Cum'a Sûresi 11. Ayet

وَاِذَا رَاَوْا تِجَارَةً اَوْ لَهْواًۨ انْفَضُّٓوا اِلَيْهَا وَتَرَكُوكَ قَٓائِماًۜ قُلْ مَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ مِنَ اللَّهْوِ وَمِنَ التِّجَارَةِۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ  ...

(Durum böyle iken) onlar bir ticaret veya bir oyun eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona koştular ve seni ayakta bıraktılar. De ki: “Allah’ın yanında bulunan, eğlence ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا zaman
2 رَأَوْا gördükleri ر ا ي
3 تِجَارَةً bir ticaret ت ج ر
4 أَوْ veya
5 لَهْوًا eğlence ل ه و
6 انْفَضُّوا dağılıp ف ض ض
7 إِلَيْهَا ona giderler
8 وَتَرَكُوكَ ve seni bırakırlar ت ر ك
9 قَائِمًا ayakta ق و م
10 قُلْ de ki ق و ل
11 مَا bulunan
12 عِنْدَ yanında ع ن د
13 اللَّهِ Allah’ın
14 خَيْرٌ hayırlıdır خ ي ر
15 مِنَ -den
16 اللَّهْوِ eğlence-
17 وَمِنَ ve
18 التِّجَارَةِ ticaretten ت ج ر
19 وَاللَّهُ ve Allah
20 خَيْرُ en hayırlısıdır خ ي ر
21 الرَّازِقِينَ rızık verenlerin ر ز ق
 
Bir Cuma Peygamber Efendimiz hutbe okurken, yiyecek maddesi taşıyan bir kervanın geldiği duyuldu. Cemaat kervena gitmek için oradan birer, ikişer ayrıldığı için mescidde Hz. Ebû Bekir ile Ömer’in de aralarında bulunduğu on iki kişi kaldı. İşte bunun üzerine “ Onlar bir ticaret yahut bir eğlence görünce, seni ayakta bırakıp oraya sökün ettiler” âyeti nâzil oldu. 
(Buhari, Cum’a 38, Büyû’ 6,11, Tefsir 62/2; Müslim, Cum’a 36; Tirmizi, Tefsir 62/2).
 

وَاِذَا رَاَوْا تِجَارَةً اَوْ لَهْواًۨ انْفَضُّٓوا اِلَيْهَا وَتَرَكُوكَ قَٓائِماًۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. 

إِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

رَاَوْا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

رَاَوْا  fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  رَاَوْا  bilmek anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تِجَارَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  لَهْواً  atıf harfi  اَوْ  ile makabline matuftur. 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  karînesi olmadan gelen  انْفَضُّٓوا اِلَيْهَا  cümlesi şartın cevabıdır.  انْفَضُّٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اِلَيْهَا  car mecruru  انْفَضُّٓوا  fiiline mütealliktir.  تَرَكُوكَ  fiili  قَدْ  takdiri ile  انْفَضُّٓوا ‘daki failin hali olarak mahallen masubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyedir.  تَرَكُوكَ   damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

قَٓائِماً  kelimesi  تَرَكُوكَ ‘deki hitap zamirinin hali olarak lafzen mansubdur. 

انْفَضُّٓوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi  فضض ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar. قَٓائِماً  kelimesi, sülasi mücerredi  قوم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 قُلْ مَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ مِنَ اللَّهْوِ وَمِنَ التِّجَارَةِۜ 


Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  Mekulü’l-kavli مَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. عِنْدَ  mekân zarfı mahzuf sılaya mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

خَيْرٌ  haber olup lafzen merfûdur. مِنَ اللَّهْوِ  car mecruru  خَيْرٌ ‘a mütealliktir.  مِنَ التِّجَارَةِ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.


