وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا طَٓائِرٍ يَط۪يرُ بِجَنَاحَيْهِ اِلَّٓا اُمَمٌ اَمْثَالُكُمْۜ مَا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ مِنْ شَيْءٍ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | yoktur ki |
|
2 | مِنْ | hiçbir |
|
3 | دَابَّةٍ | yürüyen hayvan |
|
4 | فِي | -nde |
|
5 | الْأَرْضِ | yeryüzü- |
|
6 | وَلَا | ve hiçbir |
|
7 | طَائِرٍ | kuş |
|
8 | يَطِيرُ | uçan |
|
9 | بِجَنَاحَيْهِ | iki kanadiyle |
|
10 | إِلَّا | olmasınlar |
|
11 | أُمَمٌ | birer ümmet |
|
12 | أَمْثَالُكُمْ | sizin gibi |
|
13 | مَا |
|
|
14 | فَرَّطْنَا | biz eksik bırakmamışızdır |
|
15 | فِي |
|
|
16 | الْكِتَابِ | Kitapta |
|
17 | مِنْ | hiçbir |
|
18 | شَيْءٍ | şeyi |
|
19 | ثُمَّ | sonra |
|
20 | إِلَىٰ | -(nin huzuru)na |
|
21 | رَبِّهِمْ | Rableri- |
|
22 | يُحْشَرُونَ | toplanacaklardır |
|
Görenler, düşünenler için yeryüzünde ve insanları kuşatan tabiatta da birçok âyet, mûcize, Allah’ın kudretini apaçık gösteren deliller vardır. Âyette bu delillerden birkaçına işaret edilmektedir. Buna göre yeryüzünde yürüyüp dolaşan bütün canlılar, gökyüzünde kanat çırpıp uçan bütün kuşlar da insanlar gibi birer “ümmet”, düzenli birer topluluktur; insanlar gibi onlar da birer canlı sınıfıdır. Hepsi de Allah’ın kudretinin eseri olup O’nun verdiği rızıkla beslenmekte, O’nun verdiği canla yaşamakta ve üremekte, ilâhî kudretin birer nişanesi olarak cinsler, türler oluşturmaktadır. Bütün bunları düzenleyen kanunlar Allah tarafından konulmuş olup O’nun varlığına, ilmine ve kudretine delâlet etmektedir.
Âyette “Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık” buyuruluyor. Buradaki kitap birkaç şekilde anlaşılmıştır. Bir görüşe göre bu kitap levh-i mahfûzdur. Yüce Allah, âlemde olmuş ve olacak her şeyi, her varlığı ve her olayı, ilm-i ezelîsinin bir ifadesi olarak levh-i mahfûzda bütün ayrıntı ve kanunlarıyla tesbit ve tayin etmiştir. Âlemde vuku bulan her şey O’nun ilmi, O’nun kurduğu düzen içinde gerçekleşmekte, ilmine ve kudretine şahadet etmektedir. Daha zayıf olan diğer bir görüşe göre bu kitap, Kur’ân-ı Kerîm’dir. Çünkü Kur’an’da insanların muhtaç olduğu pek çok bilgi, Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayı gerekli kılan yeteri kadar delil mevcuttur. Buna rağmen inanmayanlar, Kur’an’da eksik bilgi verildiğinden değil, inatlarından veya İslâm’ın getirdiği hükümleri kendi menfaatlerine aykırı bulduklarından dolayı inanmamaktadırlar. Fakat yüce Allah, insanlara muhtaç oldukları her bilgiyi, her uyarıyı bildirdiği halde yine de inanmamakta direnenler hakkında şöyle buyuruyor: “Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde kalmış sağırlar ve dilsizlerdir.” Tıpkı karanlıkta kalanın nereye gittiğinin farkında olmaması, bastığı yeri görememesi gibi bunlar da hak ile bâtılı ayıramaz, hayatın anlamının ve hakikatinin ne olduğundan habersiz olarak yaşarlar; bundan dolayı ne hakka kulak verirler ne de hakkı konuşurlar. Bu yüzden Allah onları dalâlete düşürmüş yani dalâleti böyleleri için yaratmıştır. “Allah kimi dilerse onu şaşırtır.” Diğer bir görüşe göre ise “Gerçek şu ki Allah insanlara zerrece kötülük etmez, fakat