اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَمِنَ الْاَرْضِ مِثْلَهُنَّۜ يَتَنَزَّلُ الْاَمْرُ بَيْنَهُنَّ لِتَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ وَاَنَّ اللّٰهَ قَدْ اَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اللَّهُ | Allah |
|
2 | الَّذِي | O’dur ki |
|
3 | خَلَقَ | yarattı |
|
4 | سَبْعَ | yedi |
|
5 | سَمَاوَاتٍ | göğü |
|
6 | وَمِنَ |
|
|
7 | الْأَرْضِ | ve yerden |
|
8 | مِثْلَهُنَّ | onların benzerini |
|
9 | يَتَنَزَّلُ | iner |
|
10 | الْأَمْرُ | buyruğu |
|
11 | بَيْنَهُنَّ | bunlar arasında |
|
12 | لِتَعْلَمُوا | bilesiniz diye |
|
13 | أَنَّ | şüphesiz |
|
14 | اللَّهَ | Allah’ın |
|
15 | عَلَىٰ | üzerine |
|
16 | كُلِّ | her |
|
17 | شَيْءٍ | şey |
|
18 | قَدِيرٌ | kadir olduğunu |
|
19 | وَأَنَّ | ve şüphesiz |
|
20 | اللَّهَ | Allah’ın |
|
21 | قَدْ | muhakkak |
|
22 | أَحَاطَ | kuşatmış bulunduğunu |
|
23 | بِكُلِّ | her |
|
24 | شَيْءٍ | şeyi |
|
25 | عِلْمًا | bilgice |
|
İnsan varlığının devamını sağlayan evlilik kurumunun sağlıklı işlemesi imkânsız ve evlilik akdine son verilmesi zaruri hale geldiğinde keyfî ve hissî hareketlerin önüne geçilebilmesi için uyulması gereken bazı ilke ve hükümlere yer verilip Allah’ın buyruklarına karşı taşkınlık eden toplumların başına gelenlere değinildikten ve vahyin gösterdiği aydınlık yola çağrı yapıldıktan sonra sûre, yeriyle göğüyle Allah’ın irade ve buyruklarına boyun eğen, yüklediği işlevleri en küçük bir sapma ve aksamaya meydan vermeden yerine getiren varlıklar âlemine, buradaki muhteşem düzene ve ince hesaplara dikkat çekilerek; bütün bunların, insan Allah Teâlâ’nın her şeye kadir olduğunu ve hiçbir şeyin O’nun bilgisi dışında kalamayacağını bilsin diye böyle olduğu hatırlatılarak sona ermektedir.
“Gök” anlamına gelen semâ kelimesi Kur’an’da tekil ve çoğul şekliyle yüzlerce defa geçer; yedi yerde göğün sayısı “yedi” olarak belirtilir ve bunlardan ikisinde yedi göğün “tabakalar halinde” olduğu ifade edilir (Mülk 67/3; Nûh 71/15); genellikle müfessirler “üstünüzde yedi yol yarattık” meâlindeki âyette de (Mü’minûn 23/17) yedi göğün kastedildiği kanaatindedirler (bu kelimenin kullanımıyla ilgili açıklamalar için bk. Bakara 2/29; A‘râf 7/54; Fussılet 41/11-12; Zâriyât 51/7, 47; Rahmân 55/7).
“Yer, yeryüzü, yerküre” anlamına gelen arz kelimesi de –bazı bağlamlarda “ülke, belde” gibi farklı mânalarda kullanılmış olmakla beraber– Kur’an’da yüzlerce defa geçer; fakat bu kelimenin çoğul kullanımına rastlanmaz. Bu âyette yedi gök tabiri kullanılıp hemen ardından yeryüzünden söz edilirken “onlar gibi, onların benzerlerini, bir o kadarını” şekillerinde çevrilebilecek tamlamada geçen misl kelimesinin farklı mânalarda anlaşılabilmesi sebebiyle âyetin bu kısmıyla ilgili değişik yorumlar yapılmıştır. Arz kelimesinin başındaki belirlilik takısının (lâm-ı ta‘rîf) hangi anlamı gösterdiğine, yine bu kelimenin önündeki “min” edatının rolü ve hangi anlam için kullanıldığına ilişkin değerlendirmeler de bu izahlarda etkili olmaktadır. Bu konudaki yorumları şöyle özetlemek mümkündür (ayrıntı için bk. İbn Atıyye, V, 327-328; Râzî, XXX, 39-40; Elmalılı, VII, 5078-5081; Ateş, IX, 496-499):
