يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا جَٓاءَكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ فَامْتَحِنُوهُنَّۜ اَللّٰهُ اَعْلَمُ بِا۪يمَانِهِنَّۚ فَاِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ اِلَى الْكُفَّارِۜ لَا هُنَّ حِلٌّ لَهُمْ وَلَا هُمْ يَحِلُّونَ لَهُنَّۜ وَاٰتُوهُمْ مَٓا اَنْفَقُواۜ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ اِذَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّۜ وَلَا تُمْسِكُوا بِعِصَمِ الْكَوَافِرِ وَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقْتُمْ وَلْيَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقُواۜ ذٰلِكُمْ حُكْمُ اللّٰهِۜ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | إِذَا | zaman |
|
5 | جَاءَكُمُ | size geldiği |
|
6 | الْمُؤْمِنَاتُ | mü’min kadınlar |
|
7 | مُهَاجِرَاتٍ | göç ederek |
|
8 | فَامْتَحِنُوهُنَّ | onları imtihan edin |
|
9 | اللَّهُ | Allah |
|
10 | أَعْلَمُ | daha iyi bilir |
|
11 | بِإِيمَانِهِنَّ | onların imanlarını |
|
12 | فَإِنْ | eğer |
|
13 | عَلِمْتُمُوهُنَّ | anlarsanız |
|
14 | مُؤْمِنَاتٍ | inanmış olduklarını |
|
15 | فَلَا |
|
|
16 | تَرْجِعُوهُنَّ | onları geri döndürmeyin |
|
17 | إِلَى |
|
|
18 | الْكُفَّارِ | kafirlere |
|
19 | لَا | değildir |
|
20 | هُنَّ | bunlar (kadınlar) |
|
21 | حِلٌّ | helal |
|
22 | لَهُمْ | onlara |
|
23 | وَلَا | ve değildir |
|
24 | هُمْ | onlar |
|
25 | يَحِلُّونَ | helal |
|
26 | لَهُنَّ | bunlara |
|
27 | وَاتُوهُمْ | ve onlara verin |
|
28 | مَا | şey(leri) |
|
29 | أَنْفَقُوا | onların harcadıkları |
|
30 | وَلَا | ve yoktur |
|
31 | جُنَاحَ | bir günah |
|
32 | عَلَيْكُمْ | sizin için |
|
33 | أَنْ |
|
|
34 | تَنْكِحُوهُنَّ | bunlarla evlenmenizde |
|
35 | إِذَا | takdirde |
|
36 | اتَيْتُمُوهُنَّ | kendilerine verdiğiniz |
|
37 | أُجُورَهُنَّ | ücretlerini |
|
38 | وَلَا | ve |
|
39 | تُمْسِكُوا | tutmayın |
|
40 | بِعِصَمِ | ismetlerini |
|
41 | الْكَوَافِرِ | kafir kadınların |
|
42 | وَاسْأَلُوا | isteyin |
|
43 | مَا | şeyi (mehri) |
|
44 | أَنْفَقْتُمْ | harcadığınız |
|
45 | وَلْيَسْأَلُوا | ve onlar da istesinler |
|
46 | مَا | şeyi |
|
47 | أَنْفَقُوا | harcadıkları |
|
48 | ذَٰلِكُمْ | bu size |
|
49 | حُكْمُ | hükmüdür |
|
50 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
51 | يَحْكُمُ | (böyle) hükmediyor |
|
52 | بَيْنَكُمْ | aranızda |
|
53 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
54 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
55 | حَكِيمٌ | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا جَٓاءَكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ فَامْتَحِنُوهُنَّۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ , münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştim3al. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı اِذَا جَٓاءَكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ ‘dir.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَكُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْمُؤْمِنَاتُ fail olup lafzen merfûdur. مُهَاجِرَاتٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. امْتَحِنُو fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ءَامَنُوا۟ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi امن ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek,
امْتَحِنُو fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi محن ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَللّٰهُ اَعْلَمُ بِا۪يمَانِهِنَّۚ
İsim cümlesidir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olarak mahallen merfûdur. اَعْلَمُ haberdir. بِا۪يمَانِهِنَّۚ car mecruru اَعْلَمُ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَاِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ اِلَى الْكُفَّارِۜ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. عَلِمْتُمُوهُنَّ şart fiili sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir و harfi getirilir. عَلِمْتُمُوهُنَّ fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.
