A'râf Sûresi 155. Ayet

وَاخْتَارَ مُوسٰى قَوْمَهُ سَبْع۪ينَ رَجُلاً لِم۪يقَاتِنَاۚ فَلَمَّٓا اَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ اَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ وَاِيَّايَۜ اَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَـهَٓاءُ مِنَّاۚ اِنْ هِيَ اِلَّا فِتْنَتُكَۜ تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَٓاءُ وَتَهْد۪ي مَنْ تَشَٓاءُۜ اَنْتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الْغَافِر۪ينَ  ...

Mûsâ, kavminden, belirlediğimiz yere gitmek için yetmiş adam seçti. Onları sarsıntı yakalayınca (bayıldılar). Mûsâ, “Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de bundan önce helâk ederdin. Şimdi içimizden birtakım beyinsizlerin işledikleri günah sebebiyle bizi helâk mı edeceksin? Bu, sırf senin bir imtihanındır. Onunla dilediğin kimseyi saptırırsın, dilediğini de doğruya iletirsin. Sen, bizim velimizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı. Sen, bağışlayanların en hayırlısısın” dedi.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاخْتَارَ ve seçti خ ي ر
2 مُوسَىٰ Musa
3 قَوْمَهُ kavminden ق و م
4 سَبْعِينَ yetmiş س ب ع
5 رَجُلًا adam ر ج ل
6 لِمِيقَاتِنَا bizimle buluşma vakti için و ق ت
7 فَلَمَّا ne zaman ki
8 أَخَذَتْهُمُ onları yakalayınca ا خ ذ
9 الرَّجْفَةُ sarsıntı ر ج ف
10 قَالَ (Musa) dedi ki ق و ل
11 رَبِّ Rabbim ر ب ب
12 لَوْ şayet
13 شِئْتَ dileseydin ش ي ا
14 أَهْلَكْتَهُمْ bunları da helak ederdin ه ل ك
15 مِنْ
16 قَبْلُ daha önce ق ب ل
17 وَإِيَّايَ ve beni de
18 أَتُهْلِكُنَا bizi helak mı edeceksin? ه ل ك
19 بِمَا ötürü
20 فَعَلَ yaptıklarından ف ع ل
21 السُّفَهَاءُ bazı beyinsizlerin س ف ه
22 مِنَّا içimizden
23 إِنْ
24 هِيَ bu (iş)
25 إِلَّا başka bir şey değildir
26 فِتْنَتُكَ senin imtihanından ف ت ن
27 تُضِلُّ şaşırtırsın ض ل ل
28 بِهَا onunla
29 مَنْ
30 تَشَاءُ dilediğini ش ي ا
31 وَتَهْدِي ve yol gösterirsin ه د ي
32 مَنْ
33 تَشَاءُ dilediğine ش ي ا
34 أَنْتَ sen
35 وَلِيُّنَا bizim velimizsin و ل ي
36 فَاغْفِرْ bağışla غ ف ر
37 لَنَا bizi
38 وَارْحَمْنَا ve bize acı ر ح م
39 وَأَنْتَ ve sen
40 خَيْرُ en iyisisin خ ي ر
41 الْغَافِرِينَ bağışlayanların غ ف ر
 

وَاخْتَارَ مُوسٰى قَوْمَهُ سَبْع۪ينَ رَجُلاً لِم۪يقَاتِنَاۚ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اخْتَارَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  مُوسٰى  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Gayri munsariftir. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:

1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.

2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.

Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَوْمَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

سَبْع۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

رَجُلاً  temyiz olup fetha ile mensubtur. 

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubtur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye, “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur: a) İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler, b) Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler, c) İçinde “كَفَى بِ ” terkibi bulunan cümleler, d) Kem-i istifhamiye (soru için olan كَمْ ) ve kem-i haberiye (çokluk bildiren  كَمْ) ile kurulan cümleler.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِم۪يقَاتِنَا  car mecruru  اخْتَارَ  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اخْتَارَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi خير’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 فَلَمَّٓا اَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ اَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ وَاِيَّايَۜ

 

فَ  atıf harfidir.  لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَخَذَتْهُمُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَخَذَتْهُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

الرَّجْفَةُ  fail olup lafzen merfûdur.

