümlesi  كِتَاباً ‘nin hali veya ikinci sıfatıdır. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade eden  مُسْتَق۪يمٍ  kelimesi  طَر۪يقٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِلٰى طَر۪يقٍ مُسْتَق۪يمٍ  ifadesinde istiare vardır. طَر۪يقٍ , din manasında kullanılmıştır.

طَر۪يقٍ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) olan İslam hazf edilmiş müsteârun minh kalmıştır. Müsteâr hissî, müsteârun leh aklîdir

Kavimlerinin söyleyecekleri şeyin ne kadar önemli olduğunu ifade etmek için sözlerinin başına,  اِنَّا سَمِعْنَا (doğrusu işittik) şeklinde tekid harfi gelmiştir. Tekid harfinin başka kullanım alanları da vardır. Bunlardan biri de, garip olan haberin başına gelmesi ve onu tekid etmesidir. Bu aynı zamanda haberin ne kadar önemli olduğunu ve kavmin nefsinde yerleşmesi, karar bulması için ne kadar istekli olduklarını ifade eder. 

إستمع  fiili bile isteye dinlemek için,  سمع  ise irade ve istek olmadan gayr-i ihtiyari gelen sesi duymak için kullanılır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.333-334) 

وَاِلٰى طَر۪يقٍ مُسْتَق۪يمٍ  cümlesi ile ıtnâb yapılmıştır. اِلَى الْحَقِّ (hakikat) ve  اِلٰى طَر۪يقٍ مُسْتَق۪يمٍ (dosdoğru yol) aslında aynı manayı, aynı içeriği barındırmaktadır. Kasıt İslam’dır. Ancak ard arda iki aynı manayı bulunduran kelimeleri getirmek ile Kur’ân-ı Kerîm’in doğruluna te’kid ve İslam’ın yüceliğine vurgu vardır. O halde manayı şu şekilde verebiliriz: Öyle bir kitap ki sadece doğru yola, sadece hakikate ulaştırır. (Ahmet Musa Üstünbaş, Ahkâf Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından İncelenmesi)

Burada haktan murad doğru itikatlardır ve dosdoğru yol da, dinin hükümleri ve salih amellerdir. (Ebüssuûd)

كِتَاباً ‘tan kasıt Kur'an-ı Kerîm'dir. Onu dinleyenler de Musa'ya (as) iman eden kimselerdi. (Kurtubî)

Ayette cinlerin: مِنْ بَعْدِ مُوسٰى (Musa'dan sonra) demeleri; onların önce Yahudi iken sonra Müslüman olmalarından dolayıdır. (Ruhu’l Beyan)