Mâide Sûresi 41. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ لَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ اٰخَر۪ينَۙ لَمْ يَأْتُوكَۜ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِه۪ۚ يَقُولُونَ اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا فَخُذُوهُ وَاِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواۜ وَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ فِتْنَتَهُ فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْۜ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ  ...

Ey Peygamber! Kalpten inanmadıkları hâlde, ağızlarıyla “İnandık” diyenler (münafıklar) ile Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar (Yahudiler) yalan uydurmak için (seni) dinlerler, sana gelmeyen bir topluluk hesabına dinlerler. Kelimelerin (ifade içindeki) yerlerini bildikten sonra yerlerini değiştirir ve şöyle derler: “Eğer size şu hüküm verilirse, onu tutun. O verilmezse sakının.” Allah, kimin azaba uğramasını istemişse artık sen onun için asla Allah’a karşı hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah’ın kalplerini temizlemeyi istemediği kimselerdir. Onlara dünyada bir rüsvaylık, ahirette ise yine onlara büyük bir azap vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الرَّسُولُ Elçi ر س ل
3 لَا
4 يَحْزُنْكَ seni üzmesin ح ز ن
5 الَّذِينَ kimseler
6 يُسَارِعُونَ yarış eden(ler) س ر ع
7 فِي
8 الْكُفْرِ küfürde ك ف ر
9 مِنَ
10 الَّذِينَ onlar ki
11 قَالُوا derler ق و ل
12 امَنَّا inandık ا م ن
13 بِأَفْوَاهِهِمْ ağızlariyle ف و ه
14 وَلَمْ
15 تُؤْمِنْ inanmamış iken ا م ن
16 قُلُوبُهُمْ kalbleri ق ل ب
17 وَمِنَ ve arasında
18 الَّذِينَ olanlar
19 هَادُوا yahudi(ler) ه و د
20 سَمَّاعُونَ kulak verirler س م ع
21 لِلْكَذِبِ yalana ك ذ ب
22 سَمَّاعُونَ kulak verirler س م ع
23 لِقَوْمٍ bir kavme ق و م
24 اخَرِينَ başka ا خ ر
25 لَمْ
26 يَأْتُوكَ sana gelmemiş olan ا ت ي
27 يُحَرِّفُونَ onlar kaydırırlar ح ر ف
28 الْكَلِمَ kelimeleri ك ل م
29 مِنْ
30 بَعْدِ bazısının ب ع د
31 مَوَاضِعِهِ yerlerinden و ض ع
32 يَقُولُونَ derler ق و ل
33 إِنْ eğer
34 أُوتِيتُمْ size verilirse ا ت ي
35 هَٰذَا bu
36 فَخُذُوهُ alın ا خ ذ
37 وَإِنْ ve eğer
38 لَمْ
39 تُؤْتَوْهُ verilmezse ا ت ي
40 فَاحْذَرُوا sakının ح ذ ر
41 وَمَنْ ve birini
42 يُرِدِ isterse ر و د
43 اللَّهُ Allah
44 فِتْنَتَهُ şaşırtmak ف ت ن
45 فَلَنْ
46 تَمْلِكَ sen yapamazsın م ل ك
47 لَهُ onun için
48 مِنَ karşı
49 اللَّهِ Allah’a
50 شَيْئًا hiçbir şey ش ي ا
51 أُولَٰئِكَ işte onlar
52 الَّذِينَ o kimseler ki
53 لَمْ
54 يُرِدِ istememiştir ر و د
55 اللَّهُ Allah
56 أَنْ
57 يُطَهِّرَ temizlemesini ط ه ر
58 قُلُوبَهُمْ kalblerini ق ل ب
59 لَهُمْ onlar için vardır
60 فِي
61 الدُّنْيَا dünyada د ن و
62 خِزْيٌ rezillik خ ز ي
63 وَلَهُمْ ve onlar için vardır
64 فِي
65 الْاخِرَةِ ahirette de ا خ ر
66 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
67 عَظِيمٌ büyük ع ظ م
 

يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ لَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ

 

يَٓا   nida harfidir.  أَیُّ  münada nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  الرَّسُولُ  münadadan bedel veya sıfattır.

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا, müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Atfı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:

1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atfı beyan olarak gelmesi

2. اَيُّهَا ve اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyan olarak gelmesi

3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi

4. Tefsir harfi  اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler

Burada  اَيُّهَا ’dan sonra gelen camid isim olduğu için  الرَّسُولُ  kelimesi atf-ı beyandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  لَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ ’dir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.