Failin Yeri: 

Failin Mef’ûlün Bih’ten Önce Gelmesi Gereken Yerler: Fail fiile bitişik zamir olduğunda (fail bariz zamir olduğunda) mef’ûlün sonra gelmesi gerekir.

Mef’ûlün Bih’in Failden Önce Gelmesi Gereken Yerler: Fail zahir olup mef’ûlün bih fiile bitişik zamir olduğunda fail ile mef’ûl yer değiştirir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevabı  قَالَ رَبِّ’dır.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

Mekulü’l-kavli, nida cümlesi ve cevabıdır.  قَالَ  fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubtur. Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur.  رَبِّ  kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve mansubtur. Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  لَوْ شِئْتَ’dir.  لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.  شِئْتَ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. 

Şartın cevabı  اَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ’dur.  اَهْلَكْتَهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  مِنْ قَبْلُ  car mecruru  اَهْلَكْتَهُمْ  fiiline mütellıktır.  قَبْلُ  cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

قَبْلَ  ve  بَعْدَ  muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ  zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِيَّايَ  atıf harfi  وَ ’la muttasıl gaib zamirine matuftur.

اَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَـهَٓاءُ مِنَّاۚ 

 

Hemze istifham harfidir.  تُهْلِكُنَا  merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

Muzari fiillerin ( أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ ... ) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücuben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. ( هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücuben değil cevazendir, yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  تُهْلِكُنَا  fiiline müteallıktır.

فَعَلَ  fetha  üzere mebni mazi fiildir.  السُّفَـهَٓاءُ  fail olup lafzen merfûdur.

السُّفَـهَٓاءُ  kelimesi  فعلاء  vezninde sıfat-ı müşebbehedir.

Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنَّا  car mecruru  السُّفَـهَٓاءُ’nun mahzuf haline müteallıktır.

تُهْلِكُنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  هلك ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

 اِنْ هِيَ اِلَّا فِتْنَتُكَۜ

 

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  فِتْنَتُكَ  müstesna ve mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِنْ  harfi  لَيْسَ  gibi amel eden harflerdendir. İsim cümlesinin başına gelerek mübtedayı kendilerine isim olarak alır ve ref eder, haberini de haberleri olarak alır ve nasb eder.

İsim cümlesini olumsuz hale getirirler. Genel olarak “değil, yoktur” anlamındadır.

اِنْ  harfinin  لَيْسَ  gibi isim ve haber alabilmesinin şartları:

1. Haberi isminden önce gelmemelidir.  

2. İsmiyle haberi arasında car mecrur veya zarf dışında yabancı kelime bulunmamalıdır. 

3. Cümlede  إِلَّا  kullanılarak olumsuzluğu bozulmamalıdır. Ancak (اِلَّا) ile beraber kullanılması yaygındır. O zaman  لَيْسَ  gibi amel etmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


  تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَٓاءُ وَتَهْد۪ي مَنْ تَشَٓاءُۜ

 

Fiil cümlesidir.  تُضِلُّ  merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir.  بِهَا  car mecruru  تُضِلُّ  fiiline müteallıktır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  تَشَٓاءُ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

تَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ‘dir.

تَهْد۪ي مَنْ تَشَٓاءُ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اَنْتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

وَلِيُّنَا  haber olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن أذنبنا فاغفر لنا  (Eğer günah işlersek, bizi bağışla.) şeklindedir.

اغْفِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

لَنَا  car mecruru  اغْفِرْ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  ارْحَمْنَا  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. 


 وَاَنْتَ خَيْرُ الْغَافِر۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  خَيْرُ  haber olup lafzen merfûdur. 

خَيْرُ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsmi tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. İsm-i tafdil burada marifeye muzâf olduğundan kıyaslama ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

الْغَافِر۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْغَافِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  غفر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاخْتَارَ مُوسٰى قَوْمَهُ سَبْع۪ينَ رَجُلاً لِم۪يقَاتِنَاۚ

 

وَ  atıf harfidir. Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

 واخْتارَ مُوسى  cümlesi 148. ayetteki  واتَّخَذَ قَوْمُ مُوسى  cümlesine, kıssanın kıssaya atfı şeklinde gelmiştir. Zira bu kıssa Hz. Musa’nın İsrailoğulları ile olan hikâyesidir ve alınması gereken ibretler barındırır. Bu ibretler de Allah Teâlâ’nın azameti ve rahmetinin yanında Musa’nın (a.s.) salih amellere ilişkin duası, Hz. Muhammed (s.a.) ve şeriatını müjdelemesidir. (Âşûr) 

لِم۪يقَاتِنَاۚ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması  م۪يقَاتِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.