مُؤْمِنَاتٍ ikinci mef’ûlün bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَرْجِعُوهُنَّ fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اِلَى الْكُفَّارِ car mecruru تَرْجِعُو fiiline mütealliktir.
مُؤْمِنَاتٍ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا هُنَّ حِلٌّ لَهُمْ وَلَا هُمْ يَحِلُّونَ لَهُنَّۜ
İsim cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. هُنَّ mübteda olarak mahallen merfûdur. حِلٌّ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. لَهُمْ car mecruru حِلٌّ ‘a mütealliktir.
لَا هُمْ يَحِلُّونَ cümlesi atıf harfi و ‘la makabline matuftur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَحِلُّونَ fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يَحِلُّونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul وَ ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. لَهُنَّ car mecruru يَحِلُّونَ fiiline mütealliktir.
وَاٰتُوهُمْ مَٓا اَنْفَقُواۜ
Ayet atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. اٰتُوهُمْ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْفَقُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اَنْفَقُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْفَقُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نفق ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ اِذَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّۜ
وَ atıf harfidir. لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. جُنَاحَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. لَا ’nın haberi mahzuftur.
عَلَیۡكُمۡcar mecruru لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf bir في harf-i ceriyle birlikte تَنْكِحُوهُنَّ fiiline mütealliktir. Takdiri, في أن تنكحوهنّ (Onlarla evlenmenizde) şeklindedir.
تَنْكِحُوهُنَّ fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اٰتَيْتُمُوهُنَّ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اُجُورَهُنَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir و harfi getirilir. اٰتَيْتُمُوهُنَّ fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.
اٰتَيْتُمُوهُنَّ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi اتى ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَلَا تُمْسِكُوا بِعِصَمِ الْكَوَافِرِ وَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقْتُمْ وَلْيَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقُواۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُمْسِكُو fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِعِصَمِ car mecruru تُمْسِكُو fiilinin failine ait mahzuf hale mütealliktir. الْكَوَافِر muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
سْـَٔلُوا atıf harfi و ‘la تُمْسِكُو fiiline matuftur. سْـَٔلُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْفَقْتُمْ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اَنْفَقْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. لْ emir lam’ıdır. يَسْـَٔلُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْفَقُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اَنْفَقُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
ذٰلِكُمْ حُكْمُ اللّٰهِۜ
İsim cümlesidir. İsmi işaret ذٰلِكُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. حُكْمُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَحْكُمُ بَيْنَكُمْۜ
Fiil cümlesidir. يَحْكُمُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.
عَل۪يمٌ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. حَك۪يمٌ mübtedanın ikinci haberi olarak lafzen merfûdur.
عَل۪يمٌ ve حَك۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا جَٓاءَكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ فَامْتَحِنُوهُنَّۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَٓا nida edatı, اَيُّهَا münadadır.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Nidanın cevabı olan اِذَا جَٓاءَكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ فَامْتَحِنُوهُنَّۜ cümlesi şart üslubunda gelmiştir.
اِذَا şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir.
Şart cümlesi olan جَٓاءَكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مُهَاجِرَاتٍ , failin halidir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. Itnâb sanatı babındandır.
فَ karinesiyle gelen فَامْتَحِنُوهُنَّ cümlesi şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu inşâ cümlesi irşad (doğru davranma şeklini göstermek, insanları hatadan kurtarmak) için gelmiştir. Dolayısıyla cümle, mecâz-ı mürsel mürekkebdir.
اٰمَنُٓوا - الْمُؤْمِنَاتُ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medenî surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “Ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.
Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
Burada الْمُؤْمِنَاتُ ifadesi, imanın gereği olan kelime-i şehadeti açıktan söylemiş ve ona zıt bir hal göstermemiş olmaları, yahut imtihan ile imanlarını ispat etme durumunda bulunmaları itibariyle açıkça belirtmiş olmalarını gerektirir. Yoksa imtihana tabi tutulmalarının manası olmazdı. (Elmalılı Hamdi Yazır)
اَللّٰهُ اَعْلَمُ بِا۪يمَانِهِنَّۚ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Haber olan اَعْلَمُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
بِا۪يمَانِهِنَّۚ car mecruru haber olan اَعْلَمُ ‘ya mütealliktir.
Şayet وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِا۪يمَانِكُمْ sözü ne anlama gelmektedir? dersen şöyle derim: Allah, eksiklik ve fazlalık bakımından sizinle köle ve cariyeleriniz arasındaki iman farkını çok daha iyi bilir. Bir cariyenin imanı hür bir kadınınkinden, bir kadının imanı bir erkeğinkinden daha üstün olabilir. Müminlerin görevi asalet ve soy sop avantajını değil, sadece imandaki üstünlüğü göz önünde bulundurmaktır. Bunun söylenmesindeki amaç, müminleri [zinaya düşmektense] cariyelerle evlenmeye ısındırmak ve bu tür evlilikten yüz çevirmekten uzaklaştırmaktır. (Keşşâf, Nisa/25)
فَاِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ اِلَى الْكُفَّارِۜ
Cümle atıf harfi فَ ile nidanın cevabına atfedilmiştir. Şart üslubunda gelen cümlede, müspet mazi fiil sıygasındaki عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ cümlesi şarttır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ اِلَى الْكُفَّارِ cümlesi şartın cevabıdır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu inşâ cümlesi irşad (doğru davranma şeklini göstermek, insanları hatadan kurtarmak) için gelmiştir. Dolayısıyla cümle, mecâz-ı mürsel mürekkebdir.
Mef’ûl olan مُهَاجِرَاتٍ kelimesinin nekreliği tazim ifade eder. Kelimenin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مُؤْمِنَاتٍ - الْكُفَّارِۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır.
عَلِمْتُمُوهُنَّ - اَعْلَمُ ve مُؤْمِنَاتٍ - بِا۪يمَانِهِنَّۚ - اٰمَنُٓوا gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَا هُنَّ حِلٌّ لَهُمْ وَلَا هُمْ يَحِلُّونَ لَهُنَّۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَا nafiye, هُنَّ mübteda, حِلٌّ haberdir. لَهُمْ car mecruru, müsned olan حِلٌّ ‘a mütealliktir.
وَلَا هُمْ يَحِلُّونَ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür.
هُمْ mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَحِلُّونَ لَهُنَّۜ cümlesi haberdir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
لَا هُنَّ حِلٌّ لَّهُمْ cümlesiyle وَلَا هُمْ يَحِلُّونَ لَهُنَّۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
حِلٌّ - يَحِلُّونَ kelimelerinde cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Zuhaylî bu ifade ile ilgili olarak, “burada bedî‘ ilminde akis ve tebdîl diye isimlendirilen sanat olduğunu söylemiştir. Tefsir kısmında ise şunları söyler: Mümin hanımlar kâfirlere helal değildir. Bir kadının yalnızca hicret etmiş olması eşinden ayrılmasını gerektirmez. Ancak İslama girmesi, kâfir olan kocasından ayrılmasını gerektirir. Kâfir erkekler de müslüman hanımlara helal olmazlar. Bu ayet Müslüman hanımları müşrik erkeklere haram kılmıştır.
Beyzâvî ise “ifadenin tekrar edilmesi mutabakat ve mübalağa içindir. Yahut ilk ifade eşler arasında firkatin meydana gelmesi için, ikincisi ise en baştan yapılacak evlilikleri de yasaklamak içindir” demektedir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
Aradaki haramlığı ifade etmek için bu cümlelerin birisi dahi kâfi gelirse de, haramlığın yalnız bir taraftan olmayıp, iki taraftan da sabit olduğunu beyan etmek için tekrar edilmiştir. Yahut birincisi ayrılığın meydana geldiğini, ikincisi de yeniden nikah kıymanın mümkün olmadığını hatırlatmak içindir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
وَاٰتُوهُمْ مَٓا اَنْفَقُواۜ
Cümle atıf harfi وَ ’la فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ اِلَى الْكُفَّارِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası olan اَنْفَقُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
İnfak kelimesi mehir yerine kullanılmıştır.
