اَوْ تَقُولُوا لَوْ اَنَّٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّٓا اَهْدٰى مِنْهُمْۚ فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌۚ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَصَدَفَ عَنْهَاۜ سَنَجْزِي الَّذ۪ينَ يَصْدِفُونَ عَنْ اٰيَاتِنَا سُٓوءَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يَصْدِفُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَوْ | yahut |
|
2 | تَقُولُوا | demeyesiniz |
|
3 | لَوْ | eğer |
|
4 | أَنَّا | şüphesiz ki |
|
5 | أُنْزِلَ | indirilseydi |
|
6 | عَلَيْنَا | bize |
|
7 | الْكِتَابُ | Kitap |
|
8 | لَكُنَّا | biz olurduk |
|
9 | أَهْدَىٰ | daha doğru yolda |
|
10 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
11 | فَقَدْ | işte |
|
12 | جَاءَكُمْ | size de geldi |
|
13 | بَيِّنَةٌ | açık delil |
|
14 | مِنْ | -den |
|
15 | رَبِّكُمْ | Rabbiniz- |
|
16 | وَهُدًى | ve hidayet |
|
17 | وَرَحْمَةٌ | ve rahmet |
|
18 | فَمَنْ | kim olabilir? |
|
19 | أَظْلَمُ | daha zalim |
|
20 | مِمَّنْ | kimseden |
|
21 | كَذَّبَ | yalanlayıp |
|
22 | بِايَاتِ | ayetlerini |
|
23 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
24 | وَصَدَفَ | ve yüz çeviren |
|
25 | عَنْهَا | onlardan |
|
26 | سَنَجْزِي | cezalandıracağız |
|
27 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
28 | يَصْدِفُونَ | yüz çevirenleri |
|
29 | عَنْ | -den |
|
30 | ايَاتِنَا | ayetlerimiz- |
|
31 | سُوءَ | en kötüsüyle |
|
32 | الْعَذَابِ | azabın |
|
33 | بِمَا | ötürü |
|
34 | كَانُوا |
|
|
35 | يَصْدِفُونَ | yüz çevirmelerinden |
|
Bir önceki âyette Kur’an’ın Allah katından indirilmiş bereketli ve hayırlı bir kitap olduğu belirtildikten sonra bu âyetlerde de onun indiriliş gerekçelerinden ikisi zikredilmektedir. Bu âyetlerden anlaşıldığına göre müşrikler Tevrat ve İncil’in Allah kelâmı olduğuna inanıyor, ancak o günkü şartların el vermemesi, özellikle dillerinin farklı olması sebebiyle bu kitaplardan yararlanamadıklarını söyleyerek güya bundan üzüntü duyuyorlardı; ayrıca onlar, yahudilerle hıristiyanların din konusundaki gevşekliklerini de biliyor ve eğer kendilerine bir kitap gelecek olsa onlardan daha kararlı bir şekilde doğru yolda yaşayacaklarını ileri sürüyorlardı. Yüce Allah, müşriklerin bu türlü yakınmalarla mazeretler ileri sürmelerini (bazı müfessirlere göre bu mazeretleri âhirette de tekrar etmelerini) önlemek için “İşte size rabbinizden apaçık bir delil, bir hidayet ve rahmet geldi” buyurarak onların özlemlerinin gerçekleştiğini, mazeretlerinin ortadan kalktığını belirtmekte; buna rağmen Allah’ın âyetlerini inkâr eder ve ondan yüz çevirirlerse en büyük haksızlığı işlemiş olacaklarını ve bunun cezasını da ağır bir şekilde göreceklerini bildirmektedir.
