Mâide Sûresi 27. Ayet

وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ ابْنَيْ اٰدَمَ بِالْحَقِّۢ اِذْ قَرَّبَا قُرْبَاناً فَتُقُبِّلَ مِنْ اَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْاٰخَرِۜ قَالَ لَاَقْتُلَنَّكَۜ قَالَ اِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَ  ...

(Ey Muhammed!) Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاتْلُ oku ت ل و
2 عَلَيْهِمْ onlara
3 نَبَأَ haberini ن ب ا
4 ابْنَيْ iki oğlunun ب ن ي
5 ادَمَ Adem
6 بِالْحَقِّ gerçek olarak ح ق ق
7 إِذْ hani
8 قَرَّبَا sunmuşlardı ق ر ب
9 قُرْبَانًا birer kurban ق ر ب
10 فَتُقُبِّلَ kabul edilmiş ق ب ل
11 مِنْ
12 أَحَدِهِمَا birinden ا ح د
13 وَلَمْ
14 يُتَقَبَّلْ kabul edilmemişti ق ب ل
15 مِنَ
16 الْاخَرِ ötekinden ا خ ر
17 قَالَ demişti ق و ل
18 لَأَقْتُلَنَّكَ seni öldüreceğim ق ت ل
19 قَالَ dedi ق و ل
20 إِنَّمَا sadece
21 يَتَقَبَّلُ kabul eder ق ب ل
22 اللَّهُ Allah
23 مِنَ
24 الْمُتَّقِينَ korunanlardan و ق ي
 

Bu kıssa düşmanlık ve kötülüğün fıtratını ve yardım bekleyen düşmanın durumunu örnek olarak bize bildiriyor. Çünkü iyilik ve hoşgörü fıtratın ve gönülden dostluğun en güzel örneğidir. Şu bir gerçek ki bunlar daima yüz yüzedir. İyi veya kötü kendi yapısına uygun davranışta bulunurlar. Suç tiksindiricidir, kötü insan tarafından ilgi uyandırır. Yardım isteyen insanın çığlıkları diğer insanların vicdanlarında büyük çapta etkili ve tesirli olur. Şuur adil bir kısası emreden kanunun varlığına büyük ihtiyaç duyar. Bundan dolayı kötü insan bu yaptırımdan dolayı suçu işlemeye korkar. Buna rağmen suçu işlerse, işlediği suç oranında cezaya çarptırılır. İyi insan daima masumdur ve yaşaması gerekir. Adil bir nizamın gölgesi altında huzur içinde korunması gerekir.

Hz. Adem (selâm üzerine olsun) oğullarının kıssası ne zamanla ne mekanla ne de o iki insanla sınırlıdır. Bu örnek hakkında birçok rivayetler vardır. Fakat biz ayet-i kerimenin bildirdiği sınırlar çerçevesinde kalmayı benimsiyoruz. Çünkü ileri sürülen tüm rivayetler şüphelidir. Kıssa Tevrat’ta geçmektedir ve isimleri, zamanı, mekanı sabittir. Sahih hadislerde ise fazla bilgi verilmemiştir. İbn-i Mesut Resulullah’ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Zulme uğrayıp bir insan öldürülürse, onun kanında Adem’in.-ilk oğluna bir pay düşmemesi imkansızdır. Çünkü adam öldürmeyi ilk icad eden odur.”

 

Bu hususta söyleyebileceğimiz yegane söz şudur: Bu olay insanlığın ilk çağında meydana gelmiştir ve kasten adam öldürmenin ilk örneğidir. Katil cesetlerin nasıl gömüleceğini bile bilmiyordu. Kapsamlı öğütlere, yer verilmiş, fakat bu temel hedeflere fazla bir şey ilan edilmemiştir… Bu yüzden, bu genel ayet karşısında duruyor ve onu ne özelleştiriyor ne de fazla izaha kalkışıyoruz..

“Ey Muhammed onlara Adem’in iki oğlunun gerçeğe dayalı hikayesini anlat. Hani ikisi birer kurban sunmuşlardı da birinin kurbanı kabul edilmiş, öbürünün ki kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen kardeşine, “Yemin ederim ki, seni öldüreceğim” deyince öbür kardeşi şöyle dedi: “Allah sadece takva sahiplerinin ibadetini kabul eder.”