قَوْمَهُ  de Musa’ya (a.s.) ait zamire muzâf olması dolayısıyla kavim şeref kazanmıştır.

وَاخْتَارَ مُوسٰى قَوْمَهُ  [Musa kavmini seçti] ifadesi, “Musa kavminden seçti.” anlamında olup مِنْ ’i hazf edilmiş; fiilin anlamı mef‘ûle ulaştırılmıştır. (Keşşâf)

سَبْعِينَ رَجُلًا  ifadesi  قَوْمَهُ  den bedel-i ba’z min’el-kül şeklinde gelmiştir. Ancak harf-i cerin hazf olmasından dolayı nasbedilmiştir. Takdiri;  اخْتارَ مِن قَوْمِهِ  şeklindedir. (Âşûr) 

Bir grup nahiv alimi şöyle demişlerdir: Bu ifade  وَاخْتَارَ مُوسٰى مِنْ  قَوْمِهِ سَبْعِينَ takdirindedir. Ancak ifadedeki harf-i ceri düşmüş ve fiil mef'ûlüne doğrudan taalluk ederek, onu nasb etmiştir.

Ebu Ali ise şöyle demiştir: Bu konuda aslolan şudur: Bazı fiiller, ikinci mef'ulüne bir harf-i cer ile taalluk ederler. Daha sonra bu kaide genişler ve o harf-i cer düşerek, fiil mef'ûle doğrudan taalluk eder. Senin  اِخْتَرْتُ مِنَ الرِّجَالِ زَيْدًا  sözün böyledir. Daha sonra bu kaide genişlemiş ve  اِخْتَرْتُ الرِّجَالَ زَيْدًا  denilmeye başlanmıştır. (Fahreddin er-Râzî)

Buradaki  قَوْمِ  ifadesi ile Hz. Musa’nın kavminden muteber olanları kastedilmiş olup cins isim olan kavim, o seçilenler için kullanılmıştır. (Fahreddin er-Râzî) 

  

 فَلَمَّٓا اَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ اَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ وَاِيَّايَۜ 

 

فَ  atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan şart cümlesi  اَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ, müspet mazi fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cevap cümlesi ...قَالَ, faide-i haber ibtidaî kelam olan fiil cümlesidir.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli ise nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Nidanın cevabı olan …لَوْ شِئْتَ, şart üslubunda talebî inşaî isnaddır. Şart üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi mahzuftur. Nida harfinin hazfi mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Şartın cevabı  اَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ وَاِيَّايَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

رَبِّ  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.

Almak manasında olan  أخذ  fiili, sağlam, şiddetli bir isabet etme manasında mecazdır. (Âşûr)

لَوْ شِئْتَ اَهْلَكْتَهُمْ [İsteseydin onları helak ederdin.] sözündeki  لَوْ  harfinin temenni manasında olması caizdir. Mana  لَوْ  harfinin asıl manasından kaynaklanmıştır. لَوْ ذاتُ سِوارٍ لَطَمَتْنِي (Keşke beni bilezikleri olan bir kadın tokatlasaydı) şeklinde bir darb-ı mesel vardır. Cevap böylesi bir durum benim için daha kolay olurdu şeklindedir. Ayette cevap  شِئْتَ أهْلَكْتَهم  şeklinde açıkça zikredilmiştir. Yani keşke onunla beraber olan 70 kişinin helakını isteseydin demektir.  أهْلَكْتَهم  cümlesi  شِئْتَ  cümlesinden bedel-i iştimâldir. Bu iştimâl münacata dönmelerine sebep olan kavmin günahları dolayısıyladır. (Âşûr)

“Ey Rabbimiz! Eğer Sen dilemiş olsaydın, daha önce buzağıya tapmakta ısrar ettikleri zaman onları, Seni görmek istediğimde de beni helak ederdin.”