يَحْزُنْكَ  meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُسَارِعُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُسَارِعُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فِي الْكُفْرِ  car mecruru  يُسَارِعُونَ  fiiline müteallıktır.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  مِنَ  harf-i ceriyle birlikte  يُسَارِعُونَ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  قَالُٓوا اٰمَنَّا ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.

فِي  harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır/mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl cümlesi  اٰمَنَّا ’dır. Bu cümle  قَالُٓوا  fiilinin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubtur.  اٰمَنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

بِاَفْوَاهِهِمْ  car mecruru  قَالُٓوا  fiiline  müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık/bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ haliyyedir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تُؤْمِنْ  sükun üzere meczum muzari fiildir.

قُلُوبُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (isim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak

geldiğinde başında “و” gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُسَارِعُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi,  سرعdur. Mufaale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

Müşareket (İşteşlik/ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَمِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ اٰخَر۪ينَۙ 

 

وَ  atıf harfidir.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  مِنَ  harf-i ceriyle birlikte birinci ism-i mevsûle matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  هَادُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

هَادُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

سَمَّاعُونَ  mahzuf mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. Takdiri,  هم  şeklindedir.

سَمَّاعُونَ  kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِ  zaiddir.  الْكَذِبِ  lafzen mecrur,  سَمَّاعُونَ ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.  سَمَّاعُونَ  ikinci haber olup  ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

لِقَوْمٍ  car mecruru ikinci  سَمَّاعُونَ ’ye müteallıktır.

اٰخَر۪ينَ  kelimesi  قَوْمٍ ’in sıfatı olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.


 لَمْ يَأْتُوكَۜ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِه۪ۚ

 

Cümle  قَوْمٍ ’in ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يَأْتُوكَ  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

يُحَرِّفُونَ  cümlesi  قَوْمٍ ’in üçüncü sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  يُحَرِّفُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْكَلِمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  مِنْ بَعْدِ  car mecruru  يُحَرِّفُونَ  fiiline müteallıktır.

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel/karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَوَاضِعِه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُحَرِّفُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  حرف ’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


يَقُولُونَ اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا فَخُذُوهُ وَاِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواۜ

 

Cümle  يُحَرِّفُونَ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubtur.  يَقُولُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (isim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari ile başlayan fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Mekulü’l-kavl olan  اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا  cümlesi  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  اُو۫ت۪يتُمْ  şart fiili olup sükun üzere meçhul mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur.

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa ْاِنْ kullanılırِ. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Muttasıl zamir  تُمْ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur. İşaret ismi  هٰذَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  خُذُوهُ  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

تُؤْتَوْهُ  şart fiili olup  ن ’un hazfıyla  meçhul meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  احْذَرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.


  وَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ فِتْنَتَهُ فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ

 

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يُرِدِ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.

يُرِدِ  fiili if’âl babındandır. İf’âl babı fiile şu manaları kazandırabilir: 1) Tadiye 2) Duhul 3) Sayruret 4) Haynunet 5) İsimden fiil türetmek

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

فِتْنَتَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.

• Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. 

• Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

• Cevap cümlesi: olumlu mazi, olumlu muzari, لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَمْلِكَ  mansub muzari fiildir.  Fail ise müstetir olup takdiri  أنت’dir.

لَهُ  car mecruru  شَيْـًٔا’in mahzuf haline müteallıktır.  مِنَ اللّٰهِ  car mecruru aynı şekilde    شَيْـًٔا’in mahzuf haline müteallıktır.

شَيْـًٔا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.


اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْۜ 

 

İsim cümlesidir. İsm-i işaret olan  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يُرِدِ  meczum muzari fiildir.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  يُرِدِ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

يُطَهِّرَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  قُلُوبَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُطَهِّرَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi طهر ’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

 لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

 

Cümle  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

Mübteda nekre olup haber car-mecrur ve zarftan oluşursa mübteda haberden sonra gelir; bu tür cümlelerde anlam verilirken “vardır, mevcuttur” anlamları eklenir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فِي الدُّنْيَا  car mecruru  خِزْيٌ  kelimesinin mahzuf haline müteallıktır.  خِزْيٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

ف۪ٓي  harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır/mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mekân zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ  ifadesi atıf harfi  وَ  ile makabline matuftur. 

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  فِي الْاٰخِرَةِ  car mecruru mahzuf hale müteallıktır.

عَذَابٌ  muahhar mübtedadır.  عَظ۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ  kelimesinin sıfatıdır.

 

يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ لَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ اٰخَر۪ينَۙ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  الرَّسُولُ münadanın sıfatıdır. 

يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ  şeklindeki nidada  الرَّسُولُ  lafzıyla Peygamber Efendimize hitap edilmesi şereflendirmek ve yüceltmek içindir. (Safvetü’t Tefasir)

Nidanın cevabı olan … لَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ  cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. Küfre koşanların ism-i mevsûlle ifade edilmesi onları tahkir ve sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Mevsûlün sılası muzari fiille gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

فِي الْكُفْرِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla küfür, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü küfür hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Âşûr)

يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ  Bir şeyde müsaraa etmek (yarış etmek), süratle ve istekle üstüne atlamaktır.

“Rabbinizin mağfiretine ve genişliği göklerle yer kadar olan cennetine koşun (musaraa edin).” (Âl-i İmran Suresi, 133) ayetinde musaraa fiili “إلى” harfi ile kullanıldığı halde burada (zarfiyet ifade eden) “فِي” harfi ile kullanılmış olması, onların küfürde kararlı olduklarına, küfrün içine yerleştiklerine ve ondan hiç ayrılmadıklarına, sürekli olarak müşriklerle dostluk kurmada ve İslam’a olan kinlerini açığa vurmak gibi küfrün bazı hallerinden diğer bazı hallerine süratle geçtiklerine işaret etmek içindir. (Ebüssuûd)

Cenab-ı Hakk, Hazreti Muhammed’e (s.a.) birçok ayette “Ey Nebi!” diye hitap etmiş, sadece şu iki ayette, “Ey Resul!” demiştir:

  1. (Maide Suresi, 41) Bu ayette, “Ey Resul, Sana indirileni tebliğ et.” 
  2. (Maide Suresi, 67) ayetinde “... Şüphesiz bu, bir şeref ve saygı hitabıdır.” (Fahreddin er-Râzî)

Küfürde koşmanın manası en küçük vesile ile ve her fırsatta izini göstermektir ki tekrarlanan hali bir şeye süratle yürüyen kişiye benzetilmiştir. (Âşûr)

Küfürde koşuşanlara hüzün isnad edilmesi hakikati olmayan aklî bir mecazdır. Çünkü koşuşanlar hüzne sebep olurlar. Hüzünlünün ruhundaki kederin uyarıcısına gelince bu bilinmeyen bir şeydir. Bu nedenle hakikati olmayan bir mecazdır. (Âşûr)

İkinci ism-i mevsûl cer mahallinde, mahzuf hale müteallıktır. Sılası müspet mazi fiil sıygasında haberî isnaddır. Mekulü’l-kavl olan  اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ  aynı üsluptadır.

مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ  cümlesi küfürde yarışanlar için bir beyandır. Kalpten inanmadıkları halde ağızlarıyla “inandık” diyenler münafıklardır. (Âşûr)

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ  cümlesi haldir. Hal dolayısıyla cümle ıtnâb babındandır.

يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ [Küfürde yarışanlar] ifadesi kâfirleri,  اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ  [ağızları ile iman edip kalpleriyle iman etmeyenler] ifadesi de münafıkları anlatan bir kinayedir.

سَمَّاعُونَ  kelimesi mübalağa kalıbında gelmiştir. Yalana aşırı derecede kulak verdiklerini ifade eder. 

مِنَ الَّذ۪ينَ  önceki mecrur mahaldeki mevsûle matuftur. Sıla cümlesi müspet mazi fiil sıygasındadır.  سَمَّاعُونَ  takdiri  همْ  olan  mahzuf mübtedanın haberidir. Bu cümle   هَادُوا  fiilinin failinden haldir. İkinci  سَمَّاعُونَ  birinciden bedel veya tekiddir. Bedel ve tekid ıtnâb babındandır.

سَمَّاعُونَ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

السَّمّاعُ, “işitmenin çokluğu” demektir. Kendisine söylenen her şeyi dinleyip işiten demektir. İşitme fiili hakiki manada kullanılmıştır. Yani yalan olduğunu bildikleri halde konuşmayı dinlerler. Bunu önemser ve çoğaltmak isterler. Bu ifade; yalanların kendi aralarında işiten ile uyduran arasında yayılmasından kinayedir. Çünkü çok işitmek çok söz gerektirir. (Âşûr)