وَاللّٰهُ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. خَيْرُ  haber olup lafzen merfûdur. خَيْرُ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr) 

Aynı zamanda muzâftır. الرَّازِق۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الرَّازِق۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  رزق  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاِذَا رَاَوْا تِجَارَةً اَوْ لَهْواًۨ انْفَضُّٓوا اِلَيْهَا وَتَرَكُوكَ قَٓائِماًۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı) 

Şart üslubunda gelen ilk cümlede  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. Şart cümlesi olan  رَاَوْا تِجَارَةً اَوْ لَهْواًۨ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَوْ , muhayyerlik bildiren atıf harfidir. Tezâyüf nedeniyle birbirine atfedilen mef’ûller  تِجَارَةً ve  لَهْواًۨ ‘deki nekrelik, muayyen olmayan cinse işaret eder.

تِجَارَةً اَوْ لَهْواًۨ  ibaresinde taksim vardır. Yani bazıları ticaret uğruna ayrıldı. Bazıları eğlenmek için ayrıldı. Ticaret lafzının müennes olarak önce gelmesinde tağlîb vardır.

Çünkü ticaret bunların dağılmasının en güçlü nedeniydi. (Âşûr)

فَ  karînesi olmadan gelen cevap cümlesi  انْفَضُّٓوا اِلَيْهَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.) 

وَ ’la gelen  وَتَرَكُوكَ قَٓائِماًۜ  cümlesi,  قَدْ  takdiriyle  انْفَضُّٓوا  fiilinin failinden haldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَٓائِماً , mef’ûlun halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.


 قُلْ مَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ مِنَ اللَّهْوِ وَمِنَ التِّجَارَةِۜ 

 

Cümle istî’nâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ مِنَ اللَّهْوِ وَمِنَ التِّجَارَةِۜ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  مَا  müsnedün ileyh, خَيْرٌ  müsneddir.

Mübteda olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası mahzuftur.  عِنْدَ اللّٰهِ , mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Veciz ifade kastına matuf  عِنْدَ اللّٰهِ  izafetinde Allah ismine muzâf olan  عِنْدَ , tazim edilmiştir.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, herkes tarafından biliniyor olduğunu belirtmesi yanında tazim ve teşvik içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

عِنْدَ اللّٰهِ  izafeti vaadi tazim içindir.

Müsned olan  خَيْرٌ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Birbirine tezayüf nedeniyle atfedilen  مِنَ اللَّهْوِ وَمِنَ التِّجَارَةِۜ  car mecrurları  خَيْرٌ ’a mütealliktir.

اللَّهْوِ- مِنَ - التِّجَارَةِۜ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu ayet-i kerîmenin baş tarafında  وَاِذَا رَاَوْا تِجَارَةً اَوْ لَهْواًۨ  buyurulmuş, ikinci kısımda ise  مَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ مِنَ اللَّهْوِ وَمِنَ التِّجَارَةِۜ  buyurulmuştur. Yani ayetin birinci kısmında ticaret eğlenceden önce zikredilmiştir. Çünkü o asıl kastedilendir. İkinci kısımda ise eğlence ticaretten önce zikredilmiştir. Çünkü kendisinde fayda bulunmayan şeydeki ziyan daha büyüktür. Böylece ayetin her iki kısmında mühim olan unsur önce zikredilmiş olmaktadır.

Bu ayetin iniş sebebebinin şu olduğunu biliyoruz: Medine’de fakirlik ve ihtiyaç bulunan bir dönemde Dihye el-Kelbî (ra) Şam’dan bir ticaret ile gelmiş ve bu geliş Cuma günü Resulullah (sav) hutbe okurken olmuştu. Bunun üzerine on iki erkek ve yedi kadın haricinde herkes gelen kervanın yanına gitmişti. Onlardan bazısı da sırf eğlenceyi dinlemek için hutbeyi terk etmişti. Nitekim onlardan kimisinin sadece davul dinlemek ve eğlenceyi seyretmek için, kimisinin de ihtiyaçlarından dolayı ticaret için hutbeyi terk ettiklerine işaret için ayette,  تِجَارَةً اَوْ لَهْوًا  buyurulmuştur. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)


وَاللّٰهُ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ

 

وَ , haliyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsned olan  خَيْرُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Az sözle çok anlam ifade eden  خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ  izafetinde, sıfat mevsûfuna muzâf olmuştur. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.

İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri C.7 S. 238)

الرَّازِق۪ينَ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmid ve tehlil, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç sunan bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.