Onun bu sözlerden maksadı, gelecekteki affı mûcib olması için geçmişteki affı yâd etmektir. Çünkü suçu itiraf etmek ve nimete şükretmek, hazır nimeti bağlar ve fazlasını da celbeder. Başka bir ifadeyle bu, “Eğer biz helake müstahak isek ve buna engel yalnız Senin dilememen ise Sen bize lütfedip eski cürümlerimizi bağışladığına göre bu cürmümüzü de bağışlayabilirsin.” demektir.

Bu kelamı temenniye hamletmek, “Bizden bazı beyinsizlerin yaptıklarından dolayı şimdi bizi, hepimizi helak mı edeceksin?” cümlesi dolayısıyla mümkün değildir. Bunun anlamı şudur: “Senin yüce şânının tafsilatını bilmeyen ve kaygan zeminlerde sebat gösteremeyen birtakım beyinsizlerin işledikleri suçlar yüzünden hepimizi helak mı edeceksin?” (Ebüssuûd)


 اَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَـهَٓاءُ مِنَّاۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, mekulü’l-kavle dahildir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا  ve akabindeki  فَعَلَ السُّفَـهَٓاءُ مِنَّاۚ  masdar teviliyle  اَتُهْلِكُنَا  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

Hz. Musa (a.s.), “İçimizden birtakım beyinsizlerin işledikleri günahlar yüzünden hepimizi helak mı edeceksin?” demiştir. Beyinsizlerin yaptığından maksat, onların “Allah’ı açıktan bize göster.” (Nisa Suresi, 153) sözleridir. (Fahreddin er-Râzî)

Yine bu Hz. Musa (a.s.) ifadesi hakkında ehl-i ilim, şöyle demiştir: Musa’nın, Hakk Teâlâ’nın, başkalarının günahı sebebiyle bir kavmi imha edeceğini zannetmiş olması mümkün değildir. Dolayısıyla bu ifadeyi tevil etmek gerekir. Bu hususta şu iki bahis bulunmaktadır:

1. Buradaki “istifham”, inkâr manasındadır. Musa (a.s.) bu istifham ile “Sen, böyle yapmazsın.” manasını kastetmiştir.. Nitekim “Böyle yapmazsın.” manasında, “Sana hizmet edeni, sen hakir mi kılarsın?” dersin.

2. Müberred: “Bu "Bizi mahvetme!” manasında, şefkat ve merhamet talep etmeyi ifade eden bir sorudur, demiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Sonuç şudur ki bu kıssadaki ibret; Allah’ın gazabından sakınmak, O’nun kuvvetinden korkmak, Musa’nın (a.s.) duası ve peygamberlerin makamı vs.’dir. (Âşûr)


 اِنْ هِيَ اِلَّا فِتْنَتُكَۜ 

 

Önceki manayı tekid amacıyla gelmiş istînaf cümlesidir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Menfi isim cümlesi lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede nefiy manasındaki  اِنْ  ve  اِلَّا  ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Müsned olan  فِتْنَتُكَ  izafeti muzafı tazim içindir. Ayrıca müsnedün ileyhe de tazim kazandırmıştır.

Haber tazim veya teşrif ifade eden bir kelimeye muzaf olursa; müsnedün ileyhin tazimine de delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Bu senin fitnendir. Onunla dalalete düşmek isteyen dalalete düşer. Hidayete ermek isteyen de o fitne ile hidayete erer. Sen bizim velimizsin. Sen bizim kötülüğümüz için birşey yapmazsın. O fitnelerde de bir hayır vardır. Derecelerimizin yükselmesi, günahlarımızın keffareti için vs.


تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَٓاءُ وَتَهْد۪ي مَنْ تَشَٓاءُۜ

 

Hal olan cümle fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

تُضِلُّ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ’in sılası  تَشَٓاءُ, müspet muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Aynı üsluptaki وَتَهْد۪ي مَنْ تَشَٓاءُ  cümlesi, makabline tezat sebebiyle atfedilmiştir.

تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَٓاءُ  cümlesi ile  تَهْد۪ي مَنْ تَشَٓاءُ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

تُضِلُّ - تَهْد۪ي  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

مَنْ - تَشَٓاءُ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

“O, Senin bir fitnen (sınaman)den başka bir şey değildir. Sen, onunla dilediğini idlâl, dilediğine hidayet edersin.”

Bu kelam, makabli için bir izahtır ve onların yanlışlarının kaynağını beyan etmek suretiyle özür dilemek anlamındadır. Yani “Beyinsizlerin içine düştükleri fitne ve onun sebebi yüzünden bizi helak mı edeceksin? Onların söyledikleri ancak Senin verdiğin mihnet ve imtihandır. Çünkü Sen, benimle konuşurken kelamını onlara duyurdun da o yüzden fitneye düştüler ve bulundukları yerde sebat göstermeyip fasit kıyas ile onun yukarısına göz diktiler.” (Ebüssuûd)


 اَنْتَ وَلِيُّنَا

 

Yine Musa’nın (a.s.) sözlerine dahil olan cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

Sübut ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesi amacına matuftur. 

Hz. Musa’nın bil ki “Sen bizim mevlamızsın!” sözü hasr ifade edip “Senden başka hiçbir dostumuz, hiçbir yardımcımız ve hiçbir hidayet edenimiz yoktur.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

“Sen bizim mevlamızsın’” ifadesinden maksat, mağfiret ve merhamet talebine bir giriş olarak Allah Teâlâ'ya ibadetin bırakıldığını itiraf etmektir. Çünkü efendinin şanı kuluna merhamet etmek ve ona yardım etmektir. (Âşûr)

اَنْتَ وَلِيُّنَا “Sen bizim velimizsin.” Allah'tan başka yardımcı olmadığını ima eder ve açıkça kasr sıygasındadır. (Âşûr)

 

 فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا 

 

 

فَ  rabıtadır. Şart üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede îcâz-ı hazif vardır. 

فَاغْفِرْ لَنَا  cümlesi mahzuf şartın cevabıdır. Mahzufun takdiri,  إن أذنبنا [Eğer günah işlersek] şeklindedir. Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Yine emir üslubunda talebî inşâî isnad olan  وَارْحَمْنَا  cümlesi cevap cümlesine matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.

فَاغْفِرْ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

الوِلايَةِ  kelimesine tefri’ olarak gelmiştir.  فاغْفِرْ لَنا (bizi bağışla) sözü; kelamın kelamla detaylandırılmasıdır. Velinin affetmek zorunda olmadığını ifade eder. (Âşûr)

Mağfiret, rahmete takdim edilmiştir. Çünkü mağfiret, çok rahmetin sebebidir. Çünkü mağfiret, günahtan kaynaklanan suçlar nedeniyle Allah’ın gazabının sona ermesidir. Öfke biterse yerini rızaya bırakır.  Rıza iyilik gerektirir. (Âşûr)


وَاَنْتَ خَيْرُ الْغَافِر۪ينَ

 

اَنْتَ وَلِيُّنَا  cümlesine matuf olan bu son cümle, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir. 

İsnadın Allah Teâlâ’ya olması karînesiyle müsnedin izafetle marife olması kasr ifade eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Bu ayeti kerimeden şu sonucu çıkarılmıştır: Emr-i bil ma’ruf, nehy-i ani’l münkeri yapan birilerinin her zaman içimizde bulunması lazım. Bunu terk etmemek gerekir.

اَهْلَكْتَهُمْ - تُهْلِكُنَا ,اغْفِرْ - الْغَافِر۪ينَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

اغْفِرْ - ارْحَمْنَا - خَيْرُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayet-i Kerimede istifham edatı olan hemze soru anlamında değil, “Bizi helak etme ya Rabb!” şeklinde dua anlamında kullanılmıştır. (Elif Yavuz, Belâgat İlminde Haber ve İnşa (Bakara Suresi Örneği) )

وأنْتَ خَيْرُ الغافِرِينَ  cümlesi atıfla gelmiştir. Çünkü büyük mağfiret istemek manasında bir haberdir. Bu yüzden dua cümlesine atfedilmiştir. Sanki “Bizi bağışla, bize acı ve bütün günahlarımızı bağışla!” denilmiştir. Zira mağfiretin artması rahmetin etkilerinden biridir. (Âşûr)