a) Yerin göklere benzerliği sayı yönündendir, yani yedi gök gibi yedi yer yaratılmıştır. Bu yorum bazı hadislerde ve sahâbî sözlerinde geçen “yedi yer” şeklindeki kullanımlar delil gösterilerek desteklenmeye çalışılmıştır. Bu haberlerin bazılarında yedi arzın denizlerle ayrıldığı ifadesinin yer alması bazı müfessirleri uzay denizleri ve gezegenler, bazılarını da yerküredeki kara parçaları (kıtalar) anlamını düşünmeye yöneltmiştir. Rivayet ilmi uzmanlarınca bu konudaki haberlerin çoğu zayıf veya uydurma (başka kültürlerden aktarılmış) görülmekle beraber, içinde “yedi yer” tabiri geçen ve daha çok temsilî anlatımlar içeren bazı sahih hadislerin bulunduğu da kabul edilmektedir. Öte yandan, bu ifadeyi yedi yer mânasında anlayan diğer bazı müfessirler burada arzın tabakalarına işaret bulunduğu kanaatindedirler; bu yorumda ilk hatıra gelen yerkürenin dikey tabakaları olmakla birlikte bazıları bunu eski “ekālîm-i seb‘a” ayırımına göre yedi bölge şeklinde anlamışlardır. Kur’an’da arz kelimesinin hiç çoğul olarak geçmemesi, burada da göklere benzerlikten söz edilirken yedi sayısı tasrih edilmediği gibi bu kelimenin yine tekil olarak kullanılmış olması bu şıkta belirtilen yorumlara yöneltilen eleştirilerin esasını oluşturur. Nitekim bazı tefsirlerde aktarılan “Kur’an’da yerin sayısının yedi olduğunu gösteren bundan başka âyet yoktur” tarzındaki ifade, burada böyle bir delâletin asla bulunmadığı gerekçesiyle eleştirilmiştir.
b) Yerin göklere benzerliği nitelik yönündendir. Bu anlayışta olanların bir kısmına göre arz kelimesinin başındaki belirlilik takısı (lâm-ı ta‘rîf) cins belirtmektedir, yani arz türünün veya bu türden olan bir kısım cisimlerin –bazı özellikler bakımından– yedi göğe benzerlik, denklik yahut uyum içinde olduğunu anlatmaktadır. Diğer bir gruba göre ise bu takı belirli bir varlığı yani dünyamızı ifade etmektedir; bu durumda çıkan mâna şu olmaktadır: Dünyamızın kıtaları, tabakaları veya bölgeleriyle yedi sema arasında bir nitelik benzerliği vardır, ki bu anlamıyla âyet bizi bu konuda bilimsel araştırmalara sevk etme amacı taşımaktadır. Bu yorumu benimseyen bazı müfessirler yer ile diğer gök cisimleri arasındaki küre biçiminde olma, güneşten ışık alma gibi benzerlikler üzerinde durmuşlardır. Ayrıca bunu gök cisimleriyle arz arasındaki maddî ögelerin benzerliği şeklinde anlamak da mümkündür.
c) Arz kelimesinin başındaki “min” edatının “başlangıç bildirme” mânası da esas alınabilir. Elmalılı, bu ihtimal üzerinde duran bir müfessire rastlamadığını, ama dil açısından bunun doğru olabileceğinde tereddüt duymadığını belirtir. Bu yaklaşıma göre âyette “arz” kavramıyla insanın aslına işaret edilmiştir; çünkü insan topraktan yaratılmıştır. İnsanın yedi semaya benzetilen yönü ise onun idrak ve şuurunun kaynakları olan ve yediden aşağı olmayan bilgi imkânlarıdır ki bunlar da beş duyu, akıl ve “vahiy tecellileri”dir (VII, 5081).
d) Yedi sayısı bazan bilinen anlamında değil çokluğu belirtmek için kullanılır; “yedi gök” deyimi de yerle ilgili tasvir de çokluğu anlatmak için kullanılmıştır.
e) Bu ifade, o dönemde evrende yedi gök ve yedi arz bulunduğu telakkisi hakim olduğu için böyle kullanılmış ve muhatapların zihinlerine sığdırabildikleri evren tasavvuru esas alınarak, bildikleri, varlığını kabul ettikleri her şeyin, kısaca bütün evrenin yüce Allah tarafından yaratıldığına dikkat çekilmek istenmiştir.
