وَاِنْ فَاتَكُمْ شَيْءٌ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ اِلَى الْـكُفَّارِ فَعَاقَبْتُمْ فَاٰتُوا الَّذ۪ينَ ذَهَبَتْ اَزْوَاجُهُمْ مِثْلَ مَٓا اَنْفَقُواۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنْ | ve eğer |
|
2 | فَاتَكُمْ | giderse |
|
3 | شَيْءٌ | herhangibir şey |
|
4 | مِنْ | -den |
|
5 | أَزْوَاجِكُمْ | eşleriniz- |
|
6 | إِلَى |
|
|
7 | الْكُفَّارِ | kafirlere |
|
8 | فَعَاقَبْتُمْ | sonra sıra size gelirse |
|
9 | فَاتُوا | verin |
|
10 | الَّذِينَ |
|
|
11 | ذَهَبَتْ | gidenlere |
|
12 | أَزْوَاجُهُمْ | eşleri |
|
13 | مِثْلَ | mislini |
|
14 | مَا |
|
|
15 | أَنْفَقُوا | harcadıklarının |
|
16 | وَاتَّقُوا | ve sakının |
|
17 | اللَّهَ | Allah’a |
|
18 | الَّذِي | ki |
|
19 | أَنْتُمْ | siz |
|
20 | بِهِ | ona |
|
21 | مُؤْمِنُونَ | inanıyorsunuz |
|
Nadîroğulları’yla gizli gizli haberleşip Hz. Peygamber ve ashabına karşı direnmeleri için onlara yardım vaadinde bulunan münafıkların sonuçsuz kalan girişimlerine ve bu iki grubun zaaflarına değinilerek Hz. Peygamber’in ve müslümanların mâneviyatı yükseltilmekte; aynı zamanda dolaylı bir üslûpla müminler, karakter bozukluğuna yol açan bu tür davranışlardan sakındırılmaktadır.
Sûrenin başından bu kümenin sonuna kadarki kısmının Benî Nadîr’in sürgün edilmesi olayının bitiminden sonra nâzil olduğu anlaşılmaktadır. Burada şimdiki veya geniş zaman kullanılmış olması Kur’an’da benzerlerine rastlanan bir üslûp olup bu âyetlerin olaydan önce inmiş olduğunu göstermez (İbn Âşûr, XXVIII, 98-99; Derveze, VIII, 220-221). Bununla birlikte bu kısmın münafıkların gizli muhaberelerini Resûlullah’a bildirmek üzere olay sırasında inmiş olması da ihtimal dışı değildir. Elmalılı –özellikle şimdiki zaman kullanılmasından hareketle– bu ihtimali tercih etmektedir (VII, 4855-4856). Öte yandan, özellikle 11 ve 12. âyetlerde yer alan şart cümleleri dolayısıyla hatıra gelebilecek sorulara cevap olmak üzere birçok müfessirin belirttiği üzere, burada bire bir muayyen bir olayın tasvirinden çok münafıkların ve sözlerine sadakat göstermeyen yahudilerin karakter yapılarıyla ilgili genel bir anlatımın söz konusu olduğu da göz ardı edilmemelidir.
“Yandaşlar” diye çevirdiğimiz 11. âyetteki ihvân (kardeşler) kelimesinin “inkâr eden” sıfatıyla birlikte kullanılmış olması, münafıklarla yahudilerin bazı inançlarda kesiştiklerini göstermektedir. Buna göre “Ehl-i kitap’tan inkârcı yandaşları” diye çevrilen ifade, bu iki kesimin, Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr hususunda birleştiklerini belirtmektedir (İbn Âşûr, XXVIII, 99).
12. âyetin son cümlesinden 15. âyetin sonuna kadar özne ve tümleç olarak yer alan “onlar” zamirleriyle yahudilerin ve bunlarla iş birliği yapmaya kalkışan münafıkların birlikte kastedilmiş olması muhtemeldir; fakat bu kısımdaki tasvir yahudilerin durumuna daha uygun düşmektedir.
13. âyette onların Allah’tan çok müslümanlardan korktuğu belirtilirken “yüreklerinde” kaydının konması, bazı müfessirlerce, bu konuda da iki yüzlü davrandıklarına delâlet bulunduğu şeklinde yorumlanmıştır. Buna göre anlam şöyle olmaktadır: Onlar derin bir Allah korkusu taşıdıkları izlenimi verirler, halbuki gerçekte sizden korkmaktadırlar. Fakat bu cümleyi “Onlar kendilerine cesur görüntüsü veren kimseler oldukları için size karşı taşıdıkları korkuları gizlerler; ama yüreklerinde size karşı büyük bir korku taşımaktadırlar” şeklinde yorumlamak da mümkündür (Zemahşerî, IV, 83). Âyetin sonunda “anlayışı kıt bir topluluk oldukları”nın ifade edildiği göz önüne alınırsa, asıl maksadın söz konusu kimselerin Allah’tan çok insanlardan korktuklarını hatırlatıp müminlerden kısa vadede gelebilecek zararı hesap ettikleri halde ileride Allah’ın kendilerine vereceği cezayı göz ardı etme basiretsizliklerini eleştirmek olduğu söylenebilir (İbn Atıyye, V, 289).