Yahudilerin Hz. Musa ile başlarından geçen kıssayı okuduktan sonra, insanlığa birer numune olan şu iki kişinin hikayesini anlat; Onlara gerçeği anlat. Bu hikayenin, rivayeti gerçek ve doğrudur. O insan fıtratını gerçek şekliyle bildirmekte ve caydırıcı adil şeriatın zorunluluğunu doğru bir şekilde ortaya koymaktadır. Adem’in bu iki oğlu, temiz bir ruhun saldırganlık hissine kapılmak için bahane bulamayacağı bir konumdalar. Çünkü onlar, Allah’ın huzurunda itaat etmek ve kendisiyle Allah’a yaklaşacakları kurban sunmak üzereler:

“Hani ikisi birer kurban sunmuştu..”

“Birinin kurbanı kabul edilmiş öbürününki kabul edilmemişti.”

Ayetteki fiil, kabul edilme ve edilmeme işinin gizli bir kuvvete dayandığı ve gizli bir şekilde olduğuna işaret etmek için edilgen çatı kurmuştur. Bu sorgu ile bize iki durum hatırlatılıyor:

1- Bu kabul edişin nasıl olduğundan bahsetmememiz ve Tevrat’ın hikayelerinden alındığı görüşünde olduğumuz, rivayetlere tefsir kitaplarının daldığı gibi dalmamamız hatırlatılıyor.

2- Kurbanı kabul edilenin, kin duyulmasını gerektiren ve öldürülmesine gerekçe olacak bir suçu olmadığı hatırlatılıyor. Çünkü kurban kabulünde, onun bir rolü yok. Onu ancak meçhul bir kuvvet, bilinmeyen bir şekilde kabul etmiş ve olay her ikisinin de kavrayış alanı ve iradesi dışında gerçekleşmiştir. Burada bir kardeşin kardeşini öldürmesi ve kişinin ruhunda adam öldürecek derecede kin oluşması için hiçbir neden yoktur. Öldürme fikri bu noktada… İbadet ve Allah’a yakınlık noktasında, kardeşinin iradesinin hiçbir müdahalede bulunmadığı gizli-meçhul bir kudret karşısında böylesi bir sahada dosdoğru birinin düşünebileceği en uzak şeydir.

“… Yemin ederim seni öldüreceğim..” dedi.

Böylece -kararlılığını gösteren- bu sözler, nefreti körükleyen bir davranışı ortaya çıkarıyor. Şu ne pis ve inkarcı duygu, kör bir kıskançlık duygusu. Onun hiçbir vicdanda yeri yoktur. Böylece sözün akışı henüz tamamlanmadığı halde, ayetin sayesinde, kendimizi daha ilk andan itibaren bir saldırganlığın karşısında buluyoruz. Fakat sözün akışı, ikinci bir örnek olan diğer kardeşin cevabını, duasını ve temiz kalbini tasvir ederek saldırganlığı daha bir iğrenç ve daha bir korkunç hale sokarak devam ediyor.

” ..Öbür kardeşi şöyle dedi: Allah sadece takva sahiplerinin ibadetini kabul eder.”

Böylece, bu adağın kabulünün sebeplerini anlayabilecek bir iman ve bağışlanma ortamında ve saldırıya kalkışan kardeşini Allah’tan korkmaya ve ibadetlerini kalbe götüren yola girmeye teşvik eden direktifler arasında işin aslı ortaya konuyor. Üstelik ayet bunları ince bir sanatla ve kulakları tırmalayan bir sesleniş ile ifade ediyor:

 

“Bunun üzerine Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gözlerden saklayacağını göstermek üzere ona toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. Kardeş katili, eşinen kargayı görünce ‘Yazık bana, şu karga kadar olup kardeşimin cesedini gömemiyor muyum?” dedi ve arkasından ettiğine pişman olanlardan oldu.”

Sonra imanlı, takva sahibi müslüman kardeş, kötü kardeşinin ruhundaki kini ve kötü niyetleri yumuşatıp gidermeye çalışıyor:

“..Eğer sen öldürmek amacı ile elini bana doğru uzatacak olursan ben öldürmek amacı ile elimi sana doğru uzatacak değilim. çünkü ben alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”

İnsanın vicdanını etkileyen çok güç bir durumda bile saldırının karşısında saldırıya uğrayanın yiğitliği, saldırganın korkutması karşısında şaşılacak şekilde güven ve huzur içinde olması, kalbinin sadece alemlerin Rabbi Allah’tan korkup sakınması… İşte tüm bunlar, huzur, güven ve takva örneğinin vasıfları olarak tasvir ediliyor..

