يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِه۪ وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَهْدِي | iletir |
|
2 | بِهِ | onunla |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | مَنِ | kimseleri |
|
5 | اتَّبَعَ | uyan |
|
6 | رِضْوَانَهُ | rızasına |
|
7 | سُبُلَ | yollarına |
|
8 | السَّلَامِ | esenlik |
|
9 | وَيُخْرِجُهُمْ | ve onları çıkarır |
|
10 | مِنَ | -dan |
|
11 | الظُّلُمَاتِ | karanlıklar- |
|
12 | إِلَى |
|
|
13 | النُّورِ | aydınlığa |
|
14 | بِإِذْنِهِ | kendi izniyle |
|
15 | وَيَهْدِيهِمْ | ve iletir |
|
16 | إِلَىٰ |
|
|
17 | صِرَاطٍ | bir yola |
|
18 | مُسْتَقِيمٍ | dosdoğru |
|
Mümin bu gerçeği kalbinde tüm varlığında, yaşamında ve zihninde hisseder ve nesneleri, olayları ve kişileri onunla değerlendirir. Onu sırf imanın hakikatını kalbinde duyması sebebiyle hisseder. Bu “nur”, müminin varlığını aydınlatan, hafifleştiren, parlatan bir nurdur. Önündeki herşeyi aydınlatır, açıklar, ortaya koyar ve ona doğru yola iletir.
Varlığında, çamurun değeri, toprağın karanlığı, et ve kanın yoğunluğu, istek ve arzuların coşkunluğu vardır. Tüm bunlar, aydınlatır, ışıklandırır ve parlatır. Ağırlığını hafifletiyor, karanlığını aydınlatıyor, yoğunluğunu inceltiyor ve coşkunluğunu dizginliyor.
Bakış açısındaki kapalılık ve karanlık, adımlarındaki yavaşlık ve tereddüt, prensipleri bulunmayan aşağılık yol ve hedefteki şaşkınlık… İşte tüm bunlar aydınlanıyor, ışıklanıyor ve yol üzerindeki nefis doğru yola iletiliyor..
“…Bir ışık ve bir aydınlatıcı kitap…”
Yüce peygamberin getirdiği, tek bir kitabın iki ayrı özelliği.
“Allah rızası peşinde koşanları, bu kitap sayesinde selamet yollarına erdirir, onları kendi izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır, doğru yola iletir.”
Allah İslâm’ı din seçmiştir. O, bu hoşnutluğuna uyan ve Allah’ın ona seçtiği gibi onu kendisine seçen kimseyi hidayete ulaştırır, “selamet yollarına” iletir.
Bu tanımlamadan daha ince ve daha doğru ne olabilir? “Selamet” (barış) bu dinin, hayatın tümüne yaydığı, ferdin, toplumun ve herşeyin; kurtuluşun ve barışın, vicdan, akıl ve organların kurtuluşu, toplumun, ümmetin insanın ve insanlığın kurtuluşu… Hayatla, varlıkla, hayat ve varlığın Rabbi Allah ile birliktelik kurtuluşu. İnsanlığın sadece bu dinde vé ancak onun yönetiminde, sisteminde, hukukunda ve inanç kanunlarına göre düzenlenmiş toplumunda bulabildiği bir “kurtuluş”.
Gerçek şu ki, Allah hoşnut olduğu bu din ile, Allah’ın hoşnutluğuna uyanları “selamet yolları”na iletir… Tüm bu alanlardaki bütün “selamet yolları”na… Bu gerçeği, eski veya çağdaş cahiliyede harb yollarının acısını tatmış olanlar gibi hiç kimse idrak edemez. Bu gerçeği, vicdanların derinliklerindeki cahiliye inançlarından kaynaklanan dur-durak bilmez harbin ve cahiliyenin kanunlarından ve düzenlerinden kaynaklanan, hayatı tümüyle perişan eden anarşik çatışmaların acı neticelerini görmüş kimseler gibi anlayamaz.
Bu sözler ile ilk kez muhatap olanlar, cahiliye tecrübeleri sebebiyle bu kurtuluşun ve barışın anlamını biliyorlardı. Çünkü onlar, bunu bizzat tatmışlar ve bundan büyük bir haz duymuşlardı.
Bizi kuşatan ve içimize işleyen cahiliye, asırlar boyu vicdanlarda ve toplumlarda çatışmanın her türlüsünü insanlara şimdi bu gerçeği idrake ne kadar muhtacız.
Tarihimizin bir aralığında bu “kurtuluş ve barış” içerisinde yaşamış olan sonra, bu “selamet”den çıkıp ruhlarımızı ve kalplerimizi ahlâkımızı ve gidişatımızı, toplumumuzu ve halklarımızı, parça parça eden bir çatışmaya dalan bizler, şimdi ona ne kadar ihtiyaç duyuyoruz! Allah’ın bizim için seçtiğini, kendimize seçtiğimiz ve O’nun hoşnutluğuna uyduğumuzda, Allah’ın bize bağışladığı “selamet”e girmeye yetkin olacağız.
Bu cahiliyetin belalarına esir olmuşuz. İslam ise bize yakındır. İslam barışı, eğer istersek elimizi uzatabileceğimiz kadar yakın iken, cahiliye anarşisine dalmışız. Değersiz şeye karşılık değerliyi veren bu alış-veriş ne zararlı bir ticaret! Hidayete karşılık sapıklığı satın alıyoruz? Savaşı barışa tercih ediyoruz.
