قَالَ فِرْعَوْنُ اٰمَنْتُمْ بِه۪ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَمَكْرٌ مَكَرْتُمُوهُ فِي الْمَد۪ينَةِ لِتُخْرِجُوا مِنْهَٓا اَهْلَهَاۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi |
|
2 | فِرْعَوْنُ | Fir’avn |
|
3 | امَنْتُمْ | inandınız mı? |
|
4 | بِهِ | ona |
|
5 | قَبْلَ | önce |
|
6 | أَنْ |
|
|
7 | اذَنَ | ben izin vermeden |
|
8 | لَكُمْ | size |
|
9 | إِنَّ | muhakkak ki |
|
10 | هَٰذَا | bu |
|
11 | لَمَكْرٌ | bir tuzaktır |
|
12 | مَكَرْتُمُوهُ | kurduğunuz |
|
13 | فِي |
|
|
14 | الْمَدِينَةِ | şehirde |
|
15 | لِتُخْرِجُوا | çıkarmak için |
|
16 | مِنْهَا | oradan |
|
17 | أَهْلَهَا | halkını |
|
18 | فَسَوْفَ | ama yakında |
|
19 | تَعْلَمُونَ | bileceksiniz |
|
Sihirbazlar, Mûsâ’ya iman edip onun tarafına geçtiklerini gayet açık olarak göstermişlerdi. Bu sebeple Firavun’un, “Ben size izin vermeden ona iman ettiniz öyle mi!” anlamına gelen sözü, bir soru olmayıp tehditten ibarettir. Nitekim “Ama yakında göreceksiniz” deyip bunun ardından vereceği cezaları sıralamasından da bu anlaşılmaktadır. “Ben size izin vermeden…” şeklindeki sözü de Firavun’un, neye inanıp neye inanmayacaklarına varıncaya kadar, onların her türlü tutum ve davranışlarına hükmettiğini, vicdanlarını baskı altında tuttuğunu göstermektedir.
Fahreddin er-Râzî’ye göre Firavun’un Mûsâ karşısındaki bu yenilgisi, onda aynı zamanda siyasî bir endişe de doğurdu. Zira bu olay halkın huzurunda cereyan etmişti ve bu gelişmeler karşısında halk da sihirbazları takip ederek Mûsâ’nın peygamberliğine inanıp onun peşine düşecekti. İşte bunu önlemek için onların Mûsâ’dan kuşku duymalarını sağlayacak iddialar ortaya attı. Buna göre sihirbazlar bir “tuzak” peşindeydi; yani Mûsâ’nın tebliğini kabul etmeleri, onun delilinin güçlü olmasından ileri gelmiyordu; aksine onlar, sihir gösterilerine girişmeden önce “Şu şu şartlarımızı yerine getirirsen sana inanırız” diye Mûsâ ile anlaşmışlardı. Firavun’un dile getirmediği asıl sıkıntısı ise karşılıksız iş gücünü kaybetmekti.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 570-571
قَالَ فِرْعَوْنُ اٰمَنْتُمْ بِه۪ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. فِرْعَوْنُ fail olup gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mekulü’l-kavli, اٰمَنْتُمْ بِه۪’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اٰمَنْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru اٰمَنْتُمْ fiiline müteallıktır. قَبْلَ zaman zarfı, aynı şekilde اٰمَنْتُمْ fiiline müteallıktır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اٰذَنَ mansub muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir انا ’dir.
لَكُمْ car mecruru اٰذَنَ fiiline müteallıktır.
اِنَّ هٰذَا لَمَكْرٌ مَكَرْتُمُوهُ فِي الْمَد۪ينَةِ لِتُخْرِجُوا مِنْهَٓا اَهْلَهَاۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هٰذَا işaret ismi, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. مَكْرٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
مَكَرْتُمُوهُ fiili مَكْرٌ kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfûdur. مَكَرْتُمُوهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir و harfi getirilir. مَكَرْتُمُوهُ fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.
فِي الْمَد۪ينَةِ car mecruru مَكَرْتُمُوهُ ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır.
لِ harfi, تُخْرِجُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte مَكَرْتُمُوهُ fiiline müteallıktır. تُخْرِجُوا fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْهَٓا car mecruru تُخْرِجُوا fiiline müteallıktır. اَهْلَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُخْرِجُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi خرج ’dır.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن فعلتم فسوف تعلمون (Eğer yaparsanız mutlaka bileceksiniz.) şeklindedir.
سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif -erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.
تَعْلَمُونَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.قَالَ فِرْعَوْنُ اٰمَنْتُمْ بِه۪ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ
Cümle fasılla gelmiş müstenefe cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli, öncesindeki mahzuf istifham hemzesi nedeniyle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve takrir amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Takrirde; muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meani İlmi)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki mazi fiil cümlesi اٰذَنَ لَكُمْۚ, masdar teviliyle قَبْلَ ’nin muzâfun ileyhidir.