Bu pek yumuşak sözler, kinleri dağıtmakta, kıskançlığı kaldırmakta, kötülüğe direnmekte, kabarmış sinirleri teskin etmekte muhatabına kardeşlik bağını, iman neşesine ve takva duyarlılığına yöneltmektedir.

Evet bu sözler yeterli idi. Fakat salih kardeş, yanı sıra korkutup, sakındırmayı da unutmuyor:

“İstiyorum ki, hem kendi günahını hem de benim günahımı yüklenerek cehennemliklerden olasın. Zalimlerin cezası budur.”

Sen öldürmek amacı ile elini bana uzattığın zaman, benim de senin yaptığın bu fiili işlemem ne durumuna ne de tabiatına uygundur. Bu fikir -öldürmek fikri- kesinlikle aklına gelmemiş, fikrimi hiçbir şekilde çelmemiştir. Çünkü ben alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım. Yoksa bu cinayeti işleyemem. Ben seni, Allah’ın kurbanını kabul etmemesine sebep olan günahına ek olarak beni öldürme günahını da yüklenmiş halde bırakıyorum. Böylece günahın da azabın da kat kat artar. “Zalimlerin cezası budur…”

Buna rağmen müslüman kardeş kendine karşı aklına gelen bu fikirden utanç duyması ve yeltendiği şeyden vazgeçmesi için, cinayet suçunu işlemeye kalkışan kardeşine acıyor.

Nefret etmesi için bu günahını ona gösteriyor ve alemlerin Rabbi Allah korkusuyla katmerli günahtan kurtulmasını göstermeye çalışıyor. Böylece bir insanın kalbini kötülükten çevirip, engelleyebilmek için harcanacak bütün çabayı sarf ediyor. “Buna rağmen öbür kardeş ihtiraslarına boyun eğerek kardeşini öldürdü ve böylece hüsrana uğrayanlardan oldu.”

Fakat kötü kardeş -onun nasıl bir tepki gösterdiğini öğrenmemizi de sağlayacak şekilde- kötü örnekliğinin tablosunu tamamlıyor.

Tüm bunlardan sonra… Bu hatırlatma, nasihat, barışma teklifleri ve sakındırmalardan sonra… Tüm bunlardan sonra bile, bu kötü nefis saldırdı ve suçu işledi, işledi ve nefsi onu bütün neticeleri ile rezil etti. Bütün engelleri aşmasını teşvik etti.. Cinayeti kendisine güzel gösterip onu özendirdi. Kimi öldürdü? Kardeşini öldürdü… Ve cezayı hakketti..

“… Ve hüsrana uğrayanlardan oldu.”

Hüsrana uğradı ve kendini perişanlık yollarına saldı. Kardeşini kaybetti ve bir yardımcı, bir dosttan oldu. Dünyası perişan oldu. Çünkü katillik hakkı yoktur. ahireti de perişan oldu. Çünkü önceki günahı ve son günahını taşıyarak geçip gitti.

İşlediği suçun cesedi, onu somut bir biçimde hayattan ayrılmış, bozulmaya başlayan bir et ve kemik yığını haline gelmiş ve hiç kimsenin tahammül edemeyeceği şekilde kokmaya başlamış bir ceset olarak gösterildi. Allah’ın takdiri onun kardeşinin cesetini gözlerden saklamaktan acziyeti karşısında saldırgan bir katil olarak kala kalmasını diledi. Kuşların en değersiz sayılan bir karga gibi olamamanın acziyet içerisinde:

 

Bunun üzerine Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gözlerden saklayacağını göstermek üzere ona toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. Kardeş katili, eşinen kargayı görünce “Yazık bana, şu karga kadar olup, kardeşimin cesedini gömemiyor muyum? dedi ve arkasından ettiğine pişman olanlardan oldu.”

Kimi rivayetlerde: “Karga, başka bir kargayı öldürdü, veya bir karga ölüsü buldu ya da bir karga ölüsü getirdi. Yere bir çukur açtı. Sonra kargayı oraya gömdü. Bunun üzerine katil yukarıdaki sözü söyledi ve kargadan gördüklerinin aynısını yaptı” denilmektedir.