insanlar kendilerine kötülük ediyorlar” (Yûnus 10/44). Böyle olunca Allah, yalnızca hakka karşı direnenlerin dalâlete düşmesini ister. Bu, O’nun kötülüğü istemesinden değil, adaleti istemesinden ileri gelir. Buna karşılık, “O, dilediği kimseyi de doğru yola iletir”; sırât-ı müstakîm üzere yaşatır. Her kim inattan, peşin hükümlerden ve kötü niyetlerden arınmış olarak kulağını hakkı dinlemeye açık tutar, dilini hakkı söylemeye âmâde kılarsa yüce Allah böylelerinin de hidayette olmalarını ister ve onları doğru yolda yaşatır. Bu da Allah’ın adalet ve lutfunun bir sonucudur. Bu ve benzeri âyetlerden anlaşılması gereken, Cebriyye mezhebi mensuplarının ileri sürdükleri gibi, Allah’ın–hâşâ– bir zalim ve gaddarın keyfî tutumuna benzer şekilde, adaletsiz, hikmetsiz ve nizamsız olarak insanları rastgele iyilik veya kötülük yapmaya mecbur ettiği değil; O’nun irade ve kudretinin hiçbir kayıt ve şartla sınırlanamayacağı, O’nun mutlak hükümran olduğudur. Hükümranlık, ancak kötüler tarafından zalimce kullanılır. Allah ise mutlak iyidir; zulüm ve haksızlık yapmaktan münezzehtir. Bu sebeple hükümranlığını kendi adaletiyle uyum halinde kullanır ve sonuçta, tamamen hür ve sınırsız olan iradesiyle kötüleri dalâlete, iyileri hidayete yöneltir. Mu‘tezile mezhebi, Allah’ın bu şekilde adaletli iş yapmasını hikmet olarak adlandırmış ve hikmete uymayı Allah için “gerekli” görmüştür. İmam Mâtürîdî bu görüşü eleştirirken özetle şöyle der: Allah’ın fiillerinin hikmete uygun olması O’nun için bir mecburiyet değildir. Nasıl ki tecrübî âlemde adalet ve hikmete uygun iş yapan insanlar bunun aksini yapmaya kadirseler, aynı şekilde Allah da hikmetin zıddına kadirdir. Ancak, insanların hikmetten sapmalarının sebepleri ya “ihtiyaç” veya “bilgisizlik”tir. Yüce Allah bu nevi kusurlardan münezzeh olduğu için adalet ve hikmetin dışına çıkması düşünülemez; dolayısıyla hiçbir insanı, hak etmediği halde dalâlete düşürmez (Kitâbü’t-Tevhîd, s. 216).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 399-401
Riyazus Salihin, 206 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kıyamet gününde, haklar sahiplerine mutlaka verilecektir. Hatta boynuzsuz koyun için, boynuzlu koyundan kısas alınacaktır.”
Müslim, Birr 60. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 2
دبّ debbe: دَابَّة yavaş yavaş, belli belirsiz yürümektir. Bu kelime hayvanlar; daha çokta haşerat için kullanılır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 18 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri dabbe ve dabbe(tülarz)dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فرط : Bir kimse bir maksadla öne geçtiğinde, önden gittiğinde فَرَطَ-يَفْرِطُ denir. إفْرَاط Öne geçme noktasında haddi aşmak/ fazla ileri gitmektir. تَفْرِيط ise yeteri ölçüde öne geçmemek/ öne geçmede yetersiz kalmak demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ifrat, müfrit ve tefrittir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا طَٓائِرٍ يَط۪يرُ بِجَنَاحَيْهِ اِلَّٓا اُمَمٌ اَمْثَالُكُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. مِنْ zaiddir. دَٓابَّةٍ lafzen mecrur, mahallen mübteda olarak merfûdur.
