Tahrim Sûresi 6. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَاَهْل۪يكُمْ نَاراً وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلٰٓئِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللّٰهَ مَٓا اَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ  ...

Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 قُوا koruyun و ق ي
5 أَنْفُسَكُمْ kendinizi ن ف س
6 وَأَهْلِيكُمْ ve ailenizi ا ه ل
7 نَارًا bir ateşten ن و ر
8 وَقُودُهَا onun yakıtı ise و ق د
9 النَّاسُ insanlardır ن و س
10 وَالْحِجَارَةُ ve taşlardır ح ج ر
11 عَلَيْهَا onun başında
12 مَلَائِكَةٌ melekler vardır م ل ك
13 غِلَاظٌ gayet katı غ ل ظ
14 شِدَادٌ şiddetli ش د د
15 لَا
16 يَعْصُونَ karşı gelmeyen ع ص ي
17 اللَّهَ Allah’ın
18 مَا şeye
19 أَمَرَهُمْ kendilerine buyurduğu ا م ر
20 وَيَفْعَلُونَ ve yapan ف ع ل
21 مَا şeyi
22 يُؤْمَرُونَ emredildikleri ا م ر
 

Yukarıda belirtildiği üzere Hz. Peygamber’in özel hayatından verilen örnek ışığında müminlerin aile sorumluluğuyla ilgili bir uyarı yapılmaktadır. Aile kavramının kapsamı sosyal yapıya göre farklılıklar taşısa da buradaki ana fikir, bir müslümanın mânevî mesuliyetinin sırf kişisel hayatıyla sınırlı olmadığına dikkat etmesinin gerekliliğidir. Böyle bir sorumluluk anlayışının sadece mânevî hedeflerle sınırlı kalmayan, sağlam bağlarla birbirine raptedilmiş bir aile yapısı ortaya çıkarması tabiidir (İslâm’ın aile telakkisi, aile fertlerine ve özellikle aile reisine yüklediği sorumluluk hakkında bilgi için bk. Mehmet Akif Aydın, “Aile”, DİA, II, 196-200; Mustafa Çağrıcı-Hamza Aktan, “Aile”, İFAV Ans., I, 78-87). Âyette zikredilen ateşten maksat cehennem ateşidir (bu ateşin yakıtının taşlar ve insanlar oluşu hakkında açıklama için bk. Bakara 2/24).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 409-410
 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَاَهْل۪يكُمْ نَاراً وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ 


يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  münadadan sıfat veya bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.  

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada nekre-i maksude olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا , müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  قُٓوا اَنْفُسَكُمْ ’dır.  قُٓوا fiili  ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı  fail olarak mahallen merfûdur. 

اَنْفُسَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَهْل۪يكُمْ  atıf harfi  و ‘la makabline matuftur.  نَاراً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ  cümlesi  نَاراً ‘in sıfatı olarak mahallen mansubtur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقُودُهَا  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  النَّاسُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  الْحِجَارَةُ  atıf harfi  و ‘la makabline matuftur. 


عَلَيْهَا مَلٰٓئِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللّٰهَ مَٓا اَمَرَهُمْ 


عَلَيْهَا مَلٰٓئِكَةٌ  cümlesi  نَاراً ‘in ikinci sıfatı olarak mahallen mansubdur.  عَلَيْهَا  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.  مَلٰٓئِكَةٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. غِلَاظٌ  ve  شِدَادٌ  kelimeleri  مَلٰٓئِكَةٌ ‘un ikinci sıfatı olup lafzen merfûdur.  لَا يَعْصُونَ اللّٰهَ مَٓا اَمَرَهُمْ  cümlesi  مَلٰٓئِكَةٌ ‘un üçüncü sıfatı olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْصُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مَٓا  ve masdar-ı müevvel lafza-i celâldan bedeldir. اَمَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

 

 وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ


وَ  atıf harfidir.  يَفْعَلُونَ  fiili  نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُؤْمَرُونَ۟ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.  يُؤْمَرُونَ  fiili  نَ ’nun sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَاَهْل۪يكُمْ نَاراً وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلٰٓئِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللّٰهَ مَٓا اَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ


İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  يَٓا  nida edatı,  اَيُّ  münadadır.  هَا , tekid ifade eden tenbih harfidir.

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.

