فَاِذَا قُضِيَتِ الصَّلٰوةُ فَانْتَشِرُوا فِي الْاَرْضِ وَابْتَغُوا مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَإِذَا | zaman |
|
2 | قُضِيَتِ | kıldığınız |
|
3 | الصَّلَاةُ | namazı |
|
4 | فَانْتَشِرُوا | dağılın |
|
5 | فِي |
|
|
6 | الْأَرْضِ | yeryüzüne |
|
7 | وَابْتَغُوا | ve arayın |
|
8 | مِنْ | -ndan |
|
9 | فَضْلِ | lutfu- |
|
10 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
11 | وَاذْكُرُوا | ve anın |
|
12 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
13 | كَثِيرًا | çokça |
|
14 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
15 | تُفْلِحُونَ | başarıya erersiniz |
|
فَاِذَا قُضِيَتِ الصَّلٰوةُ فَانْتَشِرُوا فِي الْاَرْضِ وَابْتَغُوا مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُضِيَتِ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قُضِيَتِ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. الصَّلٰوةُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. انْتَشِرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru انْتَشِرُوا fiiline mütealliktir.
ابْتَغُوا atıf harfi وَ ‘la انْتَشِرُوا ‘ya matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ابْتَغُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ فَضْلِ car mecruru ابْتَغُوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اذْكُرُوا atıf harfi وَ ‘la انْتَشِرُوا ‘ya matuftur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
كَث۪يراً sıfatı olan masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَانْتَشِرُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi نشر ’dir.
ابْتَغُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi بغي ‘dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
İsim cümlesidir. لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. كُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. تُفْلِحُونَ fiili لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تُفْلِحُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
تُفْلِحُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi فلح ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاِذَا قُضِيَتِ الصَّلٰوةُ فَانْتَشِرُوا فِي الْاَرْضِ وَابْتَغُوا مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً
فَ atıf harfidir. Şart üslubunda gelen cümlede, şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan قُضِيَتِ الصَّلٰوةُ , şart cümlesidir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
قُضِيَتِ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
فَ karînesiyle gelen فَانْتَشِرُوا فِي الْاَرْضِ cümlesi şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen emir değil, ibaha ifade ettiği için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فِي الْاَرْضِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla الْاَرْضِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dünya, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
Müminlerin namazlarını kılacakları zahiren bilinmediği için meçhul sıygası ile gelmiştir. (Osman Ertuğrul/Belâgatta Meânî İlmi)
Aynı üsluptaki وَابْتَغُوا مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ cümlesi atıf harfi وَ ‘la, şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Veciz anlatım kastıyla gelen فَضْلُ اللّٰهِ izafetinde فَضْلُ ’nun Allah lafzına muzâf olması, kelimeye tazim kazandırmıştır.
فَضْلِ اللَّهِ ifadesinden maksat mal ve rızık kazanmaktır. (Âşûr)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle atıf harfi وَ ‘la انْتَشِرُوا فِي الْاَرْضِ cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, telezzüz teberrük, muhabbet ve tazim için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mahzuf mef’ûlü mutlaktan naib olan كَث۪يراً , onun sıfatıdır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Amili, ذَكَرَ ’dir. Takdiri, ذكرًا كثيرًا (çok zikir)’dir.
وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً ibaresinden murad; Allah'ı anmayı unutturan, namazdan uzaklaştıran dünyevi meşguliyetlere kapılmaktan kaçınmaktır. Çünkü asıl kurtuluş, yönünü Cenab-ı Hakk'ın rızasını aramaya yönlendirmektir. (Âşûr)
Ayet-i kerimedeki فَانْتَشِرُوا فِي الْاَرْضِ emri, yasaklamadan sonra gelen bir emir olup vücûb değil ibâha ifade eder. Usûl-i fıkıhta “yasaktan (hazr) sonra gelen emir ibâha ifade eder” diyenler bu ayetle istidlâl eder.
Yani Cuma namazını eda edip bitirdiğiniz zaman ticaret için ve maişetinize dair diğer ihtiyaçlarınızı temin etmek için yeryüzüne dağılmanıza izin verilmiş ve bu size mübah kılınmıştır demektir. Allah’ın lütfundan istemekten maksat Allah’ın kullarına aralarındaki muamelelerde ve kazançlarında bahşettiği karlardır. Bu işleriniz ve alışverişiniz esnasında, size dünyevî ve uhrevî hayırları göstermesine şükretmek için O’nu çokça zikretmeyi unutmayın. Ayrıca iki dünyada da hayırlara nail olmak için hamd, tesbih, tekbir ve istiğfar gibi sizi Allah’a yaklaştıracak zikirler yapmayı ihmal etmeyin. Burada, müminin dünya işlerini yaparken dünya sevgisinin ağır basmaması için Allah Tealâ’yı ve O’nun gözetiminde olduğunu unutmaması gerektiğine işaret vardır. Zira Allah’ın murakabesinde olduğu bilinciyle yaşamak dünya ve ahirette kurtuluşa vesile olur. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ ’nin haberi olan تُفْلِحُونَ ’nin muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub; “ لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır.” demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
لَعَلَّ gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbni Âşûr)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Doktora Tezi, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler)
Tereccî, sevilen bir şeyin meydana gelmesi konusundaki beklentiyi ifade eder. Halbuki Allah Teâlâ böyle bir konumda değildir. Bunun için bazıları buradaki لَعَلَّ (umulur ki) harfinin لَ manasında olduğunu ya da Allah Teâlâ'nın burada kullarına, onların kendi aralarında konuştuğu gibi hitap ettiğini söylemişlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.45)
Hak Teâlâ,"Alışverişi bırakın" buyurmuştur. Cenab-ı Hak, insanların işleri arasından, niçin özellikle "alışveriş" işini zikretmiştir? Deriz ki: Çünkü bu, kişinin gündüzün, geçimle ilgili olarak meşgul olduğu en önemli işlerindendir ve burada ticaretin, o vakitte yapılmaması gerektiğine bir işaret vardır. Bir de alışveriş (ticaret) genelde, çarşı-pazarda yapılır. Çarşı-pazarda olanların, namazı unutmaları daha fazladır. Binaenaleyh ayetteki bu ifade, gafil olanları uyarmak içindir. Dolayısıyla özellikle alış-verişin zikredilmesi, uygun düşmüştür. Bu esnada alışveriş yapmak, "haram li-aynihi" değildir. Fakat bu esnada farzdan gaflet etme söz konusudur. Binaenaleyh bu ticaretin hükmü, gasp edilmiş bir arazide kılınan namaz gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
"Allah'ı da çok anın ki, felaha eresiniz." ifadesi Allah'ı çokça, yahut çok zamanda anın ve Allah'ı anmanızı yalnız namaza tahsis etmeyiniz ki, iki cihan saadetine eresiniz demektir. (Ebüssuûd)