157. âyette Kur’ân-ı Kerîm’in üç kelimeyle nitelendirildiği görülmektedir: Beyyine, hüdâ, rahmet. Beyyine “gerçeği apaçık ifadelerle ortaya koyan kesin belge” demektir. Kur’an, gerek eşsiz edebî üstünlüğü gerekse yalnızca gerçeği, iyiyi ve güzeli dile getiren muhtevası itibariyle apaçık bir delil ve belge olduğu için beyyine; bu vasfıyla şaşmaz bir rehber olduğu için hüdâ (hidayet kaynağı); bütün bunların bir neticesi olarak kendisine inanıp bağlanan kişi ve toplumlara sadece hayır ve saadet getirdiği için de rahmet diye nitelendirilmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 491
اَوْ تَقُولُوا لَوْ اَنَّٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّٓا اَهْدٰى مِنْهُمْۚ
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. تَقُولُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf ve matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ gayrı cazim şart harfidir. اَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri ثبت (Sabit oldu.) şeklindedir. نَا mütekellim zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اُنْزِلَ fiili اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اُنْزِلَ meçhul, mebni mazi fiildir. عَلَيْنَا car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır. الْكِتَابُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.
كُنَّٓا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنَّا ’nin ismi نَا mütekellim zamiridir. اَهْدٰى kelimesi كُنَّا ’nin haberi olup elif üzere fetha ile mansubtur.
Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiren îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْهُمْۚ car mecruru اَهْدٰى ‘ya müteallıktır.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada ism-i tafdilden sonra geldiği için karşılaştırma manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُنْزِلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌۚ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن صدقتم فيما زعمتم من كونكم أهدى من الطائفتين فقد جاءكم بيّنة (Eğer iki fırkadan daha çok hidayette olduğunu iddia ettiğiniz şeylerde doğru iseniz, size deliller gelmiştir.) şeklindedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بَيِّنَةٌ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ رَبِّكُمْ car mecruru جَٓاءَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هُدًى وَرَحْمَةً kelimeleri atıf harfi وَ ’la بَيِّنَةٌ ‘e matuftur.
فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَصَدَفَ عَنْهَاۜ
فَ istînâfiyye, مَنْ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. اَظْلَمُ haberdir. İsm-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazfedilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu مِنْ harf-i ceriyle birlikte اَظْلَمُ ism-i tafdiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, baz, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel (karşılık), iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada ism-i tafdilden sonra geldiği için karşılaştırma manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذَّبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. بِاٰيَاتِ اللّٰهِ car mecruru كَذَّبَ fiiline müteallıktır.
اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
صَدَفَ عَنْهَا cümlesi atıf harfi وَ ’la sılaya matuftur.
صَدَفَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَنْهَا car mecruru صَدَفَ fiiline müteallıktır.
كَذَّبَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi كذب ’dir. Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.
سَنَجْزِي الَّذ۪ينَ يَصْدِفُونَ عَنْ اٰيَاتِنَا سُٓوءَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يَصْدِفُونَ
Fiil cümlesidir. سَنَجْزِي fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
نَجْزِي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muzari fiillerin ( أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ ... ) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. ( هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir, yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يَصْدِفُونَ عَنْ اٰيَاتِنَا ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.
يَصْدِفُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنْ اٰيَاتِنَا car mecruru يَصْدِفُونَ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سُٓوءَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْعَذَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte سَنَجْزِي fiiline müteallıktır.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانُوا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nin ismi, cemi müzekker olan و ; muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
يَصْدِفُونَ fiili كَانُوا ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.
يَصْدِفُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.اَوْ تَقُولُوا لَوْ اَنَّٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّٓا اَهْدٰى مِنْهُمْۚ
Ayet اَوْ atıf harfiyle önceki ayetteki اَنْ تَقُولُٓوا ’ye atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlenin mekulü’l-kavli şart üslubunda haberî isnaddır. Şart, اَنَّٓ ile tekid edilmiş isim cümlesi, lamla gelen cevap ise كَان ile gelmiş bir isim cümlesidir.
اَنَّٓ ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili konumundadır. Cümlenin takdiri şöyledir:
لو ثبت إنزال الكتاب علينا لكنّا أهدى منهم … [Eğer bize kitap nazil olsaydı muhakkak ki onlardan daha çok hidayette olurduk.]
تَقُولُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Kendilerindeki bozukluğun ifadesinde onlara bir telkin vardır. لَقَدْ أنْزَلْنا إلَيْكم كِتابًا فِيهِ ذِكْرُكم أفَلا تَعْقِلُونَ ayetindeki gibi onları Kur’an'la mutlu olduklarını anlamalarını sağlamak ve diğer milletler arasındaki fazilet ve şerefi idrak etmeleri için bir ikaz vardır. Kuran'a uyanlar, Yahudi ve Hristiyanlardan derece bakımından çok daha doğru yoldadırlar. (Âşûr)
فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌۚ
فَ taliliye, قَدْ tahkik harfidir. Cümle mahzuf için taliliye konumundadır. Yani لا تعتذروا فقد جاءكم [İtiraz etmeyin, muhakkak ki size … geldi] anlamındadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Bu cümlenin mahzuf şartın cevabı olduğu da söylenmiştir. Bu durumda îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
بَيِّنَةٌ - هُدًى - رَحْمَةٌۚ - الْكِتَابُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
“Size de Rabbinizden apaçık bir delil geldi” ifadesi, Müşrikleri delille susturmak için gelmiştir. Mana şöyledir: “Kendinizle alakalı öteden beri sayıp döktüğünüz hususta ben sizi doğrulasam bile, işte size Rabbinizden apaçık bir delil geldi. [Haydi, gösterin kendinizi!]” Burada şart cümlesi hazfedilmiştir ki bu, haziflerin en güzellerindendir. (Keşşâf)
”İşte size de Rabbinizden apaçık bir delil gelmiştir” buyurmuştur. Burada bahsedilen بَيِّنَةٌ , Kur’an ile Hz. Peygamber’in getirdiği şeyler, açıklamalardır. (Fahreddin er-Râzî)
وَهُدًى وَ رَحْمَةٌ ”bir hidayet, bir rahmet...” buyurulmuştur.
Buna göre şayet, بَيِّنَةٌ ve هُدًى kelimeleri aynı manalardadır. O halde bunları tekrarlamanın hikmeti ve faydası nedir?” denilirse, biz deriz ki:
Kur’an-ı Kerim, naklen bilinen hususlarda bir beyyine; naklen ve aklen bilinen hususlarda ise bir hidayettir. Bu iki kelimenin fayda ve anlamları farklı farklı olunca, böyle bir atıf yerinde ve güzel olmuştur. Biz رَحْمَةٌ kelimesinin manasının, dinî bakımdan bir nimet olduğunu daha önce beyan etmiştik. (Fahreddin er-Râzî)
Beyyine, içindeki açıklama ve gerçeğin ortaya çıkması demektir. Kur'an, Allah katından gelerek Arap edebiyatçılarını aciz bıraktığı ve hayır yollarına yönelttiği için beyyinedir, içinde zorluk barındırmayan bir şeriat getiren rahmettir ve kolaylıkla ümmetin ıslahını sağlar. Bu, en şaşırtıcı şeriatlardan biridir ve bu da onun her şeyi bilen Allah katından olduğuna delildir. (Âşûr)
Kur’an'ın, açık bir delil olmakla vasıflandırılması, onların onu okuyup anlamak imkânına tamamen sahip olduklarını bildirmek içindir. Kur’an'ın hidayet ve rahmet olarak vasıflandırılması ise Tevrat'ın içerdiği hidayet ve rahmeti de içerdiğine, hatta hidayet ve rahmetin kendisi olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)
فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَصَدَفَ عَنْهَاۜ
فَ istînâfiyyedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ifade eden isim cümlesidir.
İstifham ismi مَنْ mübteda konumundadır. İnkârî manadadır.