Açıktır ki, katil daha önce bir cesedin gömülüşünü görmemişti. Görseydi bunu yapabilirdi. Bu cesedin yeryüzünde Adem oğullarından ölen ilk kişi olması veya bu katilin daha önce bir ölünün gömülmesini hiç görmemesi şeklinde iki ihtimalin birinden kaynaklanmaktadır. Açıktır ki, katilin pişmanlığı tevbe pişmanlığı değildir. Öyle olsaydı Allah tevbesini kabul ederdi. Pişmanlığı ancak işlediği cinayetin gerekçesiz oluşundan ve karşılaşacağı eziyet, yorgunluk ve üzüntüden kaynaklanmaktaydı. Karganın kendi cinsi kargayı gömmesine gelince… Kimi bunun kargalar arasında bir adet olduğunu kimi de Allah’ın icra ettiği fevkalade bir olay olduğunu söylemiştir. Her iki şekilde de durum değişmez. Canlılara tabiatlarını veren Allah, onlara istediğini yaptırabilir. Bu O’nun gücü dahilindedir. Burada ayetlerin dizilişi, ruhlarda yaptığı derinlemesine etkileri bırakarak, bir haberin ardarda nakline geçiyor. Bizde, bu zincirleme içinde olayı nakletmenin ve vicdanlarda bıraktığı izleri birleştirerek duygusal bir gerekçe oluşturuyor. Bu sayede de, kendisini bekleyen kısasın acılarının suçu onu işlediğinden dolayı, suçlunun ruhunda bilinçte, suçun karşılığını bulması ve adilce bir kısasın yapılması için gerekli gördüğü hükümleri duygusal bir ağırlık noktası oluşturmayı amaçlıyor.

Fizilal-il Kuran- Seyyid Kutub

 

Habil ve Kabil : 

 

 

وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ ابْنَيْ اٰدَمَ بِالْحَقِّۢ اِذْ قَرَّبَا قُرْبَاناً فَتُقُبِّلَ مِنْ اَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْاٰخَرِۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اتْلُ  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت’dir.

عَلَيْهِمْ  car mecruru  اتْلُ  fiiline müteallıktır.  نَبَاَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  ابْنَيْ  muzâfun ileyh olup müsennaya mülhak olduğu için  ى  ile mecrurdur. Sonundaki  نَ  izafetten dolayı hazfedilmiştir.

اٰدَمَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır.  بِالْحَقِّۢ  car mecruru  اتْلُ ’deki zamirin mahzuf haline müteallıktır.

اِذْ  zaman zarfı,  نَبَاَ’ye müteallıktır.  قَرَّبَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قَرَّبَا  mebni mazi fiildir. Zamir olan elif fail olup mahallen merfûdur.  قُرْبَانًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

فَ  atıf harfidir.  تُقُبِّلَ  meçhul mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

مِنْ اَحَدِهِمَا  car mecruru  تُقُبِّلَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يُتَقَبَّلْ  meczum muzari fiildir.

مِنَ الْاٰخَرِ  car mecruru  يُتَقَبَّلْ  fiiline müteallıktır.

تُقُبِّلَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  قبل’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar. 

 

قَالَ لَاَقْتُلَنَّكَۜ

 


Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

لَ  mahzuf kasemin başına gelen vakıadır.  اَقْتُلَنَّكَ  fiilinin sonundaki  نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.

اَقْتُلَنَّكَ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)


قَالَ اِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَ

 


Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

اِنَّمَا  kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden alıkoyan anlamında olup, buradaki  مَا  harfidir,  اِنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.

Mekulü’l-kavli,  يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mensubtur.  يَتَقَبَّلُ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

مِنَ الْمُتَّق۪ين  car mecruru  يَتَقَبَّلُ  fiiline müteallıktır.

الْمُتَّق۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. 

الْمُتَّق۪ينَ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftial babının ism-i failidir.
 

وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ ابْنَيْ اٰدَمَ بِالْحَقِّۢ اِذْ قَرَّبَا قُرْبَاناً فَتُقُبِّلَ مِنْ اَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْاٰخَرِۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayet emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümleye muzâf olan mazi manalı zaman zarfı  نَبَاَ  ,اِذْ ’ye müteallıktır. Veya isim manasında  نَبَاَ ’den bedeldir.

Mazi fiil sıygasıyla gelen  قَرَّبَا قُرْبَانًا  cümlesi zaman zarfı  اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır. 