14. âyetin “Onların topu birden sizinle, ancak müstahkem yerlerde ve siperler ardında olduklarında savaşırlar” diye çevrilen kısmını, ilgili yorumlar ışığında şu iki şekilde açıklamak mümkündür: a) “Onlar toplu haldeyken bile sizinle, müstahkem yerlerde ve siperler ardında olmaksızın savaşa girmezler”; b) “Onlar ittifak edip sizinle birlikte savaşmazlar, her bir grup kendi kalesinde, güvenli bölgesinde savaşabilir.” Burada geçen ve “topu birden” diye tercüme edilen cemîan kelimesi ve cümle içindeki rolü hakkında yapılan farklı yorumlardan çıkan ortak sonuç şudur: Müslümanlar münafıkların ve ahidlerini bozan yahudilerin blöflerine aldırış etmemelidir; zira onlar bütün şartlarda savaşı göze alacak cesaret ve özveri duygusuna ve müşterek bir gaye uğruna canlarını feda edebilecek imana ve ruha sahip değildirler; böyle bir birlik ruhu içinde değil, sadece kendilerini sağlama alabildikleri durumlarda veya bulundukları mevzide kendilerini korumak üzere savaşırlar (Râzî, XXIX, 289-290; İbn Âşûr, XXVIII, 104-105). Yine bu âyette geçen be’s kelimesi “güç, azap, sıkıntı, kuvvetli muharebe ve çekişme” gibi mânalara gelmektedir ve âyetin, “Kendi aralarındaki gerginlik ve çatışma şiddetlidir” diye çevrilen kısmı için buradaki bağlama göre değişik açıklamalar yapılmıştır, bunların başlıcaları şunlardır: a) Aralarında gönül bağı yoktur, birlik beraberlik ruhundan yoksundurlar, gerçekte birbirlerine düşmandırlar. Âyetin devamı bu mânayı destekler niteliktedir. b) Onların güç ve cesaretleri birbirlerine karşıdır; müminlere karşı savaşacak olsalar aynı kuvvet ve cesareti koruyamazlar. c) Onlar kendi aralarında savaş konusunu hararetli biçimde tartışırlar, güçlü olduklarından söz ederler ama bu, sözden öteye geçmez; iş ciddiye binince siperlerin arkasına siner kalırlar (Râzî, XXIX, 290). Bu âyette, bir toplumun birlik ve beraberlik ruhu içinde olmaması durumunun “aklını iyi kullanmamaları” gerekçesiyle açıklanması, toplumsal dayanışmanın sırf duygu bağları temeline değil aynı zamanda rasyonel esaslar üzerine dayalı olabileceğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Nitekim Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde oradaki muhtelif sosyal gruplarla karşılıklı hak ve vecîbeleri düzenleyen bir hukukî metin hazırlayıp ilgililere imzalatmış, bu taahhütlere uyulduğu sürece –farklı inanç gruplarından oluşmasına rağmen– Medine toplumu huzur ve güven içinde olabilmişti (bk. Mehmet Akif Aydın, “Anayasa”, DİA, III, 153-154).
Bazı müfessirler 15. âyette geçen “kendilerinden az öncekiler” anlamındaki ifadeyle, Bedir Savaşı’nda perişan olan müşriklerin durumuna atıfta bulunulduğu kanaatindedirler. Fakat bu savaş sonrasında ahidlerini bozmaları sebebiyle Medine’den sürgün edilen Benî Kaynuka‘ yahudilerinin durumunun kastedilmiş olması ihtimali daha kuvvetli görünmektedir. Şöyle ki, Bedir Savaşı sonrasında Benî Kaynuka‘ mensupları müslümanları çekemedikleri için Hz. Peygamber’le aralarındaki antlaşmayı ihlâl edici konuşmalar yapmaya başlamışlar ve bu tavırları sebebiyle Resûlullah tarafından uyarılmışlar, ama onlar Hz. Peygamber’e küstahça bir cevap vermişlerdi (bk. Âl-i İmrân 3/12). Nihayet bir gün Medine çarşısında kuyumculuk yapan bu kabileye mensup bir esnafın müslümanlardan bir hanımın iffetine dokunan ve onu aşağılayan eylemi bardağı taşıran damla oldu. O esnaf oradan geçen bir müslüman tarafından öldürülünce antlaşmayı feshettiklerini açıkça ilân edip kalelerine kapandılar ve savaş haline girdiler. Müslümanlar tarafından yapılan kuşatma sonunda teslim oldular ve sürgün edildiler (ayrıca bk. Enfâl 8/55-57). Burada münafıkların ve geçmiş ümmetlerdeki benzerlerinin kastedildiği yorumu da yapılmıştır. Ancak İbn Atıyye bunun mâkul bir yorum olabilmesi için Hz. Mûsâ dönemi gibi nisbeten yakın bir zaman olarak düşünülmesi veya “az önce”yi “tatma”nın zarfı olarak kabul edip bu cümleye, “Onların durumu kendilerinden az önce cezalarını tadanların durumu gibidir” şeklinde mâna verilmesi gerektiğini belirtir (V, 290).