فِي الْاَرْضِ car mecruru دَٓابَّةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَ atıftır. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. طَٓائِرٍ kelimesi دَٓابَّةٍ ’e matuf olup lafzen mecrur mahallen merfûdur.
يَط۪يرُ fiili طَٓائِرٍ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrur veya merfûdur.
يَط۪يرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir. بِجَنَاحَيْهِ car mecruru يَط۪يرُ fiiline müteallıktır. جَنَاحَيْهِ muzâf olup müsenna olduğu için ى ile mecrurdur. Sonundaki نَ izafetten dolayı hazfedilmiştir.
Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اُمَمٌ haber olup lafzen merfûdur. اَمْثَالُكُمْ kelimesi اُمَمٌ kelimesinin sıfatıdır.
Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ مِنْ شَيْءٍ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ
Fiil cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. فَرَّطْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
فِي الْكِتَابِ car mecruru فَرَّطْنَا fiiline müteallıktır. مِنْ zaiddir. شَيْءٍ lafzen mecrur, mahallen mef’ûlun bih olarak mansubtur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. اِلٰى رَبِّهِمْ car mecruru يُحْشَرُونَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُحْشَرُونَ fiili meçhul, muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
فَرَّطْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’âl babındandır. Sülâsîsi فرط’dir. İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا طَٓائِرٍ يَط۪يرُ بِجَنَاحَيْهِ اِلَّٓا اُمَمٌ اَمْثَالُكُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. Menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Zaid harfler olan مِنْ لَا ve kasrla tekid edilmiştir. Kasr mübteda ve haber arasındadır.
دَٓابَّةٍ maksûr/mevsuf, اُمَمٌ maksûrun aleyh/sıfattır. Dolayısıyla kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
اُمَمٌ ,اَمْثَالُكُمْ için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
طَٓائِرٍ - يَط۪يرُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
دَٓابَّةٍ - طَٓائِرٍ ve طَٓائِرٍ- بِجَنَاحَيْهِ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا طَٓائِرٍ يَط۪يرُ بِجَنَاحَيْهِ ifadesi ما من دابة ولا طائر şeklinde gelmiş olsaydı da anlam tam olurdu. İlaveten gelen فِي الْأَرْضِ ve يَطِيرُ بِجَناحَيْهِ kelimelerinin zikri, Allah’ın sonsuz kudretini, latif ilmini, engin hakimiyetini vurgulamak amacıyla yapılan ıtnâb sanatıdır.
Bu anlatımın amacı Allah Teâlâ’nın muazzam kudretini, her tür inceliğe nüfuz edebilen ilmini, otoritesinin her şeyi kapsadığını, farklı cinslerdeki ve arttıkça artan türlerdeki bunca mahlukatı planladığını göstermektir. Allah, bunların lehindeki - aleyhindeki her şeyi korumaktadır, durumlarını kontrol altında tutmaktadır. Herhangi bir durum, başka bir durumla ilgilenmesini engellemez ve bu, O’nun sadece mükellef mahlukları ile alâkalı olmayıp buların dışındaki diğer canlıları da kapsamaktadır (Keşşâf)
“Kanadıyla uçan” şeklindeki açıklaya aslında gerek yoktur. Kuş deyince kanadıyla uçtuğu anlaşılır ama bu açıklamalar bu kelimelerin mecazî bir anlamda kullanılmadığını göstermek için gelmiştir.
اِلَّٓا اُمَمٌ tabirinde cem’ sanatı vardır.