قَرَّبَا  fiilinin hem tef’il babında hem de mef’ûlu mutlak ile gelmesinde kurban kesmenin ve benzeri ilâhi emirlerin, farz ve nafile ibadetlerin yerine getirilmesinin kulu Allah’a yaklaştıracağına işaret vardır.

“Kurban” kelimesinin, bir cins ismi olduğu ve bir kurban ile birden fazla kurbana şamil olduğu söylenmiştir. Hem kurban lafzı, tıpkı رُجْحَان  , العدوان  ve  كُفْرَان  kelimeleri gibi bir masdardır. Masdar (mef’ûlu mutlak) ise tesniye ve cemi olarak gelmez. (Fahreddin er-Râzî,  Âşûr) 

Bu fiil kurban kesmek manasında kullanılmıştır, istiare vardır. Maksat; güzel göstermek, zihne yerleştirmek, müşebbehin halini beyandır.

Meçhul bina edilmiş muzari fiil cümlesi  فَتُقُبِّلَ مِنْ اَحَدِهِمَا, muzâfun ileyhe matuftur. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْاٰخَرِ  cümlesi makabline matuftur. Atıf sebebi tezattır.

فَتُقُبِّلَ مِنْ اَحَدِهِمَا  cümlesiyle لَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْاٰخَرِ  arasında mukabele sanatı vardır.

فَتُقُبِّلَ - لَمْ يُتَقَبَّلْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

نَبَاَ - ابْنَيْ   kelimeleri arasında cinâs-ı muzari ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

قَرَّبَا - قُرْبَانًا  ve  فَتُقُبِّلَ - يُتَقَبَّلْ - يَتَقَبَّلُ  kelime grupları arasında istikak cinası ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Cem' ma’at-tefrik ve tamim vardır.


  قَالَ لَاَقْتُلَنَّكَۜ

 

Müstenefe olan cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli  لَاَقْتُلَنَّكَ  cümlesi ise, mahzuf kasemin cevabıdır.  لَ  ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş muzari fiille gelmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.


 قَالَ اِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَ

 

Müstenefe olan cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli  لَاَقْتُلَنَّكَ  cümlesi ise  اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiş muzari fiil cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır. 

Kasr, fiil ve fail arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.

Muhatabın bildiği konularda kasr  اِنَّمَا  ile yapılır. Ancak bunun aksi durumlarda da  اِنَّمَا  ile kasrın yapıldığı görülmektedir. Yani muhatabın inkâr  ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak  اِنَّمَا  ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. 

Bu ayette zikredilen  اِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَ  [Allah sadece müttakilerden kabul eder.] bölümü bunu haber vermek için gelmemiştir. Kâfirleri kınamak, azarlamak için gelmiştir. Tariz olarak onlardan düşünmeleri ve ibret almaları istendiğinde bundan yüz çevirdikleri anlatılmıştır. (Âşûr)

Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya şamil Allah lafzıyla gelmesi tazim, teberrük ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur.

قَالَ  fiilinin tekrarında  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Amellerin kabul edilmesi için, takvanın bulunması şarttır. Nitekim Allah burada haklı olanın ağzından, “Allah ancak müttakilerden kabul buyurur.” demiştir. Cenab-ı Hak, bize deveyi kurban olarak kesmemizi emrederken de “Onların ne etleri ne kanları hiç bir zaman Allah’a erişmez. Fakat sizden O’na, takva ulaşır.” (Hac Suresi, 37) buyurmuş ve böylece Allaha varan şeyin sadece takva olduğunu haber vermistir.

Takva ise kalbin sıfatlarındandır. Nitekim Hz.  Peygamber (sav), kalbine işaret ederek “Takva buradadır.” (Müslim, Birr, 32 (4/1986); Tirmizî, Birr, 18 (4/325) demiştir.

Takva birçok şeyi ifade eder:

1. İnsanın, yaptığı ibadetlerde kusur edeceği endişesi ve korkusuna düşerek elinden geldiği nispette kusurlardan korunması...

2. İnsanın, yaptığı taatları, Allah rızasını istemenin dışında herhangi bir maksat için yapmaktan korunması...

3. İnsanın, ibadetlerinde Allah'tan başkasının ortak olmasından ittika edip korunmasıdır. (Fahreddin er-Râzî)