Biz insanlığı cahiliyenin her türlü renk ve şekildeki bu musibetlerinden kurtarabiliriz. Fakat kendimizi kurtarmadan, “selamet” gölgesine önce kendimiz girmeden ve Allah’ın hoşnutluğuna sığınıp, olduğuna uymadan önce, insanlığı kurtaramayız. Ancak bunları yaptığında, Allah’ın “selamet yollarına” erdirdiğini buyurduğu kimselerden oluruz.
“… Onları kendi izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır..”
Şüphe, hurafe, hikayeler ve masallar karanlığı… Arzular, tartışmalar ve uçsuz bucaksız çöllerde kalmak karanlığı… Sempatik ve emin yerlerden, vahşet endişe ve şaşkınlık üzüntü ve hidayetsizlik karanlığına.
Diğer ölçülerinin, hükümlerin ve dengelerin bozukluğundan kaynaklanan karanlık… Nur ise aydınlıktır. Önce sözünü ettiğimiz vicdan, akıl, varlık, hayat ve her işteki aydınlık nurdur.
“…Doğru yola iletir..”
Ruhun fıtratına ve ona hükmeden yasalara uygun olan “dosdoğru” yaratılış fıtratı ve onu yönlendiren evrensel yasalara uyan, “dosdoğru” öyle ki, şaşırıp gerçekleri, prensipleri ve hedefleri karıştırmadan Allah’a yönelik olan “dosdoğru”.
(Fizilalil Kur’an-Seyyid Kutub)
رضوان Kelimenin kökü olan رَضِيَ fiili râzı, hoşnut veye memnun oldu manasındadır.
Rıdvan ise çok râzı veya memnun olmak, tasvip etmek demektir. Rızânın, hoşnutluğun en büyük olanı ve en yücesi de Allah’ın rızası olduğu için Kuran-ı Kerim’de bu kelime Allah’u Teala’dan neş’et eden rızaya tahsis edilmiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 73 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri razı, rıza, Murtaza ve Rıdvan’dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِه۪
يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ cümlesi كِتَابٌ ’un ikinci sıfatı olarak mahallen merfûdur. Fiil cümlesidir. يَهْد۪ي merfû muzari fiildir. بِهِ car mecruru يَهْد۪ي fiiline müteallıktır. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنِ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اتَّبَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
رِضْوَانَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سُبُلَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. السَّلَامِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ cümlesi atıf harfi وَ ’la sılaya matuftur. يُخْرِجُهُمْ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مِنَ الظُّلُمَاتِ car mecruru يُخْرِجُهُمْ fiiline müteallıktır.
اِلَى النُّورِ car mecruru aynı şekilde يُخْرِجُهُمْ fiiline müteallıktır. بِاِذْنِه۪ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. بِ harf-i ceri, sebebiyyedir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. يَهْد۪يهِمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اِلٰى صِرَاطٍ car mecruru يَهْد۪يهِمْ fiiline müteallıktır.
مُسْتَق۪يمٍ kelimesi صِرَاطٍ ’in sıfatıdır.
مُسْتَق۪يمٍ sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istifâl babından ism-i faildir.يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِه۪ وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Fasılla gelen ayet önceki ayetteki الْكِتَابِ ’nin ikinci sıfatıdır. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bütün kemâl sıfatlara şamil lafzâ-i celâlin müsnedün ileyh olarak gelmesi telezzüz, teberrük ve kalplerde ünsiyet uyandırmak amacına matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
يَهْد۪ي fiilinin mef’ûlü olan müşterek ism-i mevsûl مَنِ ’in sılası اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سُبُلَ السَّلَامِ ibaresinin mahzuf bir muzâfın olduğu düşünülerek, سُبُلَ دَارِ السَّلَامِ [Selam, selamet, kurtuluş yurdunun yollarına] manasında olması caizdir. (Fahreddin er-Râzî)
Muzari fiil cümlesi olan …يُخْرِجُهُمْ مِنَ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. وَ ’la sıla cümlesine atfedilmiştir. يَهْد۪ي ’ye matuf olduğu da söylenmiştir.
Aynı üsluptaki وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ cümlesi de يَهْد۪ي fiiline matuftur.
وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ [Karanlıklardan nura çıkarır.] ifadesinde istiare vardır. Karanlıklar inkâr, nur da iman manasında müstear olarak kullanılmıştır. (Sâbûnî)
الظُّلُمَاتِ - النُّورِ arasında tıbâk-ı îcab vardır.
يَهْد۪ي fiili muzari olarak gelmiş, hidayetin yenilenerek devam ettiğini ifade etmiştir.
بِهِ’deki zamirin hem resule hem kitaba râci olma ihtimali dolayısıyla tenâzu vardır.
[Rızasına uyan] ibaresinde kevn-i lâhik alakası ile mecâz-ı mürsel vardır. Rızasına ulaştıracak emir ve nehiylere uyumayı ifade eder.
سُبُلَ السَّلَامِ, “selamet yolu” demektir. Manevi sebepler, maddi yollara benzetilmiştir.
سُبُلَ السَّلَامِ ile صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ arasında mürâât-ı nazîr vardır.
Ayetin, başındaki يَهْد۪ي fiililiyle sona ermesi teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Bu tekrarda reddül’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Hidayet isteyen kişinin Allah’ın rızası olan şeylere yapışması lazımdır.
يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ cümlesinde ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, hidayete son derece ehemmiyet verildiğini zımnen belirtmek içindir. (Ebüssuûd)
İkisi farklı şeylermiş gibi وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ cümlesinin يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ cümlesine atfedilmiş olması, vasfı olan farklılığın zatî farklılık gibi mülahaza edilmiş olmasından dolayıdır. (Ebüssuûd)