فَدَلّٰيهُمَا بِغُرُورٍۚ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۜ وَنَادٰيهُمَا رَبُّهُمَٓا اَلَمْ اَنْهَكُمَا عَنْ تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَاَقُلْ لَكُمَٓا اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُب۪ينٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَدَلَّاهُمَا | onları aşağı sarkıttı |
|
2 | بِغُرُورٍ | aldatarak |
|
3 | فَلَمَّا | ne zaman ki |
|
4 | ذَاقَا | tadınca |
|
5 | الشَّجَرَةَ | ağac(ın meyvasın)ı |
|
6 | بَدَتْ | göründü |
|
7 | لَهُمَا | kendilerine |
|
8 | سَوْاتُهُمَا | çirkin yerleri |
|
9 | وَطَفِقَا | ve başladılar |
|
10 | يَخْصِفَانِ | üst üste yamayıp örtmeğe |
|
11 | عَلَيْهِمَا | üzerlerine |
|
12 | مِنْ | -ndan |
|
13 | وَرَقِ | yaprakları- |
|
14 | الْجَنَّةِ | cennet |
|
15 | وَنَادَاهُمَا | ve onlara seslendi |
|
16 | رَبُّهُمَا | Rableri |
|
17 | أَلَمْ |
|
|
18 | أَنْهَكُمَا | ben sizi men’etmedim mi? |
|
19 | عَنْ |
|
|
20 | تِلْكُمَا | bu |
|
21 | الشَّجَرَةِ | ağaçtan |
|
22 | وَأَقُلْ | ve demedim mi? |
|
23 | لَكُمَا | size |
|
24 | إِنَّ | şüphesiz |
|
25 | الشَّيْطَانَ | şeytan |
|
26 | لَكُمَا | sizin için |
|
27 | عَدُوٌّ | düşmandır |
|
28 | مُبِينٌ | apaçık |
|
Âdem ve Havvâ yasak meyveyi yemeden önce, bir bakıma çocuk gibi saf ve günahtan habersizlerdi; birbirinin cinsel özelliklerine ilgi duymuyorlardı. Fakat şeytanın kışkırtmasına kapılarak yasağı çiğneyince birbirinin mahrem yerlerini gördüler ve hemen yapraklarla kapatmaya gayret ettiler. Şeytanın Âdem ve Havvâ’yı vesveseyle kandırması onun insanlığa ilk kötülüğü, onların yasak meyveyi yemeleri de insanlığın ilk günahı oldu. Âdem ve eşinin, mahrem yerleri açılınca herhangi bir telkin altında kalmadan hemen örtmeye girişmeleri insanda hayâ duygusunun fıtrattan geldiğini, çıplaklığın ve vücudun belli yerlerini teşhir etmenin insandaki doğal ahlâk duygusuna aykırı olduğunu kanıtlar. 12. âyette işaret edildiği gibi İblîs bir günah işlemiş; tövbe edeceği yerde kibre kapılıp günahında ısrar etmiş ve sonuçta alçaltılmıştır. Âdem ve eşi de bir günah işlemişler; fakat tövbe edip pişman olmuşlar ve sonuçta affa mazhar kılınıp yüceltilmişlerdir. Ayrıca bu olaydan sonra İblîs ile melekler, yeryüzünün halifesi olarak nitelenen insanın bir faziletine de şahit olma fırsatı bulmuşlardır. İblîs gibi kötülükte ısrar etmek kulun değerini düşürür, Âdem ve Havvâ gibi kötülükten dönüp pişman olmak, tövbe etmek ise kulun değerini yükseltir. Hz. Peygamber bu ilâhî yasaya işaret ederken “Kim Allah için alçak gönüllü olursa Allah onu yüceltir; kim büyüklük taslarsa onu da alçaltır” (Müsned, III, 76; İbn Mâce, “Zühd”, 16) buyurmuşlardır (Râzî, XIV, 25).
Kaynak :Kuran Yolu Tefsiri
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellam “ Mü’min kötülüğe yatkin olmadığı için kolayca aldatilabilir.