“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)  

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekkî surelerde “Ey insanlar!” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.

Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir) 

Nidanın cevap cümlesi olan  قُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَاَهْل۪يكُمْ نَاراً , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

نَاراً  kelimesindeki nekrelik tazim içindir. (Âşûr)

Bu inşâ cümlesi irşad (doğru davranma şeklini göstermek, insanları hatadan kurtarmak) için gelmiştir. 

Nâr’dan korunmak mecaz veya istiare yoluyla öğüt ve uyarı şeklinde gelmiştir. İstiare düşünülürse mübalağa yoluyla öğüt, nâr’dan korunmaya benzetilmiştir.  عَلى  harfi de yerleştirmek manasında müsteardır. (Âşûr)

وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ  cümlesi  نَاراً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  وَقُودُهَا  mübtedadır,  وَالْحِجَارَةُ  kelimesi haber olan  النَّاسُ ‘ye atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezâyüftür.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin  ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, sahip olduğu özelliğin kemâline işaret eder. 

Burada zikr-i müsebbeb irâde-i sebep vardır. Yani Cehennemden değil, Cehenneme girmenize sebep olacak günahlardan uzak durun demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi ve Safvetü’t Tefâsir)  

عَلَيْهَا مَلٰٓئِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ  cümlesi  نَاراً  için ikinci sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  عَلَيْهَا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مَلٰٓئِكَةٌ , muahhar mübtedadır.

Cümlede müsnedün ileyh olan  مَلٰٓئِكَةٌ  kelimesinin nekre gelmesi tazim ve kesret ifade etmiştir.  

غِلَاظٌ  ve  شِدَادٌ  kelimeleri  مَلٰٓئِكَةٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

لَا يَعْصُونَ اللّٰهَ مَٓا اَمَرَهُمْ  cümlesi,  مَلٰٓئِكَةٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Masdar harfi  مَا ‘nın akabindeki  اَمَرَهُمْ  cümlesi, masdar tevilinde, lafza-ı celâlden bedel konumundadır. Masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ  cümlesi, …لَا يَعْصُونَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın sılası olan  يُؤْمَرُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Meleklerin özellikleri sayılarak taksim sanatı yapılmıştır. 

لَا يَعْصُونَ اللّٰهَ مَٓا اَمَرَهُمْ  cümlesiyle  وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ  cümlesi arasında tefennün ve mukabele sanatları vardır.

اَمَرَ - يُؤْمَرُونَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

نَاراً - قُودُهَا  ve  غِلَاظٌ - شِدَادٌ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

النَّاسُ - مَلٰٓئِكَةٌ  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

عَلَيْهَا (onun üzerinde) yani ateşle ilgili vazifeleri, bilhassa içindekilere azap etme işini üstlenen, cisimlerinde haşinlik ve şiddet bulunan -yani kaba saba ve güçlü-kuvvetli- yahut fiillerinde kabalık ve katılık bulunan “haşin ve sert melekler” ondokuz zebani -ve yardımcıları- “vardır;” yani Allah’ın emirlerini yerine getirme, O’nun gazabı ve düşmanlarını cezalandırması hususunda hiç acımaları tutmayan melekler... (Keşşâf)

Bu ayetin sonunda meleklere ait olarak iki özellik zikredilmektedir: 

1. Allah'ın emirlerine karşı gelmemeleri. 

2. Kendilerine emredileni yapmaları. 

Birincisi yani Allah'ın emrettiği şeylere karşı gelmemelerinin manası emrettiği şeyleri yapmaları demektir. Bu da ikinci cümlenin manasıyla örtüşmektedir. İkincisi yani Allah'ın emrettiği şeyleri yapmaları da O'na karşı gelmemeleri manasında olup bu da birinci cümlenin manasıyla örtüşmektedir. (Ali Bulut/Kur’ân-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)

وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ۟ [Ve emrolundukları şeyi yaparlar.] ifadesi itaat ve idare gibi manaları taşır. Bunda meleklerin de mükellef olduklarına ve korku ile ümit arasında döndüklerine delil vardır. (Beyzâvî, Nahl/50)

İbn Abbas (ra), ayetteki  الْحِجَارَةُ  ifadesine “kükürt taşları” manasını vermiştir. Çünkü bunlar, yakıldığında alabildiğine sıcaklık veren taşlardır. (Fahreddin er-Râzî)