يَا قَوْمَنَٓا اَج۪يبُوا دَاعِيَ اللّٰهِ وَاٰمِنُوا بِه۪ يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُجِرْكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا قَوْمَنَا | kavmimiz |
|
2 | أَجِيبُوا | uyun |
|
3 | دَاعِيَ | da’vetçisine |
|
4 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
5 | وَامِنُوا | ve inanın |
|
6 | بِهِ | O’na |
|
7 | يَغْفِرْ | bağışlasın |
|
8 | لَكُمْ | sizi |
|
9 | مِنْ | -dan bir kısmını |
|
10 | ذُنُوبِكُمْ | günahlarınız- |
|
11 | وَيُجِرْكُمْ | ve sizi korusun |
|
12 | مِنْ | -dan |
|
13 | عَذَابٍ | azab- |
|
14 | أَلِيمٍ | acıklı |
|
Cinlerin Hz. Peygamber’i dinlemeleri ve ona iman ederek kendi topluluklarını da uyarmak üzere harekete geçmeleri, inkârda direnen müşriklerin ibret ve örnek almaları amacına yöneliktir (cinlerin mahiyet ve sıfatları konusunda bk. Bakara 2/275; En‘âm 6/100; Cin 72/1-3).
Peygamber efendimizin Kur’an’ı dinlemek üzere cinleri davet edip etmediği, bu sırada cinleri görüp görmediği konusunda farklı rivayetler vardır (Kurtubî, XVI, 204 vd.). İbn Kesîr (VII, 272-275), her iki iddianın da sağlam rivayetleri bulunduğunu göz önüne alarak şöyle bir yorum yapmıştır: Hz. Peygamber ile cinlerin bir araya gelmeleri birden fazla olmuş, birincisinde onlar dinlemiş, o görmemiş, diğerlerinde ise Peygamber efendimiz davet etmiş, onları görmüş ve konuşmuş, en azından bir görüşmede İbn Mes‘ûd da bulunmuş, fakat uzakta durduğu için konuşulanları işitmemiştir (ayrıca bk. Buhârî, “Ezân”, 105, “Menâkıbü’l-ensâr”, 32; Müslim, “Salât”, 149-153). 29. âyet, Allah’ın yönlendirmesi ile dinleme arzusunun cinlerden geldiğini ifade etmektedir. Yine bu âyetler grubu, cinlerin de inançları ve dinleri bulunduğuna, inanç ve amellerine göre karşılık göreceklerine delalet etmektedir.
Tevrat ile Kur’an arasında Zebûr ve İncil de gelmiş olduğu halde cinlerin bunlardan söz etmemeleri, Tevrat’ın iman, ibadet ve muâmelât hükümlerini tam olarak ihtiva etmesi bakımından diğerlerinden farklı ve onların da atıf kaynağı olmasına dayanmaktadır. Bazı tefsirciler cinlerin bu ifadelerinden hareket ederek onların da çeşitli dinlere mensup bulundukları, burada sözü geçen cinlerin yahudi oldukları sonucunu çıkarmışlardır (Kurtubî, 209).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 39-40يَا قَوْمَنَٓا اَج۪يبُوا دَاعِيَ اللّٰهِ وَاٰمِنُوا بِه۪ يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُجِرْكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ
يَا nida harfi, قَوْمَنَٓا münada olup mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اَج۪يبُوا دَاعِيَ اللّٰهِ ‘dır.
اَج۪يبُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. دَاعِيَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اٰمِنُوا atıf harfi وَ ‘la اَج۪يبُوا ‘ya matuftur. اٰمِنُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru اٰمِنُوا fiiline mütealliktir.
فَ karînesi olmadan gelen يَغْفِرْ cümlesi mukadder şartın cevabıdır. يَغْفِرْ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَكُمْ car mecruru يَغْفِرْ fiiline mütealliktir. مِنْ teb’ıziyyedir. مِنْ ذُنُوبِكُمْ car mecruru يَغْفِرْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُجِرْكُمْ atıf harfi وَ ‘la يَغْفِرْ ‘e matuftur. يُجِرْكُمْ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْ عَذَابٍ car mecruru يُجِرْكُمْ fiiline mütealliktir. اَل۪يمٍ kelimesi عَذَابٍ ‘ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَج۪يبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi جوب ’dir.
يُجِرْكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi جور ‘dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَا قَوْمَنَٓا اَج۪يبُوا دَاعِيَ اللّٰهِ وَاٰمِنُوا بِه۪ يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُجِرْكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda, talebî inşâî isnaddır. يَا nidadır. قَوْمَنَٓا münadadır. Konunun önemini bildiren nida harfi ve münadanın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İstînâfiyye olarak fasılla gelen nidanın cevabı اَج۪يبُوا دَاعِيَ اللّٰهِ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
دَاعِيَ اللّٰهِ izafeti اَج۪يبُوا fiilinin mef’ûlüdür. Veciz ifade kastına matuf bu izafette, Allah ismine muzâf olan دَاعِيَ , tazim ve şeref kazanmıştır.
Aynı üslupla gelen وَاٰمِنُوا بِه۪ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabı olan اَج۪يبُوا ’ya atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ cümlesi talebin cevabıdır. Meczum muzari fiil sıygasında hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
وَيُجِرْكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ cümlesi aynı üslupla gelerek, hükümde ortaklık nedeniyle يَغْفِرْ cümlesine atfedilmiştir.
مِنْ ذُنُوبِكُمْ car mecrurundaki مِنْ ba’diyet manasındadır.
اَل۪يمٍ kelimesi عَذَابٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Burada Allah Teâlâ يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبِكُمْ buyurmamış, مِنْ kelimesini zikretmiştir. Böylece onların günahlarından bir kısmını affedeceğini vadetmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.343)
Nida harfinin tekrarı, arkasından gelecek sözün bütün konsantrasyonu toplamayı gerektiren önemli bir iş olduğuna dikkat çekmek, hissettirmek içindir. Arkadan kavim kelimesi izafet olarak tekrar edilmiştir ki bu grubun, kavminden olduğuna ve onlar için çabaladıklarına delalet eder. Bütün bunlar davetteki şefkate, davet ettikleri kavmin kalbine hitap ettiklerine ve bunun bu grupta temsil edilen güzel bir hikmet ve öğüt olduğuna işaret eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.338)
Dayanılmaz azaptan murad da, kâfirler için hazırlanmış olan azaptır. (Ebüssuûd)
"Günahlarınızı bağışlasın." Burada ba’diyet ifade eden مِنْ ile gelmesi dikkat çekicidir. Denilmiştir ki maksat sadece Allah'ın hakkı olan günahlardır. Çünkü kulların hakları sadece iman ile bağışlanı vermez. Gerçi bir gayri müslim kanlar döküp mallar yağma etmiş olup da sonra müslüman olsa müslüman oluşu hiç şüphesiz bütün geçmişlerini keser atar ise de yine o gayri müslimin birkaç sene önce eman yolu ile gelip bir şahıstan borç almış olduğunu farz etsek bu defa sadece İslam'a gelmesiyle o borcun da zimmetinden düşmüş olması gerekmez. yani aynı yurt içinde zimmi ve andlaşma ile orada bulunan gayri müslimlerin İslam'a girmeleri belirli olan kul haklarını düşürmez. Bu cinler de kendi kavimleri içinde imana davet ettikleri için yalnız bazı günahların bağışlanacağını vadetmişlerdir. (Elmalı Hamdi Yazır)