(Ebu Dâvud ,Edeb 6;Tirmizi, Birr 41;Ahmed b. Hanbel ,Müsned ,II,394)
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR
فَدَلّٰيهُمَا بِغُرُورٍۚ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. دَلّٰيهُمَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir هُمَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
بِغُرُورٍ car mecruru دَلّٰيهُمَا fiiline müteallıktır.
فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۜ
فَ istînâfiyyedir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
ذَاقَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ذَاقَا şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir olan elif fail olarak mahallen merfûdur.
الشَّجَرَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Şartın cevabı بَدَتْ لَهُمَا’dır.
بَدَتْ mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. لَهُمَا car mecruru بَدَتْ fiiline müteallıktır.
سَوْاٰتُهُمَا fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. طَفِقَا şurû’ fiillerinden olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir olan elif طَفِقَا’nın ismi olup mahallen merfûdur.
يَخْصِفَانِ fiili طَفِقَا’nın haberi olarak mahallen mansubtur. يَخْصِفَانِ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan elif fail olup mahallen merfûdur.
Şurû’ (Başlama) Fiilleri: Bir işin başladığını ifade ederler. Türkçeye “başladı” şeklinde tercüme edilirler. Yalnız mazi olarak kullanılır ve haberlerinin başında اَنْ bulunmaz. Bu fiillerden sadece طَفِقَ fiili Kur’an’da başlama manasında kullanılmıştır. Diğer fiiller Kur’an’da geçmekle beraber başlama fiili manasında kullanımına rastlanmamıştır. اَنْشَاَ – جَعَلَ – اَخَذَ fiillerinin “başlama fiili” anlamında kullanılmaları nadir de olsa hadislerde bulunmaktadır. Ancak Kur’an’da bulunmamaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلَيْهِمَا car mecruru يَخْصِفَانِ fiiline müteallıktır. مِنْ وَرَقِ car mecruru mukadder mef’ûlun bihin mahzuf sıfatına müteallıktır. Takdiri, يخصفان عليهما شيئا حاصلا من ورق الجنّة (Cennet yapraklarından hasıl olan bir şeyle örtmeye başladılar.) şeklindedir.
الْجَنَّةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَنَادٰيهُمَا رَبُّهُمَٓا اَلَمْ اَنْهَكُمَا عَنْ تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَاَقُلْ لَكُمَٓا اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُب۪ينٌ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. نَادٰيهُمَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir هُمَٓا mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. رَبُّهُمَٓا muahhar fail olup lafzen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Hemze istifhamdır. لَمۡ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
اَنْهَكُمَا illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
عَنْ تِلْكُمَا car mecruru اَنْهَكُمَا fiiline müteallıktır. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, كُمَا ise muhatap zamiridir.
الشَّجَرَةِ işaret isminden bedel veya sıfattır.
وَ atıf harfidir. اَقُلْ meczum muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir انا ’dir. لَكُمَٓا car mecruru اَقُلْ fiiline müteallıktır.
Mekulü’l-kavli, اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُب۪ينٌ ‘dir. اَقُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الشَّيْطَانَ kelimesi إِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. لَكُمَٓا car mecruru عَدُوٌّ’e müteallıktır.
عَدُوٌّ kelimesi إِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. مُب۪ينٌ ise عَدُوٌّ’un sıfatıdır.