Bilimsel veriler, göklerle arz arasındaki benzerliğin, gök cisimlerini ve yerküreyi oluşturan maddî unsurlarla ilgili olduğu yönündeki yorumu destekler niteliktedir. Kanaatimize göre, Kur’an’ın genel üslûbu ve buradaki ifade akışı dikkate alındığında, bu ibareyi bir bilgi problemi haline getirecek yorum yapmak yerine, âyetin asıl amacı üzerinde durmak uygun olur. Bu amacı kısaca, insanı, evrendeki bütün varlıkların Allah tarafından yaratıldığı, varlıklar âleminde olup biten hiçbir şeyin O’nun bilgisi ve kudreti dışında kalamayacağı bilinci içinde olmaya çağırma şeklinde özetlemek mümkündür. İbn Âşûr’a göre âyet yerkürenin, Allah Teâlâ’nın azamet ve kudretini gösterme hususunda göklerden aşağı kalmayacağını özellikle belirtme amacı taşımaktadır (XXVIII, 339-340). Bu yorumu şu açıdan önemli görüyoruz: Kur’an bütünü itibariyle insana verilen değerin bir ifadesi olduğu gibi yine Kur’an’da insanın değeri konusuna yapılmış özel vurgular da bulunmaktadır. Bu değerli varlığa lutfedilen nimetler arasında en hayatî olanlarını –şu ana kadar bilinebildiği kadarıyla– sadece yerkürenin sahip olduğu ve her şeyden önce insanın varlık sahnesine çıkıp varlığını devam ettirmesine imkân veren özellikler oluşturmaktadır. Kur’an’da sema kelimesinin çoğul kullanıldığı âyetlerde genellikle arz kelimesine de yer verilmesi ve ilâhî kudretin kanıtlarına değinilen âyetlerde arz kelimesinin oldukça önemli bir yer tutması da bu noktayı destekler niteliktedir. Bu ise nihaî tahlilde âyetin, insanın kendisine verilen değeri ve önemi iyi idrak etmesi, ayrıca mukayeseli yerküre ve uzay araştırmaları yaparken bu konuda bilgileri arttıkça Allah’a şükür borcu ve kulluk vecîbesinin daha fazla bilincine varması gerektiği şeklinde bir özendirme mesajı içerdiğini ortaya koyar.
Erada ارض :
Ard أرْضٌ kelimesi semânın/göğün mukabili olan kütledir. Kur'an'da hiç çoğul olarak kullanılmamıştır. Kimi zaman bir şeyin alt kısmı da ard أرْضٌ diye ifade edilir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sadece bir isim formunda 461 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri arz, arazi ve ardiyedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَمِنَ الْاَرْضِ مِثْلَهُنَّۜ
İsim cümlesidir. اَللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَ ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. سَبْعَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. سَمٰوَاتٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
3 ile 10 arası sayıların temyizinde, önce sayı, sonra temyiz gelir. Sayı muzâf, temyiz muzafun ileyh olur. Muzâfun harekesi cümledeki konumuna göre değişir. Muzâfun ileyh daima mecrurdur. Bu yüzden sayı muzaf olduğu için cümledeki konumuna göre irabını alır, temyiz muzafun ileyh olduğu için daima mecrurdur. Temyiz çoğul ve belirsiz olur. Sayı ile temyiz cinsiyet yönünden birbirinin zıttı olur. (Temyiz çoğul olduğu için eril veya dişil olduğunu anlamak için tekiline bakılır.) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنَ الْاَرْضِ car mecruru مِثْلَهُنَّۜ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. مِثْلَهُنَّۜ mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri, وخلق مثلهنّ من الأرض (Ve topraktan onların benzerini yarattı) şeklindedir.
يَتَنَزَّلُ الْاَمْرُ بَيْنَهُنَّ لِتَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ
يَتَنَزَّلُ الْاَمْرُ cümlesi سَبْعَ سَمٰوَاتٍ veya من السموات والأرض.’in hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. يَتَنَزَّلُ damme ile merfû muzari fiildir. الْاَمْرُ fail olup lafzen merfûdur. بَيْنَ mekân zarfı يَتَنَزَّلُ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِ harfi, تَعْلَمُٓوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte mahzuf fiiline mütealliktir.Takdiri, أخبركم بذلك (Size bunu haber verdi) şeklindedir.
تَعْلَمُٓوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنَّ ve masdar-ı müevvel amili تَعْلَمُٓوا ‘nün iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubdur.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. اللّٰهَ lafza-i celâl أَنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
عَلٰى كُلِّ car mecruru قَد۪يرٌۙ ‘e mütealliktir. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. قَد۪يرٌۙ kelimesi أَنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.
يَتَنَزَّلُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi نزل ‘dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
قَد۪يرٌۙ mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَنَّ اللّٰهَ قَدْ اَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْماً
Cümle atıf harfi وَ ‘la önceki cümledeki masdar- müevvele matuftur. İsim cümlesidir.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. اللّٰهَ lafza-i celâl أَنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. قَدْ اَحَاطَ cümlesi أَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
قَدْ tahkik harfidir.Tekid ifade eder. اَحَاطَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بِكُلِّ car mecruru اَحَاطَ fiiline mütealliktir.
شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عِلْماً failden dönen temyizdir. Takdiri, أحاط علم اللَّه بكلّ شيء (Allah’ın ilmi her şeyi kuşattı) şeklindedir.
اَحَاطَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حوط ’dir.
إِفْعَال babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَمِنَ الْاَرْضِ مِثْلَهُنَّۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması tazim kastının yanında, sonraki habere dikkat çekmek içindir.
İsmi mevsul olan اَلَّذِي , ismi Celâlin sıfatıdır ve bu sıla, O'nun, Cenab-ı Hakkın kudretinin büyüklüğüne, yeryüzündeki her şey arasından insanların O'nun kulları olduğuna, dolayısıyla O'ndan korkmaları gerektiğine işaret ettiği için zikredilmiştir. (Âşûr)
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَمِنَ الْاَرْضِ مِثْلَهُنَّۜ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Faide-i haber, ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Az sözle çok anlam ifade eden, mef’ûl konumundaki سَبْعَ سَمٰوَاتٍ izafetinde, sıfat mevsûfuna muzâf olmuştur. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.
Hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilen وَمِنَ الْاَرْضِ مِثْلَهُنَّۜ cümlesinde, îcâz-ı hazif sanatı vardır.
مِنَ الْاَرْضِ car mecruru, mahzuf fiile mütealliktir. مِثْلَهُنَّۜ izafeti, mukadder fiilin mef’ûlüdür. Takdiri وخلق مثلهن من الأرض (Arzdan da mislini yarattı) şeklindedir.
اَرْضِ kelimesinin çoğulu olan أرَاضِي fasih olmadığı için Kur’an’da hiç geçmemiştir. Bu ayette de tekil gelmesi bu nedenledir.
Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber, ibtidaî kelamdır.
لْاَرْضِ - سَمٰوَاتٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
سَمٰوَاتٍ ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
Öncesine matuf olan وَمِنَ الْاَرْضِ مِثْلَهُنَّۜ ifadesinde iki ihtimal sözkonusudur:
Burada الْاَرْضِ kelimesinin semavat lafzı gibi çoğul değil de tekil gelmesi ikisinin durumunun farklı olduğunu ilan eder.
Allah Teâlâ’nın yeri göğü yarattığını zikredilmesi ile yaratıcı kudretinin yüceliği sergilenmektedir. Asıl amaç yüce kudretini muhataba göstermektir. Kevni ayetlerin sayılmasının altında bu yüceliği vurgulama amacı vardır. Bu idmac sanatıdır.
يَتَنَزَّلُ الْاَمْرُ بَيْنَهُنَّ لِتَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ وَاَنَّ اللّٰهَ قَدْ اَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْماً
Cümle السموات والأرض ’in halidir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِتَعْلَمُٓوا cümlesi, mecrur mahalde olup masdar teviliyle başındaki harf-i cerle birlikte takdiri أخبركم بذلك (Bunu size bildiriyor) olan mahzuf fiile mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِتَعْلَمُوا sözündeki lâm لِكَيْ şeklindedir. Ve müteallakı خَلَقَ 'dır. (Âşûr)
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ‘nin dahil olduğu اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ cümlesi masdar teviliyle, تَعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَنَّ ‘nin haberi olan قَد۪يرٌ mübalağalı ism-i fail kalıbında gelmiştir. Bu kalıp, bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
شَيْءٍ ‘deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu cümle Allah Teâlâ’nın tüm mevcudattaki tasarrufunun umumiliğine delalet etmektedir. Var olanı yok etmek ve yok olanı da var etmek O’nun elindedir. Allah her şeye kādirdir. Bu itibarla cümle, geçen hükmün sebep ve gerekçesidir.
Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır
Böyle tekrarlanan kelimeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet/44, C. 2, S. 189)
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ‘nin dahil olduğu وَاَنَّ اللّٰهَ قَدْ اَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْماً cümlesi masdar teviliyle, önceki masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Masdar-ı müevvel sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَنَّ ‘nin haberi olan قَدْ اَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْماً cümlesi, tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
بِكُلِّ شَيْءٍ car mecruru, اَحَاطَ ’ye müteallitir. عِلْماً temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren ıtnâbdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.
Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)
Surenin son ayetinin, diğer ayetlerle son derece sıkı anlam bağlantısı olan ve dinleyiciye sözün sona erdiğini bildiren, onda sözün devamına dair hiçbir merak bırakmayan bir ayet olduğu aşikardır. Hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
Hüsn-i intihâ, mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatab artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaad ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin ayetlerinin son kelimelerinin tamamı tek bir vezin üzeredir. ذِكۡرࣰا , رِزۡقًا , عِلۡمَۢا şeklinde gelen fasılaların mükemmel uyumunun ahengi, sözün güzelliğini, parlaklığını ve ruha etkisini artırmıştır.