Müsnedi olan اَظْلَمُ ism-i tafdil kalıbındadır. Mübalağa ifade eder. Soru kastı taşımayıp tevbih ve inkârî anlamda gelen cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olduğu istifhamda tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelmiş haberî isnaddır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
صَدَفَ عَنْ - كَذَّبَ - اَظْلَمُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بِاٰيَاتِ اللّٰهِ izafeti, ayetler için şan ve şeref ifade eder.
وَصَدَفَ عَنْهَاۜ cümlesi sılaya matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
صَدَفَ fiilinde irsâd sanatı vardır.
صَدَفَ ; bir anlamı devenin ayaklarındaki eğrilik demek olan sadef gibi düzeltilemez ya da denizden çıkan sadef gibi sert bir şekilde yüz çevirdi demektir. (Müfredat)
Türkçede kullanılan şekilleri sedef ve tesadüftür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Kur’ân’da 5 kere, bu surede 4 kere, bu ayette üç kere geçmiştir. Beşincisi Kehf suresinde “yamaç” manasında gelmiştir. Yüz çevirme anlamı ile sadece bu surede geçmiştir. Benzer manada olan صَد عَنْ fiili Kur’ân’da 42 kere geçmiş ama bu surede hiç geçmemiştir.
Onlardan daha zalimin olmadığı şeklindeki haberin mazeretiyle alakalı bir teferruattır. فَمَن أظْلَمُ cümlesindeki فَ tefrî' içindir. Soru istifhâm-ı inkâridir. Yani Allah'ın ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim kimse yoktur demektir. (Âşûr)
Kur’an'ın, ayetler olarak ifade edilmesi, durumun korkunçluğunu vurgulamak ve Allah Teâlâ'nın her hangi bir ayetini yalanlamanın, daha zalim olmak için yeterli bulunduğuna dikkat çekmek içindir. Şu halde bütün Kur’an'ı tekzip eden kimse sence nasıl olmalıdır? (Ebüssuûd)
سَنَجْزِي الَّذ۪ينَ يَصْدِفُونَ عَنْ اٰيَاتِنَا سُٓوءَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يَصْدِفُونَ
Taliliye olarak fasılla gelen son cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan cümleye dahil olan istikbal harfi سَ , tekid ifade eder.
سَنَجْزِي fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası يَصْدِفُونَ عَنْ اٰيَاتِنَا, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
اٰيَاتِنَا izafetinde azamet zamirine muzâf olan اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.
بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ifadesindeki lafza-i celalden bu cümlede azamet zamirine iltifat sanatı vardır.
Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih es-Sâmerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, C. 2, S. 467).
سُٓوءَ الْعَذَابِ fiilinin ikinci mef’ûlüdür.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası كَانُوا يَصْدِفُونَ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
بِمَا كَانُوا يَصْدِفُونَ cümlesinde كَان ’nin haberinin muzari fiil oluşu, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhayyileyi canlandırarak, muhatabın konuyu kavramasında etkili olur
ب harfi, sebebiyyedir. Müşterek ism-i mevsûl olan ما ’da tevcih sanatı vardır.
كان ’nin haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafat s. 112)
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna, veya geçmişte mutat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (M.Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’ân’da Kullanımı)
‘’Biz ayetlerimizden yüz çevirenleri bu sebeple, yaman bir azap ile cezalandıracağız” buyurmuştur. Bu tıpkı, “kâfir olup da, Allah’ın yolundan men edenler (yok mu?) Biz onların (çektikleri) azabın üstünde, (dünyada) çıkarabildikleri fesadlara mukabil), bir azap daha katıp arttırdık” (Nahl, 88) ayeti gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
كان ’li cümlelerde o durumun onlarda iyice yerleşmiş olduğuna işaret vardır.
صَدَفَ - يَصْدِفُونَ ve لَكُنَّٓا - كَانُوا ve هُدًى - اَهْدٰى kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَصْدِفُونَ - اٰيَاتِ - مَنْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Surenin bu sayfasındaki ayetlerde, ونَ ve ينَ fasılaları güzel bir ahenk oluşturmuştur.
Bu fasılalar arasında lüzum mâ lâ yelzem ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.