مُب۪ينٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَادٰيهُمَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ندي ’dur.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
فَدَلّٰيهُمَا بِغُرُورٍۚ
Cümle önceki ayetteki istînâfa matuftur. İlk cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu ifade, şeytanın Âdem ile Havva’yı yüksek bir dereceden aşağı indirdiğine delalet eder. (Ebüssuûd)
Ebu Mansur el-Ezherî bu (...فَدَلّٰي...) kelimesinin iki asıl manasını zikretmiştir. Birincisi: Bu kelimenin esas manası “ayak”tır. Çünkü susamış olan bir kimse su almak için iki ayağını kuyuya sarkıtır, ama kuyuda su bulamaz. Böylece fiil, “kendisinde hiçbir fayda olmayan şeye heveslendirmek ve teşvik etmek” manasında kullanılmıştır. Binaenaleyh Arapçada, “Birisini arzulandırdı, heveslendirdi.” manasında da kullanılır. İkincisi, “İblis onları aldatarak ağacın meyvesini yemeye cesaretlendirdi.” demektir. Bu, aslında دَلْو masdarından دلَلَهُما tarzındadır. Ayetteki bu ifade, “Onları, yemin ederek aldattı.” manasındadır. Âdem, hiç kimsenin Allah adına yalan yere yemin edemeyeceğini zannediyordu. (Fahreddin er-Râzî)
فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا
فَ istînâfiyyedir. حين ,لَمَّا manasında şart anlamı bulunan zaman zarfıdır. Şart üslubunda gelmiş haber manalı cümlede muzâfun ileyh ذَاقَا الشَّجَرَةَ, aynı zamanda şart cümlesidir. Şartın cevabı olan بَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَمَّا’nın müteallakı cevap fiili olan بَدَتْ ’tir.
Âdem ile Havva, o ağacın meyvesini yemeye başlayıp da meyvenin tadını alınca hatanın cezası ve uğursuzluğu hemen onları çarptı ve o anda örtüleri üzerlerinden düştü ve avret yerleri kendilerine açılıverdi.
Müfessirler bu ağacın, buğday başağı veya üzüm ağacı veya başka bir ağaç olduğunu ileri sürmüşlerdir. (Ebüssuûd)
وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۜ
وَ ’la makabline atfedilen cümle, isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Zeccâc şöyle demiştir: طَفِقَ “bir işi yapmaya başlamak” manasınadır. يَخْصِفَانِ ise “Yaprak üstüne yaprak örterler.” manasınadır. Ayakkabı yamayan (tamir eden) kimseye de bu kökten olarak, hassâf denilir. Bu ayette avret mahallini açmanın, Hz. Âdem’den (a.s.) beri çirkin bir iş olduğuna bir delil bulunmaktadır. Baksana, onlar akıllarında (fıtratlarında) avret mahallini açmanın çirkinliği fikri bulunduğu için, nasıl hemen onu örtmeye yöneldiler! (Fahreddin er-Râzî)
وَنَادٰيهُمَا رَبُّهُمَٓا اَلَمْ اَنْهَكُمَا عَنْ تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَاَقُلْ لَكُمَٓا اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُب۪ينٌ
Cümle وَ ’la …بَدَتْ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan اَلَمْ اَنْهَكُمَا عَنْ تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ cümlesi, nida için tefsiriyye veya mekulü’l-kavldir. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca ayetin mütekellimi Allah Teâlâ olması hasebiyle soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Aynı üslupta gelen وَاَقُلْ لَكُمَٓا اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُب۪ينٌ cümlesi, bu cümleye matuftur.
اَقُلْ fiilinin mekulül-kavli ise اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Car-mecrur لَكُمَا önemine binaen amili olan عَدُوٌّ’e takdim edilmiştir.
عَدُوٌّ ,مُب۪ينٌ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
رَبُّهُمَٓا izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.
فَدَلّٰيهُمَا بِغُرُورٍ ifadesinde istiare vardır. Anlatılmak istenen İblis’in o ikisini ve benzer duruma düşen herkesi aldatma uçurumlarına düşürüp sarkıtmasıdır. Böyle biri yukarıdan aşağıya, izzetten zillet çukuruna düşmüş olur. (Şerîf er-Radî)
لَهُمَا - لَكُمَا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bu kelamın ilk cümlesi, ilâhî emre muhalefetlerinden, ikinci cümlesi de düşmanın sözüne aldanmalarından dolayı onları ayıplamak ve kınamak manasını tazammun eder.
Bir görüşe göre bu cümleler, mutlak (kayıtsız) nehyin haram ifade ettiğine delildir.
(Ebüssuûd)