اٰتُو fiili kolaylıkla vermeyi ifade eder. Bu tazminatı kolayca vermeleri istenmiştir.
وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ اِذَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّۜ
Cümle atıf harfi وَ ’la فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ اِلَى الْكُفَّارِ cümlesine atfedilmiştir. Cinsini nefyeden nefy harfi لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. جُنَاحَ kelimesi لَا ’nın ismidir. Sübut ve istimrar ifade eden cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. عَلَيْكُمْ ’ün müteallakı olan لَا ’nın haberi mahzuftur.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَنْكِحُوهُنَّ اِذَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّۜ cümlesi, masdar tevili ile takdir edilen في harf-i ceriyle birlikte جُنَاحٌ kelimesine mütealliktir.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. اِذَٓا ’nın muzâfun ileyhi olan şart cümlesi اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mukadder cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.
Ayette cevap farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
اِذَٓا harfine şart manası verilirse mihri büyük ihtimalle vereceklerini ifade eder. Bu şart harfi kesinlikle vuku bulacak fiillerle birlikte kullanılır.
لَا جُنَاحَ - حِلٌّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اٰتَيْتُمُوهُنَّ ve اٰتُوهُمْ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, اُجُورَهُنَّۜ - اَنْفَقُواۜ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَلَا تُمْسِكُوا بِعِصَمِ الْكَوَافِرِ وَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقْتُمْ وَلْيَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقُواۜ
Cümle atıf harfi وَ ’la فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ اِلَى الْكُفَّارِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Veciz ifade kastına matuf olarak izafet formunda gelen بِعِصَمِ الْكَوَافِرِ car mecruru, تُمْسِكُوا ‘ ye mütealliktir.
وَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقْتُمْ cümlesi, atıf harfi وَ ’la فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ اِلَى الْكُفَّارِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا‘ nın sılası olan اَنْفَقْتُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Tezat nedeniyle makabline atfedilen cümlesi, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
وَلْيَسْـَٔلُوا fiiline dahil olan lam, lâm-ul emirdir. Muzariyi cezm eder.
وَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقْتُمْ cümlesiyle, وَلْيَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقُواۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
وَسْـَٔلُوا - وَلْيَسْـَٔلُوا ve اَنْفَقْتُمْ - اَنْفَقُواۜ gruplarındaki kelimeler arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
تَنْكِحُوهُنَّ - لَا تُمْسِكُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
الْكُفَّارِۜ - الْكَوَافِرِ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ذٰلِكُمْ حُكْمُ اللّٰهِۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. ذٰلِكُمْ mübteda, حُكْمُ اللّٰهِ haberdir.
Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onların mertebelerinin yüksekliğini belirtir.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile Allah’ın emirlerine işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Veciz ifade kastına matuf حُكْمُ اللّٰهِۜ izafetinde Allah ismine muzâf olan حُكْمُ , şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
حُكْمُ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)
يَحْكُمُ بَيْنَكُمْۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
حُكْمُ - يَحْكُمُ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
وَ , istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle gelmesi, Allah’ın mutlak ilim sahibi olduğunu, müminlerin hallerini, emirlerini yerine getirip getirmediklerini bildiğini ve bu emirlerin hikmetini vurgulamak içindir. Zamir makamında zahir isim zikredilerek tekrarlanmış, hükmün illeti konunun önemi vurgulanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb, tecrîd, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَل۪يمٌ - حَك۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Haber olan iki vasfın arasında و olmaması Allah Teâlâda ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın عَل۪يمٌ ve حَك۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
عَل۪يمٌ ve حَك۪يمٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
حَك۪يمٌ - يَحْكُمُ - حُكْمُ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28)