هُوَ الَّذ۪ي بَعَثَ فِي الْاُمِّيّ۪نَ رَسُولاً مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۗ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هُوَ | O |
|
2 | الَّذِي |
|
|
3 | بَعَثَ | gönderendir |
|
4 | فِي | içinde |
|
5 | الْأُمِّيِّينَ | ümmiler |
|
6 | رَسُولًا | bir elçi |
|
7 | مِنْهُمْ | kendilerinden olan |
|
8 | يَتْلُو | okuyan |
|
9 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
10 | ايَاتِهِ | O’nun ayetlerini |
|
11 | وَيُزَكِّيهِمْ | ve onları yücelten |
|
12 | وَيُعَلِّمُهُمُ | ve onlara öğreten |
|
13 | الْكِتَابَ | Kitabı |
|
14 | وَالْحِكْمَةَ | ve hikmeti |
|
15 | وَإِنْ | oysa |
|
16 | كَانُوا | onlar idiler |
|
17 | مِنْ |
|
|
18 | قَبْلُ | önceden |
|
19 | لَفِي | içinde |
|
20 | ضَلَالٍ | bir sapıklık |
|
21 | مُبِينٍ | açık |
|
Peygamberin temel görevi Allah’ın âyetlerini okuma yani aldığı vahyi olduğu gibi bildirme, insanları arındırma yani ruhen yücelmeleri, davranış güzelliğine erişmeleri ve insana yaraşmayan hallerden kurtulmaları için onları eğitme, tebliğ ve eğitimle yetinmeyip aynı zamanda öğretme ve açıklama (kitabı ve hikmeti öğretme) şeklinde özetlenmekte, Resûl-i Ekrem’in yalnız ilk muhataplarına değil daha sonra geleceklere de elçi olarak gönderildiği belirtilmekte, peygamber ve vahiy gönderme veya peygamberlik görevi vermenin ilâhî bir lutuf olduğu, bunun da ancak Allah’ın dilemesine bağlı bulunduğu bildirilmektedir. Ümmî kelimesi bu bağlamda, “büyük çoğunluğu okuma yazma bilmeyen Araplar” veya “kendilerine ait ilâhî bir kitabı olmayan topluluk” anlamlarıyla açıklanmıştır (peygamberin belirtilen görevleri ve muhatapların daha önce açık bir sapkınlık içinde olmaları hakkında bk. Bakara 2/129, 151; Âl-i İmrân 3/164; “hikmet” hakkında bk. Bakara 2/269; “ümmîler” kelimesinin anlamları hakkında bk. Bakara 2/78; Âl-i İmrân 3/20, 75; “ümmî peygamber” tabiri hakkında bk. A‘râf 7/157, 158).
3. âyetin “(O, ileride) onlardan (olacak), henüz kendilerine katılmamış bulunan daha başkalarına da (gönderilmiştir)” şeklinde çevrilen kısmı önceki âyete gramer açısından şu şekillerde bağlanabilmektedir:
a) Ümmîlere ve –henüz kendilerine katılmamış olan– daha başkalarına da gönderilmiş bir elçi, b) Ümmîlere ve –henüz kendilerine katılmamış olan– daha başkalarına da Allah’ın âyetlerini okuyan (...) bir elçi (Şevkânî, V, 259). İbn Âşûr Arap dili kurallarına göre birinci şıkkı doğru bulmaz. Fakat her iki ihtimale göre âyetin mesajı açısından farklı bir sonuç çıkmamaktadır; kendisinin de belirttiği üzere burada amaç, Hz. Muhammed’in peygamberliğinin belirli bir dönem ve belirli bir toplumla sınırlı olmadığını ifade etmektir (XXVIII, 210-211). Bu anlamı daraltıcı yorumlar yapılmış olmakla beraber, bunlar sağlam bir delile dayanmamaktadır. Taberî de bu yorumları naklettikten sonra âyetin anlamının genel olduğunu belirtir (XXVIII, 95-96).
هُوَ الَّذ۪ي بَعَثَ فِي الْاُمِّيّ۪نَ رَسُولاً مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۗ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası بَعَثَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
بَعَثَ fetha üzere mebni mazi fiildir. فِي الْاُمِّيّ۪نَ car mecruru بَعَثَ fiiline müteallik olup cer alameti يّ۪ ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
رَسُولاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنْهُمْ car mecruru رَسُولاً ‘nin mahzuf sfatına mütealliktir. يَتْلُوا fiili رَسُولاً ‘nin ikinci sıfatı olup mahallen mansubdur.
يَتْلُوا mahzuf elif üzere damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلَيْهِمْ car mecruru يَتْلُوا fiiline mütealliktir. اٰيَاتِه۪ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يُزَكّ۪يهِمْ atıf harfi وَ ‘la يَتْلُوا ‘ye matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُزَكّ۪يهِمْ fiili ي üzere mukadder damme ile merfûdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يُعَلِّمُهُمُ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
يُعَلِّمُهُمُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْكِتَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْحِكْمَةَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
يُزَكّ۪يهِمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi زكو ’dir.
يُعَلِّمُهُمُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi علم ‘dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ
وَ haliyedir. اِنَّ tekid ifade eden muhaffefe اِنْ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur.Takdiri; إنّهم (Muhakkak ki Onlar) şeklindedir. كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle muhaffefe اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
Şan zamirleri: Müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs zamiri)nde kendisine dikkat çekilmek istenen bir iş için kullanılır. İkisine birden iş zamiri denir.
Müzekkerine > zamiruş şan (هُوَ – هُ) Müennesine > zamirul kıssa (هِيَ – هَا)
Zamirler normalde kendinden önceki ismi açıklarken, zamiruş-şan/kıssa ise kendinden sonraki kısma dikkat çeker. Şan zamiri “Benden sonra bir cümle gelecek; gelecek olan o cümle çok önemli” mesajı verir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانُوا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. مِنْ قَبْلُ car mecruru ضَلَالٍ ‘nin mahzuf haline mütealliktir.
