وَلَوْ اَنَّـنَا نَزَّلْـنَٓا اِلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتٰى وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلاً مَا كَانُوا لِيُؤْمِنُٓوا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | ve eğer |
|
2 | أَنَّنَا | biz |
|
3 | نَزَّلْنَا | indirseydik |
|
4 | إِلَيْهِمُ | onlara |
|
5 | الْمَلَائِكَةَ | melekleri |
|
6 | وَكَلَّمَهُمُ | ve kendilerine konuşsaydı |
|
7 | الْمَوْتَىٰ | ölüler |
|
8 | وَحَشَرْنَا | ve toplayıp getirseydik |
|
9 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
10 | كُلَّ | her |
|
11 | شَيْءٍ | şeyi |
|
12 | قُبُلًا | karşılarına |
|
13 | مَا |
|
|
14 | كَانُوا | onlar yine de |
|
15 | لِيُؤْمِنُوا | inanmazlardı |
|
16 | إِلَّا | dışında |
|
17 | أَنْ |
|
|
18 | يَشَاءَ | dilemesi |
|
19 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
20 | وَلَٰكِنَّ | ve fakat |
|
21 | أَكْثَرَهُمْ | çokları |
|
22 | يَجْهَلُونَ | cahillik ederler |
|
Allah müşriklerin istedikleri şekilde mûcize olarak onlara melekleri indirse, onları ölülerle konuştursa, daha başka türlü mûcizeleri önlerine serse yine de Allah dilemedikçe inanmayacaklardır.
Bu ve bundan önceki âyetin üslûbuna bakarak bundan cebirci bir sonuç çıkarmak doğru değildir. Kur’an, kendine özgü üslûbu içinde, evrendeki bütün olup bitenler gibi insanların inanç ve amel hayatındaki gelişme ve değişmeleri de ontolojik bakımdan Allah’ın kuşatıcı iradesine bağlar ve bunu doğru bir tanrı akîdesinin gereği sayar. Buna göre müminin imanı da kâfirin inkârı da O’nun mutlak iradesi ve kanunları çerçevesinde oluşmaktadır; bunları Allah’ın kudret ve iradesinin dışında görmek, bazı şeylerin O’nun hâkimiyet ve tasarruf alanı dışında olup bittiği gibi yanlış bir sonuca ve kusurlu bir tanrı anlayışına götürür. Bununla birlikte Allah, yine kendi iradesi ve yaratmasıyla evrende sadece insanı akıl, irade gibi hakkı bâtıldan ayırma yetenekleriyle donatmıştır. Buna rağmen insan, müşrik Araplar gibi, içinde doğup büyüdüğü psikolojik ve sosyal şartların doğal tesirlerini aşamaz, insanî yeteneklerini kullanarak gerçeğin ve iyinin arayışı içinde olmaz, aksine bâtılda ısrar ederse, böylelerinin gözleri ve gönülleri iyice kararır. Allah’ın böylelerini zorla hakikate sevketmesimümkünse de (meselâ bk. En‘âm 6/35, 107, 112, 137) bu durum, O’nun koymuş olduğu görev, sorumluluk ve ceza-mükâfat düzeniyle uyuşmaz. Bu yüzden bir âyette “Gerçek, rabbinizden gelendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin” (Kehf 18/29) buyurulur.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 455-456
وَلَوْ اَنَّـنَا نَزَّلْـنَٓا اِلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتٰى وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلاً مَا كَانُوا لِيُؤْمِنُٓوا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ
وَ istînafiyyedir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. نَزَّلْـنَٓا cümlesi اِنَّ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri, ثبت (Sabit oldu) şeklindedir.
نَزَّلْـنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَيْهِمُ car mecruru نَزَّلْـنَٓا fiiline müteallıktır. الْمَلٰٓئِكَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ atıf harfidir. كَلَّمَهُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir.
Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الْمَوْتٰى fail olup mukadder damme ile merfûdur.
