اَنْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اُنْزِلَ الْكِتَابُ عَلٰى طَٓائِفَتَيْنِ مِنْ قَبْلِنَاۖ وَاِنْ كُنَّا عَنْ دِرَاسَتِهِمْ لَغَافِل۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَنْ |
|
|
2 | تَقُولُوا | demeyesiniz |
|
3 | إِنَّمَا | yalnız |
|
4 | أُنْزِلَ | indirildi |
|
5 | الْكِتَابُ | Kitap |
|
6 | عَلَىٰ | üzerine |
|
7 | طَائِفَتَيْنِ | iki topluluk |
|
8 | مِنْ |
|
|
9 | قَبْلِنَا | bizden önceki |
|
10 | وَإِنْ |
|
|
11 | كُنَّا | biz ise idik |
|
12 | عَنْ |
|
|
13 | دِرَاسَتِهِمْ | onların okumasından |
|
14 | لَغَافِلِينَ | habersiz |
|
Bir önceki âyette Kur’an’ın Allah katından indirilmiş bereketli ve hayırlı bir kitap olduğu belirtildikten sonra bu âyetlerde de onun indiriliş gerekçelerinden ikisi zikredilmektedir. Bu âyetlerden anlaşıldığına göre müşrikler Tevrat ve İncil’in Allah kelâmı olduğuna inanıyor, ancak o günkü şartların el vermemesi, özellikle dillerinin farklı olması sebebiyle bu kitaplardan yararlanamadıklarını söyleyerek güya bundan üzüntü duyuyorlardı; ayrıca onlar, yahudilerle hıristiyanların din konusundaki gevşekliklerini de biliyor ve eğer kendilerine bir kitap gelecek olsa onlardan daha kararlı bir şekilde doğru yolda yaşayacaklarını ileri sürüyorlardı. Yüce Allah, müşriklerin bu türlü yakınmalarla mazeretler ileri sürmelerini (bazı müfessirlere göre bu mazeretleri âhirette de tekrar etmelerini) önlemek için “İşte size rabbinizden apaçık bir delil, bir hidayet ve rahmet geldi” buyurarak onların özlemlerinin gerçekleştiğini, mazeretlerinin ortadan kalktığını belirtmekte; buna rağmen Allah’ın âyetlerini inkâr eder ve ondan yüz çevirirlerse en büyük haksızlığı işlemiş olacaklarını ve bunun cezasını da ağır bir şekilde göreceklerini bildirmektedir.
157. âyette Kur’ân-ı Kerîm’in üç kelimeyle nitelendirildiği görülmektedir: Beyyine, hüdâ, rahmet. Beyyine “gerçeği apaçık ifadelerle ortaya koyan kesin belge” demektir. Kur’an, gerek eşsiz edebî üstünlüğü gerekse yalnızca gerçeği, iyiyi ve güzeli dile getiren muhtevası itibariyle apaçık bir delil ve belge olduğu için beyyine; bu vasfıyla şaşmaz bir rehber olduğu için hüdâ (hidayet kaynağı); bütün bunların bir neticesi olarak kendisine inanıp bağlanan kişi ve toplumlara sadece hayır ve saadet getirdiği için de rahmet diye nitelendirilmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 491
اَنْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اُنْزِلَ الْكِتَابُ عَلٰى طَٓائِفَتَيْنِ مِنْ قَبْلِنَاۖ
اَنْ ve masdar-ı müevvel, muzâfı hazfedilmiş sebebiyet bildiren mef’ûlun lieclihtir. Takdiri; أنزلناه خشية قولكم (Onu sizin sözünüzden haşyet duyarak indirdik.) şeklindedir.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’uldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile “neden, niçin” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harfi cersiz kullanımı. 2) Harfi cerli kullanımı
1): Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a) Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b) Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c) Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d) Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e) Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
NOT: Mef’ûlün lehin harfi cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mef’ûlun leh olan belli başlı cümleler vardır. Bunlar:
1) كَيْ ve لِكَيْ ile başlayan fiil cümleleri.
2) Lam-ı ta’lil (لِ ) , (لِاَنْ) ile başlayan fiil cümleleri.
3) Sebep bildiren حَتَّى ile başlayan fiil cümlesi.
4) لِاَنَّ ile başlayan isim cümlesi.
لِكَيْلَا تَحْزَنُوا cümlesi burada لِكَيْ ile başladığı için mef’ûlun lehdir.
Bu ayet lam-ı ta’lil ile gelmiştir. Fakat اَنْ harfinin başındaki ta’lil lamı hazfedilmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَقُولُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِنَّـمَٓا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup, buradaki مَا harfidir, اَنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اَنَّ ‘ nin ameli ise engellenmiştir, yani mekfûfedir.
اُنْزِلَ meçhul mazi fiildir. الْكِتَابُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
عَلٰى طَٓائِفَتَيْنِ car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır. طَٓائِفَتَيْنِ kelimesi müsenna olduğu için ى ile mecrurdur.
مِنْ قَبْلِنَا car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mecrurdur.
وَاِنْ كُنَّا عَنْ دِرَاسَتِهِمْ لَغَافِل۪ينَۙ
اِنْ tekid ifade eden muhaffefe اِنَّ ’dir. İsmi olan zamiri mahzuftur. Takdiri; إننا şeklindedir.
كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle isim cümlesidir.
كُنَّا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنَّا ’nin ismi نَا mütekellim zamiridir.
عَنْ دِرَاسَتِهِمْ car mecruru غَافِل۪ينَۙ ‘ye müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi, اِنْ ‘in muhaffefe اِنَّ olduğuna delalet eden lam-ı farikadır.
غَافِل۪ينَ kelimesi كُنَّا ‘nın haberi olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
غَافِل۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan غفل fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اُنْزِلَ الْكِتَابُ عَلٰى طَٓائِفَتَيْنِ مِنْ قَبْلِنَاۖ
İstînafiyye olarak fasılla gelen ayet, önceki ayetin mazmununu tekid için gelmiştir. (Mahmut Sâfî) Fasıl sebebi kemâl-i ittisaldir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, muzâfun ileyh konumundadır. Muzâfı mahzuftur. Mukadder bir fiilin sebep bildiren mef’ûlun lieclihdir. Fiilin ve muzâfın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Burada خشية şeklinde bir hazif vardır. Böyle söylemekten korkmanız için demektir. Ayetteki olumsuz mana bu şekilde açıklanır.
Masdar-ı müevvelin amilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
تَقُولُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş mazi fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
Kasr, fiil ile naib-i fail arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. الْكِتَابُ mevsuf/maksûrun aleyh, اُنْزِلَ sıfat/maksûrdur.
Zikredilen mevsufta, bu sıfattan başka bir sıfat olmadığını ifade eder. Ama bu sıfat, başka mevsuflarda bulunabilir. اِنَّـمَٓا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الكِتابُ kelimesinin başındaki harf-i tarif ile Tevrat, İncil ve Zebur ile sınırlı olan cins kastedilmiştir. Kitabın onlara indirilmesi de; peygamberlerine indirilen bu semavî kitaplarla onlara hitap edildiği, Arapların ise kendilerinden başkasına vahyedilenlere muhatap olmadığı manasıdır. Bu; onların ilk gerekçesidir. Güzel ahlak ve salih işlerden vazgeçmek için başka sebepleri de vardır. Ayetin devamında bu zikredilmiştir. (Âşûr)
وَاِنْ كُنَّا عَنْ دِرَاسَتِهِمْ لَغَافِل۪ينَۙ
وَ atıftır. Cümle mekulü’l-kavle matuftur. اِنَّ , اِن ’den hafifletilmiş tekid harfidir. Takdiri إننا olan ismi’nin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Haberi كَان ‘nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Lam-ı farikanın dahil olduğu كان , لَغَافِل۪ينَۙ ’nin haberidir.
Car mecrur عَنْ دِرَاسَتِهِمْ amili olan لَغَافِل۪ينَۙ ’ye önemine binaen takdim edilmişitir.
اَنْ تَقُولُٓوا [dersiniz diye…] Yani demenizi hoş görmeyerek…عَلٰى طَٓائِفَتَيْنِ مِنْ قَبْلِنَاۖ [iki topluluğa…] sözleriyle Tevrat’ın ve İncil’in sahiplerini, taraftarlarını murad ediyorlar. وَاِنْ كُنَّا ifadesindeki اِنَّ , اِن ’nin tahfif edilmiş şeklidir. لَغَافِل۪ينَۙ ifadesindeki lâm ise bununla olumsuzluk bildiren اِن ’in arasını ayırmak için gelmiştir.
İfadenin aslı َوَاِنَّه كُنَّا عَنْ دِرَاسَتِهِمْ غَافِل۪ينَۙ biz onların öğretilerinden tamamen gafiliz şeklinde olup اِنَّه kelimesindeki zamir, şan zamiridir. عَنْ دِرَاسَتِهِمْ [Onların öğretilerinden] yani onları okumaktan gafiliz; onların okuduğu gibi biz bunları okumayı bilmiyoruz. (Keşşâf)
َوَاِنَّه كُنَّا عَنْ دِرَاسَتِهِمْ غَافِل۪ينَۙ Bu ifadelerden murad ise, Mekkeliler’in, kıyamet gününde, “Tevrat ve İncil, bizden önceki iki taifeye indirilmiştir. Biz onlarda ne var ne yok bilmiyorduk” dememeleri için, Hz. Muhammed’e Kur’an’ı indirmek suretiyle onların aleyhine delil getirmektir. Böylece Cenab-ı Hak, onlara Kur’an’ı indirmek suretiyle, onların (bu husustaki) mazeretlerini ortadan kaldırmıştır. “Biz ise, onların okuduklarından katiyyen habersizdik” buyruğu, “Biz onun (onların) ne olduğunu bilmiyorduk; zira, onların kitapları bizim dilimizde değildi...” manasındadır. (Fahreddin er-Râzî)
دِرَاسَ ; ezberlemek veya tefekkür etmek için tekrarlayarak okumak demektir. (Âşûr)
Gaflet, anlayışsızlıktan hasıl olan hatadır. Yani biz onların (Ehli kitabın) kitaplarının içeriğini bilmiyorduk ki hidayetine tâbi olalım demektir. Böylece Kur'an'ın gelişi onları kâmil hidayet konusunda uyarmış ve Ehli kitabın kitaplarını incelemelerine gerek kalmamıştır. (Âşûr)