Mülk Sûresi 29. Ayet

قُلْ هُوَ الرَّحْمٰنُ اٰمَنَّا بِه۪ وَعَلَيْهِ تَوَكَّلْنَاۚ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ  ...

De ki: “O, Rahmân’dır. O’na iman ettik, yalnızca O’na tevekkül ettik. Siz, kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu yakında öğreneceksiniz!”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 هُوَ O
3 الرَّحْمَٰنُ çok merhametlidir ر ح م
4 امَنَّا inanmışşızdır ا م ن
5 بِهِ O’na
6 وَعَلَيْهِ ve O’na
7 تَوَكَّلْنَا dayanmışızdır و ك ل
8 فَسَتَعْلَمُونَ yakında bileceksiniz ع ل م
9 مَنْ kimdir
10 هُوَ O
11 فِي içinde olan
12 ضَلَالٍ bir sapıklık ض ل ل
13 مُبِينٍ apaçık ب ي ن
 

Müşrikler Hz. Peygamber’in ölümünü istiyor ve bunu açık bir şekilde dile getirmekten de çekinmiyorlardı (bk. Tûr 52/30-31). Hatta onu öldürmek için tuzak kuruyor (bk. Enfâl 8/30), böylece ondan ve getirdiği dinden kurtulacaklarını sanıyorlardı. İşte bu âyetler onların niyet ve beklentilerine bir cevap olmak üzere inmiştir (bk. Râzî, XXX, 76). 28. âyette Hz. Peygamber’in varlığına son verilmesinin veya ölümünün ertelenmesinin müşrikler için herhangi bir fayda sağlamayacağı, kendilerine verilecek elem verici cezayı önleyecek bir gücün de asla bulunmadığı ifade edilmiştir. Âyette ayrıca hayatın ilâhî bir rahmet olduğuna, Hz. Peygamber’in de eceli geldiğinde öleceğine işaret edilmektedir (İbn Âşûr, XXIX, 51-52). 29. âyette ise müminlerin inandıkları ve güvendikleri Tanrı’nın esasen müşriklerce de bilinen ve Rahmân ismiyle anılan yüce Allah olduğu belirtilmiş, bu gerçeğin kendilerine tebliğ edilmesi Hz. Peygamber’e emredilmiştir.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 425
 

قُلْ هُوَ الرَّحْمٰنُ اٰمَنَّا بِه۪ وَعَلَيْهِ تَوَكَّلْنَاۚ 


Fiil cümlesidir.  قُلْ , sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli  هُوَ الرَّحْمٰنُ ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  الرَّحْمٰنُ  haber olup lafzen merfûdur.  اٰمَنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  اٰمَنَّا  fiiline mütealliktir.  عَلَيْهِ  car mecruru  تَوَكَّلْنَا  fiiline mütealliktir. 

تَوَكَّلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. اٰمَنَّا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  

تَوَكَّلْنَا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  وكل ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ


فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن جاءكم العذاب فستعلمون (Azap size geldiğinde bileceksiniz) şeklindedir. 

فَسَتَعْلَمُونَ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.  تَعْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪ي ضَلَالٍ  car mecruru mahzuf habere mütealiktir. مُب۪ينٍ  kelimesi  ضَلَالٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُب۪ينٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan  إِفْعَال  babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قُلْ هُوَ الرَّحْمٰنُ اٰمَنَّا بِه۪ وَعَلَيْهِ تَوَكَّلْنَاۚ 


Ayet istînâfiyye olarak, önceki istînaf cümlesini tekit mahiyetinde, fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşaî isnad olan cümlede  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هُوَ الرَّحْمٰنُ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)

هُوَ  mübtedadır.  الرَّحْمٰنُ  haberdir. Müsned olan  الرَّحْمٰنُ ‘nın marife gelmiştir. Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, bu vasıfların mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konuduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)  

اٰمَنَّا بِه۪  cümlesi, mekulü’l-kavle dahil olan istînâfiyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin mazi fiil cümlesi şeklinde gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

وَعَلَيْهِ تَوَكَّلْنَا  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la  اٰمَنَّا بِه۪  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلَيْهِ , amili olan  تَوَكَّلْنَا ’ya takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksurun aleyh, tehir edilen ise maksurdur.  عَلَيْهِ  maksûrun aleyh/mevsûf,  تَوَكَّلْنَاۚ  maksûr/sıfat olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Fiil ona kasredilmiştir.

Ayette  عَلَيْهِ  car mecrurunun  تَوَكَّلْنَا  fiiline takdimi kasr ifade eder. (Âşûr) Kasr üslubunda  عَلَيْهِ ifadesi maksûrun aleyhtir. AllahTeâlâ bu ayette inananların güvendikleri ve teslim oldukları Tanrı’nın aslında müşrikler tarafından da bilinen Rahmân olan Allah olduğunu beyan etmiş ve peygamberine bu gerçeği onlara bildirilmesini istemiştir. 

Ayet-i kerîmede dikkat çeken bir başka edebî sanat ise tariz üslubudur. Allah’la beraber putlarına da güvenen ve dayanan ya da tüm varlıklarını putlarına adayarak Allah’a tevekkül etmeyi unutan müşriklerin durumu eleştirilmiştir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebî Tahlili Ve Türkçe Kur’an Mealine Yansıması)


 فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

 

İstînafiyye olan cümle şart üslubunda gelmiştir. Rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuştur. Cevap cümlesi olan  فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ , Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Fiildeki istikbal harfi  سَ , tekid ifade eder.

Takdiri, إن جاءكم العذاب (Eğer size azap gelirse …) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

سَتَعْلَمُونَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  ف۪ي ضَلَالٍ , mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.

ضَلَالٍ ‘in sıfatı olan  مُب۪ينٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

ضَلَالٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder.

ف۪ي ضَلَالٍ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dalalet, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dalalet hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Sapkınlıktaki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

[‘’Yakında kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu bileceksiniz.’’]

Bu hitap, hülasanın neticesinden sonra ortaya konan bir tehdittir. (Elmalılı)

فَسَتَعْلَمُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)