اٰمَنَّا  ifadesi  قَالُٓوا ’nun mef'ûlüdür,  بِاَفْوَاهِهِمْ  ise  اٰمَنَّا’ya değil  قَالُٓوا ’ya müteallıktır. Yani kalpten gelerek ve inanarak değil de ağızlarıyla dediler manasındadır.  وَمِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا  ise kendinden önceki kelâmdan bağımsız olup  سَمَّاعُونَ  kelimesinin haberidir,  اليهود قوم سماعون  (Yahudilerden (…a) kulak verip duran bir topluluk vardır) takdirindedir.  مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا  ifadesine atfı da mümkün olup  سَمَّاعُونَ  ifadesi,  هم  سماعون  takdirindedir. Yani  mahzuf bir mübtedanın haberi olarak merfûdur. Takdir edilen  هم  zamiri ise her iki gruba ya da sadece  الَّذ۪ينَ هَادُوا ’ya râcidir. Yani ya her iki grup da ya da sadece Yahudiler yalana kulak verip durmaktadır.  سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ  [Yalana kulak verip durmak]’tan maksat ise şudur: Bunlar, Yahudi alimlerinin dindenmiş gibi gösterdikleri düzmece şeyleri, onların Allah’a karşı uydurdukları yalanları ve Tevrat’ta yaptıkları tahrifatı kabule yatkındırlar. (Keşşâf)

يُسَارِعُونَ - قَالُٓوا  - هَادُوا  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

لِقَوْمٍ  kelimesindeki  لِ harfi; ism-i failin mef’ûldeki eyleminin zayıflığını kuvvetlendirmek içindir. (Âşûr)


لَمْ يَأْتُوكَۜ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِه۪ۚ

 

Menfi muzari fiil sıygasındaki  لَمْ يَأْتُوكَ  cümlesi ve müspet muzari fiil sıygasında gelen…يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ  cümlesi,  لِقَوْمٍ  için iki sıfat cümlesidir. Sıfat cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Âşûr da ikinci sıfat ya da hal olduğu görüşündedir.

سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ اٰخَر۪ينَۙ لَمْ يَأْتُوكَ  [Daima, senin yanına gelmeyen başka bir kavmin sözünü dinleyenler…] ifadesiyle Peygamberin (s.a.) meclisine hiç uğramayıp O’ndan uzak duran Yahudiler kastedilmektedir. Bunun sebebi de içlerindeki ölçüsüz kin ve nefret ile düşmanlıkta aşırılıktır. Yani onlar Yahudi alimlerine ve “Sana bakmaya bile tahammül edemeyecek kadar” düşmanlıkta ileri giden aşırılara kulak verirler.

 يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِه۪ۚ  [Ki bunlar kelimelerin yerlerini değiştirirler] yani sözü sağa sola sündürüp yok ederler, kelimeleri Allah Teâlâ’nın vaz ettiği kök anlamlarından kopardıktan sonra ilk haliyle bir bağlamı varken hiç bağlamı olmayan alakasız anlamlara çekerler. (Keşşâf) 

مِن بَعْدِ مَواضِعِهِ  ifadesi kelamın tahrifine kadar ulaştı demektir. Çünkü  بَعْدَ  yani “sonraki” ifadesi, kelimelerin yerlerinin sabit olduğunu ve Tevrat’ta kalmasına rağmen amelinin iptal edilmesini gerektirir. (Âşûr) 


يَقُولُونَ اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا فَخُذُوهُ وَاِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواۜ 

 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle kavmin dördüncü sıfatı olarak gelmiştir. 

يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesindeki işaret ismi  هٰذَا , şart fiilinin mef’ûlüdür. 

هٰذَا  ile kelimeler işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَخُذُوهُ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Aynı üslupta gelen وَاِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواۜ  cümlesi, makabline tezat sebebiyle atfedilmiştir. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.

اُو۫ت۪يتُمْ - لَمْ تُؤْتَوْهُ  kelimeleri arasında iştikak cinası, tıbâk-ı selb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا فَخُذُوهُ  cümlesiyle اِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

فَخُذُوهُ - فَاحْذَرُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

“Şayet size şu kök anlamından ve bağlamından kopartılarak tahrif edilen şey [verilirse onu alın] bilin ki o haktır, onunla amel edin! [O verilmez] ve Muhammed size onun hilafına fetva verir [se o takdirde ondan sakının] aman ha aman, kendinizi ondan koruyun zira o bâtıldır, sapıklıktır.” dediler. (Keşşâf) 


وَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ فِتْنَتَهُ فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ

 

وَ  istînâfiyye,  مَنْ  şart ismidir. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُرِدِ اللّٰهُ  cümlesi  مَنْ ’in haberidir. Cevap  cümlesinin haber olması caizdir.

Müsnedin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.

Bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlin müsnedün ileyh olarak gelmesi ve cümlede tekrarlanması, tazim ve haşyet duyguları uyandırmak amacına matuftur. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır. 