قَبْلَ muzâfun ileyhi hazf edilince zamme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ harfi, اِنْ ‘in muhaffefe اِنَّ olduğuna delalet eden lam-ı farikadır.
ف۪ي ضَلَالٍ car mecruru كَانُوا ’nun mahzuf haberine mütealliktir. مُب۪ينٍۙ kelimesi ضَلَالٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُب۪ينٍ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هُوَ الَّذ۪ي بَعَثَ فِي الْاُمِّيّ۪نَ رَسُولاً مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۗ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlenin isim cümlesi olması için lafza-i celâle ait zamirle başlaması hükmü takviye ve tekid ifade eder. Yani cümle ‘’Şüphesiz ki Nebi (sav) Allah tarafından gönderilmiştir’’ manasındadır. (Âşûr)
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, sonraki habere dikkat çekmenin yanında tazim ifade eder.
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan بَعَثَ فِي الْاُمِّيّ۪نَ رَسُولاً مِنْهُمْ cümlesi mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur فِي الْاُمِّيّ۪نَ , ihtimam için, mef’ûl olan رَسُولاً ‘e takdim edilmiştir.
فِي الْاُمِّيّ۪نَ car mecruru بَعَثَ fiiline mütealliktir. بَعَثَ fiilinin mef’ûlü olan رَسُولاً ’deki nekrelik, tazim ve teşrif ifade eder. مِنْهُمْ car mecruru, رَسُولاً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
فِي الْاُمِّيّ۪نَ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla الْاُمِّيّ۪نَ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kişiler , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
فِي الْاُمِّيّ۪نَ sözündeki فِي harfi zarfiye içindir. Yani,cemaatin ve o cemaatin bireylerinin durumuna işaret etmektedir. Bu zarfiyyeden birliktelik anlamı anlaşılır. Yani, onlardan ayrılmayan bir resuldür. Bir kavme bir söz söyleyip veya bir şey teslim edip ayrılan giden bir elçi gibi değildir. (Âşûr)
الْاُمِّيّ۪نَ kelimesi; akıllılara ait cemi sıyganın delaletiyle mahzuf bir mevsufun sıfatıdır. Yani, ümmi insanlar demektir. Kur’an’da cemi müzekker sıyga tağlip yoluyla kadınları da kapsar. Yani, ümmi erkekler ve kadınlar demektir. (Âşûr)
يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۗ cümlesi, رَسُولاً için ikinci sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için mef’ûl olan اٰيَاتِه۪ ‘e takdim edilmiştir.
عَلَيْهِمْ car mecruru يَتْلُوا fiiline mütealliktir.
Veciz anlatım kastıyla gelen اٰيَاتِه۪ izafetinde Allah Teâlâya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ şan ve şeref kazanmıştır. Ayetlerin azamet zamirine izafe edilmesi bu ayetlerin bütün kemal vasıflara sahip olduğu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğu manasını kazandırmıştır.
يُزَكّ۪يهِمْ ve وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۗ cümleleri atıf harfi وَ ile يَتْلُوا fiiline atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْكِتَابَ - الْحِكْمَةَۗ - رَسُولاً - اٰيَاتِه۪ ve الْكِتَابَ - يَتْلُوا gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İçlerinden gönderilen peygamberin onlar için yapacakları sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.
يُعَلِّمُهُمُ - الْاُمِّيّ۪نَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Ümmiliğin tilavet, kitap ve hikmeti öğretmek, nefsin tezkiye edilmesi olarak vasfedilmesi tıbâkın güzelliklerine bir örnektir. Çünkü bilinen şey ümmilik için zıtlık ifade eder. (Âşûr)
يُزَكّ۪يهِمْ tezkiye, nefsi, ameli kuvveti cihetinden kemale erdirmek ve bu kemâle bağlı olarak, nazarî kuvvet cihetinden arındırmaktır. Nefsin bu şekilde kemale erdirilmesi, tilavete (okumaya) terettüp eden talim ile hasıl olmaktadır. Vücut (gerçekleşme) olarak tertip ve sıra böyle iken, ayetin, metninde okumak ile tâlim arasında tezkiyenin zikredilmesi, birbirine terettüp eden hususların her birinin, kendi başına büyük bir nimet olup şükrü gerektirdiğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ
Cümle matufla, matufun aleyh arasında itiraziyyedir. (Âşûr) İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)
اِنْ , muhaffefe اِنَّ ’dir. اِنْ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır. اِنَّ ’nin ismi mahzuftur. Haberi, nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin mahzuf haberine müteallik olan car mecrur لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ’deki لَ , lam-ı farikadır. اِنْ ’in muhaffefe اِنَّ olduğuna işaret eder. كَان ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مِنْ قَبْلُ car mecruru, ضَلَالٍ kelimesinin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
قَبْلُ cer mahallinde muzaftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manası içerir. Ayette sapkınlık, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle, içinde bulundukları durumun şiddetli kötülüğü, sapıklığın onları kapalı bir mekân gibi tamamen kuşattığı ifade edilerek vurgulanmıştır.
ضَلَالٍ ‘deki nekrelik nev, kesret ve tahkir ifade eder.
ضَلَالٍ için sıfat olan مُب۪ينٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Dalaletin مُب۪ينٍ ‘le sıfatlanması, onların sapkınlığının gözle görülür bir hal aldığını ifade eder.
لَف۪ي ’deki lâm lâm-ı farikadır; yani onlar, senin daha vahimini göremeyeceğin bir sapkınlık içindedirler. (Keşşâf)