وَ atıf harfidir. حَشَرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru حَشَرْنَا fiiline müteallıktır.
كُلَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
قُبُلاً kelimesi حَشَرْنَا fiilinin mef’ûlunun hali olup fetha ile mansubtur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُٓوا fiiline dahil olan لِ, lam-ı cuhûddur. Muzariyi gizli أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, كَانُوا ’nun mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri, ما كانوا أهلا للإيمان (İman etmeye ehil değillerdi.) şeklindedir.
يُؤْمِنُٓوا fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلَّٓا istisna harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, munkatı’ istisna olarak mahallen mansubtur.
يَشَٓاءَ mansub muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.
İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Not: Müstesna minh;
a. Ya birden fazla olmalı, b. Ya umumi manalı bir kelime olmalı, (Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c. Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı. (Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)
Not: Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.
İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:
1. Muttasıl istisna,
2. Munkatı’ istisna,
3. Müferrağ istisna. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ
وَ atıf harfidir. لَـٰكِنَّ istidrak harfidir. لٰكِنَّ harfi, اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لٰكِنَّ’de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
لٰكِنَّ ’nin ismi olan أَكۡثَرَ lafzen mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لٰكِنَّ’nin haberi يَجْهَلُونَ ’dir. يَجْهَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.وَلَوْ اَنَّـنَا نَزَّلْـنَٓا اِلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتٰى وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلاً مَا كَانُوا لِيُؤْمِنُٓوا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ
وَ istînâfiyyedir. لَوْ şart, اَنَّ ise masdar harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.
اَنَّ’nin haberi olan نَزَّلْـنَٓا اِلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةَ mazi fiil cümlesi formunda gelerek hükmü takviye, hudus, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
اَنَّ’yi takip eden faide-i haber talebî kelam olan isim cümlesi masdar teviliyle takdiri ثبت [sabit oldu] olan mahzuf fiilin faili konumundadır.
وَ’la gelen ve mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan كَلَّمَهُمُ الْمَوْتٰى ve وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلاً cümleleri, نَزَّلْـنَٓا fiiline matuftur.
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder. قُبُلاً haldir. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
Şartın cevabı olan مَا كَانُوا لِيُؤْمِنُٓوا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ cümlesi menfi كَان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden, isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâzı hazif sanatı vardır.
Lam-ı cuhûdun dahil olduğu لِيُؤْمِنُٓوا cümlesi, كَان ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri, ما كانوا أهلا للإيمان [İman etmeye ehil değillerdi.] şeklindedir.
مَا كَانُ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki muzari fiil cümlesi يَشَٓاءَ اللّٰهُ, masdar tevilinde müstesnadır. Ayetteki istisna munkatıadır. Muttasıl olduğu da söylenmiştir.
Bu istisnadan maksat, Allah Teâlâ her an dileyebilir; binaenaleyh onlar da her an iman edebilirler demek değildir. Aksine Allah Teâlâ’nın dilemesi imkânsız olduğuna göre onların imanı da imkânsızdır, demektir.(Ebüssuûd)
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Bu cümlede, azamet zamirinden gaib zamire dönülülerek iltifat yapılmıştır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Her ikisi de Türkçeye “indirdi” şeklinde tercüme edilse de نَزَّل ve اَنزل fiilleri arasında fark vardır.
نَزَّل fiilinde fiilin vukuu ve mef’ûlle alakası vurgulanır. اَنزل fiilinde ise filin failden süduru ve salt indirmek vurgulanır.
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ
Ayetin son cümlesi وَ’la istînâfa atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezattır.
İstidrak harfi لَـٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
لَـٰكِنَّ, kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2, s. 474)
لٰكِنَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
أَكۡثَرَ ٱلنَّاسِ ibaresi Kur’an’da 20 yerde, üç konuda gelmiştir. İnsanların çoğu bilmezler (11 kez), şükretmezler (3 kez), iman etmezler (6 kez).