En'âm Sûresi 20. Ayet

اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۢ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ۟  ...

Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (Peygamberi) kendi öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini ziyana sokanlar var ya, işte onlar inanmazlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ kendilerine
2 اتَيْنَاهُمُ verdiklerimiz ا ت ي
3 الْكِتَابَ Kitap ك ت ب
4 يَعْرِفُونَهُ onu tanırlar ع ر ف
5 كَمَا gibi
6 يَعْرِفُونَ tanıdıkları ع ر ف
7 أَبْنَاءَهُمُ oğullarını ب ن ي
8 الَّذِينَ kimseler
9 خَسِرُوا ziyana sokan(lar) خ س ر
10 أَنْفُسَهُمْ kendilerini ن ف س
11 فَهُمْ onlar
12 لَا
13 يُؤْمِنُونَ inanmazlar ا م ن
 

اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۢ


İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰتَيْنَاهُمُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰتَيْنَاهُمُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  الْكِتَابَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

يَعْرِفُونَهُ  fiili  اَلَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  يَعْرِفُونَهُ  fiili  نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur.

كَ  misli manasındadır.  ما  ve masdar-ı müevvel,  كَ  harf-i ceriyle birlikte mef'ûlu mutlak olarak mahallen mansubtur. Takdiri,  عرفون عرفانا كعرفانهم أبناءهم (Çocuklarını tanır gibi bir irfanla tanıdılar.) şeklindedir. 

يَعْرِفُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

اَبْنَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ۟

  

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

خَسِرُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْفُسَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  zaiddir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

لَا يُؤْمِنُونَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir. İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
 

اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۢ 


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması onların bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında tahkir ifade eder. İsm-i mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. Müsnedin muzari fiil olması hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

اَلَّذٖينَ خَسِرُوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ  ifadesindeki  اَلَّذٖينَ  kelimesi ayetin başındaki  اَلَّذٖينَ ’nin sıfatıdır. Buna göre her ikisinin de âmili tektir. Bunların maksadı da Hz. Muhammed’in (s.a.) peygamberliğini bildiği halde inkâr eden inatçı kimseleri tehdittir. (Fahreddin er-Râzî)

اَلَّذ۪ينَ  -  مَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı,  يَعْرِفُونَ ’nin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Kitap ehlinin Nebi’yi (s.a.) tanımaları, kendi sülbleri olan öz oğullarını tanımaları gibi kesin ve nettir. Teşbih-i mürseldir. Aklînin hissîye benzetilmesidir. Aralarındaki benzerlik dolayısıyla semavi kitaplara muttali olmakla elde edilen aklî bilgi, hissî bilgiye benzetilmiştir. (Âdil Ahmet Sabır er-Ruveynî, Min Ğarîbi’l Kur’ani’l Kerim, Soru 1172)

عرِف  fiili çoğunlukla zat ve beş duyuyla algılanan şeyler için kullanılır. (Âşûr) Dolayısıyla buradaki  هُ  zamiri kitaba değil, Peygamber Efendimize (s.a.) aittir. Zaten kitap ile çocukları karşılaştırmak, ona benzetmek münasip değildir. Ayrıca onların kitabında Peygamber Efendimiz (s.a.) ile ilgili özellikler anlatılmıştır. 

Şayet “Niçin burada özellikle oğullar zikredilmiştir?” ayet dersen şöyle derim: Çünkü daha meşhur, daha tanınan, babaların sohbetine daha çok  devam eden ve onların gönüllerinde daha çok yer tutan erkek evlatlardır. (Keşşaf)

Kendilerine kitap verdiklerimiz, Peygamber hakkındaki bilgiyi, bu bilginin sebebi olan vahyi, Kur’an’ı ve kıble tahvilini elbette bilirler. Ancak ayetin “kendi oğullarını tanırcasına veya tanır gibi” bölümü, birinci manayı teyit eder. Yani onlar, Peygamberi kendi kitaplarında yazılı olduğu gibi o üstün vasıfları ile bilirler ve oğullarının nesebi hakkında nasıl şüpheleri yoksa bunda da şüpheleri yoktur demektir. Zahirin yalnız oğullara hasr ve tahsis edilmesi kızların bunun dışında bırakılması Yahudi ve Hristiyanların kendi oğullarını kızlarından daha çok sevdikleri ve dolayısıyla onları daha fazla tanıdıkları içindir. (Ebüssuûd)

Ayrıca burada iltifat sanatı vardır. Önceki ayette Efendimizden (قُلْ /söyle), انت (sen) zamiriyle bahsedilmişti. Burada  هُ  (o) zamiriyle bahsedilmiştir.

Ayette muhataptan gaibe iltifat edilmesinde amaç; ehli kitap nezdinde çok ünlü ve bilinir olsa bile Peygamber Efendimizin şöhretini tekid etmektir. İsmini ve sıfatını izhar etmeye gerek yoktur. (Âdil Ahmet Sabır er-Ruveynî, Min Ğarîbi’l Kur’ani’l Kerim, Soru,1170)

 

اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ۟


İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede mübteda olan  اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası  خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ’dur müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi sonraki habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur. Sılası olan  خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır

Faide-i haber talebî kelam olan  فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ  cümlesi, haberidir. Cümleye dahil olan فَ  zaiddir. Tekid ifade eder.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesinde olayı canlandırarak onun dikkatini uyanık tutmayı sağlar.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَنْفُسَهُمْ - نَفْسِهِ  arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

اَنْفُسَهُمْ  kelimesi tecrîddir.

خَسِرُٓوا - لَا يُؤْمِنُونَ۟  arasında mürâat-ı nazîr vardır. 

Müşriklerin kararlılığı ve ısrarının büyüklüğünü izah için gelmiş bir istînâf cümlesidir. (Âşûr)