Cevap cümlesi فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔا  şeklinde nefy üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.  

شَيْـًٔا ’deki tenvin nev ve kıllet için olup “hiçbir” manasındadır. Olumsuz siyakta nekre umum ifade eder.

شَيْـًٔا  kelimesindeki tenvin taklîl ve tahkir içindir. (Âşûr) 

Burada da zamir makamında ism-i celîlin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak, kalplere Allah korkusunu sokmak, tehditte mübalağa ve azap vaîdini ağırlaştırmak içindir. (Ebüssuûd)

Zamir makamında zahir ismin zikrinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ فِتْنَتَهُ  [Allah’ın fitneye düşürmek istediği işbu kimseler] yani Allah’ın gerçek yüzlerini ortaya çıkarmak üzere ayartılmış olarak kendi hallerine bırakıp rezil rüsvay ettiği kimseler  فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ  [için sen Allah’a karşı hiçbir şeye malik değilsin.] Sen onların Allah’ın lütuf ve inayetinden, tevfîkine mazhariyetten nasiplenebilmeleri için hiçbir şey yapamazsın. (Keşşâf)

Fitneye düşen kimsenin fitnesi ve bunun gerçekleşmesi Allah’ın ezeldeki iradesidir. Ve bu takdirin alameti; öğüt ve hidayetin olmamasıdır. (Âşûr)


اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْۜ

 

Cümle müstenefe olarak  fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismi olarak gelmesi tahkir kastına matuftur.

اُو۬لٰٓئِكَ  işareti;  söz konusu münafıklar ve Yahudiler içindir. Bu işaret isminin kullanılması, onların fesattaki mertebelerinin çok derin olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin müsned olması o kişilere tahkir ifade eder. Mevsûller müphem yapıları nedeniyle tevcih ihtiva ederler.

Mevsûlün sılası … لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ  menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Bütün kemal sıfatlara şamil lafzâ-i celâlin müsnedün ileyh olarak gelmesi, tazim ve haşyet duyguları uyandırmak amacına matuftur. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır. 

Masdar harfi  اَنْ ’i takip eden müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar teviliyle,  لَمْ يُرِدِ  fiilinin mef’ûlüdür. 

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْ  [Onlardır işte, Allah’ın kalplerini temizlemek istemediği kimseler!] Yani Allah, onlara hakkında lütuf ve ihsanından kalplerini temizleyecek şeyleri bahşetmeyi dilememiştir, çünkü buna ehil değildiler ve Allah böylesi bir lütuf ve ihsanın onlara kâr edip bir yarar sağlamayacağını biliyordu. “Allah’ın ayetlerine inanmayanları, Allah elbette doğru yola iletmez.” (Keşşâf)

أُولَئِكَ الَّذِينَ لَمْ يُرِدِ اللَّهُ أنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْ  sözü;  ومَن يُرِدِ اللَّهُ فِتْنَتَهُ  sözü gibidir. Temizlenme (يُطَهِّرَ ) ile kastedilen, iman ve hidayetin kabulüne hazırlık veya imanın kabulünün ta kendisidir. (Âşûr)


لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

 

Fasılla gelen cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Fasıl nedeni kemâl-i ittisâldir. Haber, önemine binaen öne geçmiştir.

Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَهُمْ  iki kere tekrarlanarak ve takdim edilerek vurgulanmıştır. Bu  tekrarda ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

….وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ  cümlesi aynı üsluptaki makabline matuftur. Atıf sebebi temâsüldür.

الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı,  خِزْيٌ - عَذَابٌ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Müsnedün ileyh olan  عذابٌ  kelimesinin nekre gelişi, tazim ve nev ifade eder.

عَظ۪يمٌ  sıfattır. Sıfatlar cümleyi  zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

في  ve  لهُمْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

خِزْيٌ - عَذَابٌ kelimeleri nekre gelerek bu cezanın ve rezilliğin anlayamayacağımız kadar kötü ve çok olduğu ifade edilmiştir. Öyle büyük bir azap ve rezillik ki tasavvuru mümkün değildir.

Görüldüğü gibi  لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ  sözüyle yetinilmemiş müsned olan لَهُمْ tekrarlanmıştır. Bunun sebebi, bu kişilerin dünyada rezilliğe müstehak oldukları gibi ahirette de büyük bir azaba müstehak olduklarını açıklamaktır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) [Onlar için dünyada rüsvaylık vardır] öldürülmek ve esir edilmek gibi ya da hor görülmek ve cizye vergisi gibi. (Beyzâvî)