اٰمَنْتُمْ بِه۪ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ [Ben size izin vermeden önce iman mı ettiniz?] cümlesinin başındaki soru hemzesi hazfolmuştur. Hakiki soru manasında değildir. Tevbih ve inkâr anlamındadır. Yani mecaz-ı mürsel mürekkebtir. İnkâr manası ”Böyle yapmamanız gerekirdi.” şeklinde azarlamak manası da “Hiç böyle yapılır mı?!” şeklindedir. (Âşûr)
اٰمَنْتُمْ بِه۪ ifadesi haber formunda olup “Bu çirkin işi yaptınız ha?!” anlamında bir kınama ve azarlamadır. Bu ifade soru harfi ile اَاٰمَنْتُمْ (İman ettiniz, öyle mi?) şeklinde de okunmuştur ki bu durumda anlamı sormak değil, inkâr ve yadırgamadır. (Keşşâf)
[Ben size izin vermeden önce ona iman ettiniz öyle mi?] cümlesi, vicdanlara baskı yapmak isteyen fakat kalplerin iman ve kanaatinin kendi hakimiyetinin sınırı dışında kaldığını gören Firavun hala hakkı kabul edip ona teslim olmuyor, sihir meselesini çözmek için yetki ve ihtisasları beğenip takdir ederek topladığı ve böylece bir bilirkişi heyeti gibi başvurduğu sihirbazların kanaatleri kendisi için ölçü olması gerekirken, bu konuda kendisinin onlara uyması gerektiğini hesaba katmıyor ve aslında onların iman etmelerine değil de bu işi kendisinden izin almadan yapmalarına karşı çıkıyormuş ve hakka iman etmek onun iznine bağlıymış gibi göstererek, iman için kendisinden izin alınmamış olmasını töhmet ve suç sebebi sayıyor. Ve böylece bütün meseleyi hükümdarlık şeref ve haysiyetinin ihlal edilmesi ve şahsi gururunun çiğnenmesi noktasına toplayıp demiş oluyor ki: “Eğer siz iyi niyetle hareket etmiş olsaydınız, benim tarafımdan davet edilmiş olmanız bakımından kanaatinizin sonucunu önce bana arz etmiş olmanız ve bunun ilanı için benden izin almanız gerekmez miydi? Halbuki siz benim iznim ve iradem olmadan birdenbire ona iman ediverdiniz. (Elmalılı Hamdi Yazır)
اِنَّ هٰذَا لَمَكْرٌ مَكَرْتُمُوهُ فِي الْمَد۪ينَةِ لِتُخْرِجُوا مِنْهَٓا اَهْلَهَاۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler.
Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince, cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, mütekellimin, işaret edilene verdiği önemi ifade eder. Firavun sözlerinde هٰذَا ile sihirbazların kurduğunu düşündüğü tuzağa işaret etmiştir.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka ile tekit edilmiş çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
مَكَرْتُمُوهُ cümlesi, müsned olan لَمَكْرٌ’un sıfatıdır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
فِي الْمَد۪ينَةِ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla şehir içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü şehir hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bütün şehirlerin her yerini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
لِتُخْرِجُوا cümlesine dahil olan لِ, cümleyi gizli bir أن ’le sebep bildiren masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde مَكَرْتُمُوهُ fiiline müteallıktır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Görülüyor ki Allah’a ve peygamberine iman edilince haksızlık ve tahakküm yollarının kapanacağını anlayan Firavun, bu sözüyle kamuoyunu yanıltmak ve heyecan vermek için siyasi bir entrika çeviriyor ve tamamiyle aleyhine sonuçlanan bu yarışmayı kendi iddiasını ispat eden bir olaymış gibi göstermeye çalışıyor ve asıl kendisi sihirbazlık ve şarlatanlık yapıyor. Böylece Hz. Musa’nın peygamberliğine olduğu gibi, onu tasdik eden sihirbazların imanı ve davranışları hakkında da yok yere şüpheler uydurup ortaya atıyor ve kamuoyunu bulandırıyor. (Elmalılı Hamdi Yazır)
فِي الْمَد۪ينَةِ ifadesindeki فِي harfindeki zarfiyyet mecazidir. Fesad çıkarmanın o şehirde olması gibi hile ve tuzağında o şehirde olduğu ifade edilmiştir. (Âşûr)
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
فَ mukadder şartın cevabına gelmiş rabıta veya fasiha harfidir. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müstakbel ifade eden سَوْفَ, vaid sıyakında tekid ifade eder.
Tesvif harfi سَوْفَ’den murad; tekiddir. Çünkü iki tesvif harfi de - قَدْ harfinin mazi fiili tekidi gibi -müstakbel manayı tekid eder. Gelecekte muhakkak bileceklerini ifade eder. Şu an için bilene gelince bunun gerçek olduğuna güveninden kinayedir. Onlar batıldadır. (Âşûr)
Müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
مَكْرٌ - مَكَرْتُمُوهُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Hile, tuzak kurma manasında karşımıza çıkan iki kelime مَكْر ve كيد kelimeleridir. مَكْر, önceden planlama ve düşünme olmadan gerçekleşmemesi bakımından كيد gibidir. Ancak مَكْرٌ,كيد’den daha kuvvetlidir. Bunun delili de كيد’in geçişli olması, مَكْر’in ise harfle geçişli olmasıdır. Bizzat geçişli olan fiil daha kuvvetlidir. Ayrıca مَكْر’de, karşı tarafın bilmemesi gerekir. Birine sana şunu yapacağım dediğinde bu مَكْر olmaz. Ama كيد kelimesinde bu şart yoktur. Muhatap bilse de bilmese de ona verilecek meşakkat veya zarar كيد demektir. (Farklar Lügatı) Son cümle icmal yoluyla tehdit ifade eder. Tafsilatı sonraki ayette gelecektir.
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ sözüyle yapılan tehdit; inkar ve azarlamanın teferruatıdır. Mefulun hazfi; korku uyandırmak içindir. Arkadan gelen cümleyle açıklanmıştır. (Âşûr)