16. âyette iki yüzlülük ederek insanları kandıran münafıkların bu yöntemi şeytanın insanı doğru yoldan saptırırken uyguladığı taktiğe benzetilmiştir (ayrıca bk. İbrâhim 14/22). Ama –17. âyette belirtildiği üzere– bu ilişkide kendisine uyulan gibi uyanın da sonu ateştir; çünkü kendisine verilen irade gücünü doğru istikamette kullanmamıştır. Şu halde –burada söz konusu edilen olayda– münafıklar yaptıkları tahriklerin karşılığını görmeye, aynı şekilde yahudiler de münafıklara uymanın sonuçlarına katlanmaya mahkûmdurlar; benzer durumlar da buna göre düşünülmelidir (buradaki benzetmeyi muayyen bazı kişilerin yaptıklarıyla açıklama örnekleri için bk. Taberî, XXVIII, 49-50; Elmalılı, VII, 4861-4863).
وَاِنْ فَاتَكُمْ شَيْءٌ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ اِلَى الْـكُفَّارِ فَعَاقَبْتُمْ فَاٰتُوا الَّذ۪ينَ ذَهَبَتْ اَزْوَاجُهُمْ مِثْلَ مَٓا اَنْفَقُواۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. فَاتَكُمْ ’ün dahil olduğu fiil cümlesi şart cümlesidir. فَاتَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. شَيْءٌ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ اَزْوَاجِكُمْ car mecruru فَاتَكُمْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلَى الْـكُفَّارِ car mecruru اَزْوَاجِ ‘nin mahzuf haline mütealliktir.
عَاقَبْتُمْ fiili cümlesi atıf harfi فَ ile فَاتَكُمْ fiiline matuftur. عَاقَبْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. أْتُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası ذَهَبَتْ اَزْوَاجُهُمْ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
ذَهَبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. اَزْوَاجُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِثْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْفَقُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اَنْفَقُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ
وَ atıf harfidir. اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ٓي , lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru مُؤْمِنُونَ ’ye mütealliktir.
مُؤْمِنُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
مُؤْمِنُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّقُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
وَاِنْ فَاتَكُمْ شَيْءٌ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ اِلَى الْـكُفَّارِ فَعَاقَبْتُمْ فَاٰتُوا الَّذ۪ينَ ذَهَبَتْ اَزْوَاجُهُمْ مِثْلَ مَٓا اَنْفَقُواۜ
وَ , atıf harfidir. Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayetteki … فَاِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda gelen ayette, müspet mazi fiil sıygasındaki فَاتَكُمْ شَيْءٌ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ اِلَى الْـكُفَّارِ cümlesi şart olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki فَعَاقَبْتُمْ cümlesi, şart cümlesine فَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Şartın فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi olan فَاٰتُوا الَّذ۪ينَ ذَهَبَتْ اَزْوَاجُهُمْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَاٰتُوا fiilinin mef’ûlu konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan ذَهَبَتْ اَزْوَاجُهُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
مَٓا müşterek ism-i mevsûlü, فَاٰتُوا ‘nun mef’ûlü olan مِثْلَ için muzâfun ileyhdir. Sılası olan اَنْفَقُواۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesi bu fiilin nadiren vuku bulduğuna işaret eden اِنْ harfiyle gelmiştir. Nitekim sadece 6 kadın söz konusu olmuştur.
اَزْوَاجِ kelimesi kevn-i sabik alakasıyla kullanılmış. Dolayısıyla mecaz-ı mürseldir.
مِنْ harfi beyaniyye değil ibtidâiyyedir. (Âlûsî)
اَزْوَاجِ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ
Cümle atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اللّٰهَ lafza-i celâli için sıfat konumundaki müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur بِه۪ , ihtimam için amili, aber olan مُؤْمِنُونَ ‘ye takdim edilmiştir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اتَّقُوا - مُؤْمِنُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, مُؤْمِنُونَ - الْـكُفَّارِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
فَاتَكُمْ - ذَهَبَتْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Takvalı olarak emre uymaları için iman ettikleri hatırlatılarak ayet sona ermiştir.
Bu cümlede mürâât-ı nazîr babından olan teşâbüh-i etrâf sanatı vardır. İmanın gereği itaat olduğu için takva ile başlayıp mümin ile bitmiştir.