Mâide Sûresi 40. Ayet

اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ  ...

Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’a aittir. O, dilediğine azap eder, dilediğini de bağışlar. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 تَعْلَمْ bilmez misin ki ع ل م
3 أَنَّ şüphesiz
4 اللَّهَ Allah’a
5 لَهُ aittir
6 مُلْكُ mülkü م ل ك
7 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
8 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
9 يُعَذِّبُ azabeder ع ذ ب
10 مَنْ kimseye
11 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
12 وَيَغْفِرُ ve bağışlar غ ف ر
13 لِمَنْ kimseyi
14 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
15 وَاللَّهُ Allah
16 عَلَىٰ üzerine
17 كُلِّ her ك ل ل
18 شَيْءٍ şey ش ي ا
19 قَدِيرٌ kadirdir ق د ر
 

Bu soru önceki âyeti açıklayıcı mahiyettedir. Orada yüce Allah, tövbe edip halini düzeltenlerin tövbelerini kabul buyuracağını ve günahlarını bağışlayacağını bildirmişti. Burada da sebebini açıklayarak bütün mülkün kendisine ait olduğunu, mülkünde dilediğini yapıp dilediği şekilde hükmetme yetkisine sahip bulunduğunu ve her şeye kadir olduğunu, bu sebeple dilediğini cezalandıracağını, dilediğini de bağışlayacağını ifade buyurmuştur

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 271

 

اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ


Hemze, istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  تَعْلَمْ  meczum muzari fiildir.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  تَعْلَمْ  fiilinin iki mef’ûlu yerindedir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. Bilmek, sanmak, kalp yani zihin işi olduğundan bu fiillere kalp fiilleri denir. Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. 

Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir:

1. İki mef’ûl alanlar,

2. İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 

3. İki mef’ûlü hazif olanlar.

Bu ayette  تَعْلَمْ  fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنَّ  isim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اَنَّ’nin ismi olup lafzen mansubtur.

لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ  cümlesi  اَنَّ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.

لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مُلْكُ السَّمٰوَاتِ  muahhar mübtedadır.  السَّمٰوَاتِ  kelimesi muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

لِ  harf-i ceri mecruruna tahsis, sahiplik, istihkak, sebep gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْاَرْضِ  kelimesi atıf harfi  وَ’la  السَّمٰوَاتِ  kelimesine matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesi  اَنَّ’nin ikinci haberi olarak mahallen mansubtur.

يُعَذِّبُ  merfû muzaridir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

يُعَذِّبُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  عذب ’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

وَ  atıf harfidir.  يَغْفِرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  يَغْفِرُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.


  وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.

عَلٰى كُلِّ car mecruru  قَد۪يرٌ ’e müteallıktır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. قَد۪يرٌ  ise haberdir.

عَلَى  harf-i ceri mecruruna istila, rağmen, karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَد۪يرٌ۟  mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 
 

اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ


Ayet fasılla gelmiştir. Sebebi kemâl-i ittisâldir. İstînâfi beyaniyedir. (Âşûr)

Bu cümle de makabli gibi mezkûr hükmün illeti mahiyetindedir. Çünkü ulûhiyet unvanı, göklerin ve yerin hükümranlığının yalnız Allah Teâlâ'ya aidiyetinin yegâne sebebidir. (Ebüssuûd)

Buradaki inkâr-ı istifham da, ilmi tespit içindir. (Yani elbetteki biliyorsun, demektir.) Maksat, Allah’ın azap etmeye ve mağfirete muktedir olduğuna en beliğ ve en mükemmel bir şekilde yerine getirdiğine işaret etmesidir. (Ebüssuûd)

Azap vermenin mağfiretten önce zikredilmesi, ikisinin sebepleri arasındaki sırayı gözetmek içindir. (Azabın sebebi suç işlemek; bağışlamanın sebebi de suçluya merhamet etmektir.) (Ebüssuûd)

İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle, takrir manasına gelmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu için istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır.

علم  fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir.  اَنَّ  ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelam olan masdar-ı müevvel cümlesi,  تَعْلَمْ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

اَنَّ ’nin haberi olan  لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  isim cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Az sözle çok anlam amacıyla gelen  مُلْكُ السَّمٰوَاتِ  izafeti, muahhar mübtedadır.

Müspet muzari fiil sıygasında gelen …يُعَذِّبُ  cümlesi  اَنَّ ’nin ikinci haberidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  bu fiilin mef’ûlü konumundadır. Aynı üslupta gelen …يَغْفِرُ  cümlesi makabline matuftur. Atıf sebebi tezattır.

اَلَمْ تَعْلَمْ [Bilmez misin ki] Peygambere hitaptır. Maksat, O ve ümmetidir. Yalnız O’nu zikretmesi bunu en iyi bilenleri ve bilgilerinin kaynağı olmasındandır. (Beyzâvî, Safvetü’t Tefasir) 

مَنْ - يَشَٓاءُ  kelimelerinin tekrarında  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesiyle  يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ ave  يُعَذِّبُ - يَغْفِرُ  kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

 وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ


 و istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelen ve takdim kasrıyla tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu cümle mamulun amile kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O, her şeye kadirdir. Muktedir olmadığı hiçbir şey yoktur. 

شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.

قَد۪يرٌ۟ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Bu cümle Allah Teâlâ’nın tüm mevcudattaki tasarrufunun umumiliğine delalet etmektedir. Var olanı yok etmek ve yok olanı da var etmek yalnız O’nun elindedir. 

عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ  ifadesi maksûrun aleyh,  قَد۪يرٌ۟  ise maksûrdur.

Müsnedün ileyh tazim ve korkutmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan ٱللَّه  ismiyle gelmiştir.

Mütekellimin Allah Teâlâ olması nedeniyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Allah öldürmeye de hayat vermeye de ve hepinizi bir araya toplamaya da kadirdir. Bu itibarla cümle, geçen hükmün sebep ve gerekçesidir. Ayetin fasılası daha önceki surelerde de mevcuttur. Tekrarlanan kelimeler ya da sıygalar, okuyucuyu kelimenin ilk geçtiği yere gönderir ki bu beyan renklerinden biridir. Bu tekrarlarda tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Bu cümle ilmin ve kudretin umumiliğine delalet etmek için tezyîldir. (Âşûr)