Cenab-ı Hak önceki ayette eğer diğer mucizelerin indirilmesi onların yararına olsaydı, onları izhar edeceğini ancak bu mucizeleri izhar etmenin, o mükellefler için bir fayda ifade etmeyeceğini, işte bu sebeple de onları izhar etmediğini açıklamıştı. Bu cevap ancak Allah Teâlâ’nın, kulların faydalarını gözetip buna göre onlara lütufta bulunduğu sabit olduğu zaman tamamlanır. Bundan dolayı Yüce Allah, “Yerde yürüyen hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş hariç olmamak üzere” hepsi de Allah’ın fazl-ı kereminin, alakasının, rahmetinin ve ihsanının kendilerine ulaşması hususunda “hepsi sizin gibi ümmetlerdir” diyerek durumun böyle olduğunu açıklamış ve iyice anlatmıştır. Bu adeta müşahede olunan ve hissedilen bir şey gibidir. Allah'ın inayetinin eserleri bütün canlılara ulaştığına göre eğer bu ezici mucizeleri izhar etmek kulların yararına olsaydı, Allah onu yerine getirir, onları izhar eder. Allah Teâlâ’nın, faydaları ve maslahatları hususunda hiçbir canlıya cimri davranmadığı açıkça malum olduğu için bu hususta da cimri davranması imkansız olurdu. Bu, Cenab-ı Hakk’ın bu mucizeleri izhar etmeyeceğine delalet eder. Zira bu mucizeleri izhar etmek, kulların faydalarını haleldar eder. İşte, bu ayet ile önceki ayet arasındaki ilgi ve münasebetin izahı budur. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)
مَا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ مِنْ شَيْءٍ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ
İtiraziyye olarak fasılla gelen cümle, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İki car-mecrurun da amili فَرَّطْنَا ’dır.
İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
الْكِتَابِ ’tan murad, Kur’an-ı Kerim’dir
الْكِتَابِ kelimesinin başındaki ال ahd-i haricidir. Levh-i mahfuz veya Kur’an-ı Kerim kastedilmiştir. (Medine Balcı Dergâhu’l Kur’an)
شَيْءٍ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. “Hiçbir” manasındadır. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.
Tertip ve terahi bildiren atıf harfi ثُمَّ ile makabline atfedilen اِلٰى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede car-mecrurun takdimi kasr ifade etmiştir. Bu cümle mamulün âmile kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder.
رَبِّهِمْ izafeti muzâfun ileyhe şan ve şeref kazandırmıştır. Bu ifadede tecrîd sanatı vardır. Çünkü cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır.
Kādî şöyle demiştir: Her canlının, kendisine isabet eden elem ve acıdan ötürü Allah’tan bir karşılık almaya hakkı vardır. Bu karşılık ona dünyada verilmemiştir. Binaenaleyh Allah’ın, bu canlıları, kendilerine o karşılıkları tastamam ödemek için ahirette haşr etmesi aklen vâciptir. Bir alacağı bulunmayan hayvanın haşr edilmesi ise aklen gerekmez. Ne var ki Allah, ayette hepsini haşr edeceğini haber vermiştir. Bu haşr, naklî deliller bakımından kesindir. Biz, hayvanlar içerisinde, herhangi bir karşılığı haketmemiş olanların da mutlaka bulunacağını söyledik. Zira bu hayvanlar, çoğu kez her türlü elem ve acıdan korunmuş olarak kalırlar. Sonra da Hak Teâlâ onların acı vermeksizin canını alır. Zira ölürken bir acının mutlaka mevcut olduğu bir delil ile sabit değildir. Bu durumda o hayvan, herhangi bir bedel hak etmiş olmaz. (Fahreddin er-Râzî)
Ayet-i kerime hayvanlara rıfk ile muamele etmeyi teşvik eder. “Onlar da sizin gibi bir ümmet” diyerek kendinizden ayrı saymayın haklarına riayet edin buyurulmuştur. (Âşûr)