A'râf Sûresi 30. Ayet

فَر۪يقاً هَدٰى وَفَر۪يقاً حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُۜ اِنَّهُمُ اتَّخَذُوا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ  ...

Allah, bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık lâyık oldu. Çünkü onlar Allah’ı bırakıp şeytanları dost edinmişlerdi. Kendilerinin de doğru yolda olduklarını sanıyorlardı.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَرِيقًا bir topluluğu ف ر ق
2 هَدَىٰ doğru yola iletti ه د ي
3 وَفَرِيقًا ve bir topluluğa da ف ر ق
4 حَقَّ hak oldu ح ق ق
5 عَلَيْهِمُ üzerlerine
6 الضَّلَالَةُ sapıklık ض ل ل
7 إِنَّهُمُ çünkü onlar
8 اتَّخَذُوا tuttular ا خ ذ
9 الشَّيَاطِينَ şeytanları ش ط ن
10 أَوْلِيَاءَ dostlar و ل ي
11 مِنْ
12 دُونِ başka د و ن
13 اللَّهِ Allah’tan
14 وَيَحْسَبُونَ ve sanıyorlar ح س ب
15 أَنَّهُمْ kendilerinin de
16 مُهْتَدُونَ doğru yolda olduklarını ه د ي
 

Bu âyet sûrenin buraya kadarki kısmının bir sonucu mahiyetindedir. Buna göre Allah’ın indirdiği gerçeklere uyan, nimetine şükreden, İblîs gibi isyana kalkışmadan O’nun buyruklarını yerine getiren, Âdem gibi hata işlediğinde tövbe eden, af ve mağfiret dileyen, şeytanın vesvesesine kapılarak açıklık ve hayâsızlığa sapmayan, adaletli ve dürüst olan, Allah’ın birliğini tanıyıp ihlâsla O’na kul olan, O’nun için namaz kılan ve dua eden zümreyi Allah hidayete kavuşturmuştur. Buna mukabil Allah’ın gönderdiği vahye uymayan, nimetlerine şükretmeyen, İblîs gibi kibre kapılıp emre âsi olan, insanlara kin tutup onları kıskanan ve kötülüğe kışkırtan, açıklık ve hayâsızlığa teşvik eden, şeytanın fitne tuzağına düşüp ona dost olan; her türlü kötülük, inkâr, isyan ve edepsizliği işleyip üstelik bunların atalarından kalma gelenekler olduğunu, Allah’ın da böyle şeyler buyurduğunu, yani bunların doğru ve iyi olduğunu savunan zümre için de dalâlet hak olmuş; yani bunlar kaçınılmaz olarak sapkınlığa düşmüşlerdir. Çünkü Allah’ı ve müminleri bırakıp şeytanların dostluğunu seçmişler; buna rağmen asıl doğru yoldan gidenlerin de kendileri olduğu vehmine kapılmışlardır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 517

 

فَر۪يقاً هَدٰى وَفَر۪يقاً حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُۜ

 

فَر۪يقاً  kelimesi  هَدٰى  fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur.

هَدٰى  elif üzere mukadder fetha ile mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

وَ  atıf harfidir.  فَر۪يقاً  mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur. Takdiri,  أضلّ  şeklindedir.

حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُ  cümlesi  هَدٰى  cümlesine matuftur.

حَقَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  عَلَيْهِمُ  car mecruru  حَقَّ  fiiline müteallıktır.  الضَّلَالَةُ  fail olup lafzen merfûdur.

  

اِنَّهُمُ اتَّخَذُوا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ

 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

Muttasıl zamir  هُمْ  [onlar]  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

اتَّخَذُوا  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اتَّخَذُوا  fiili,  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الشَّيَاط۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

اَوْلِيَٓاءَ  ikinci mef’ûlun bihtir. Sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ دُونِ  car mecruru  اَوْلِيَٓاءَ’ye müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

يَحْسَبُونَ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la  اتَّخَذُوا  fiiline matuftur.  يَحْسَبُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  يَحْسَبُونَ  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubtur.

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

Muttasıl zamir  هُمْ  [onlar]  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.

مُهْتَدُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُهْتَدُونَ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّخَذُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial bâbındadır. Sülâsîsi  أخذ’dır.

İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
 

فَر۪يقاً هَدٰى وَفَر۪يقاً حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُۜ

 

Fasılla gelen cümle müstenefedir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. 

فَر۪يقاً, amili olan  هَدٰى ’ya ihtimam ve tafsil için takdim edilmiştir. (Âşûr)

تَعُودُونَ  fiilinin failinden hal olmasına da cevaz vardır. Cümle, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

وَ ’la makabline tezat sebebiyle atfedilen وَفَر۪يقاً حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُۜ  cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  فَر۪يقاً, takdiri  أضلّ  olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. 

فَر۪يقاً هَدٰى -  حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُ  cümleleri arasında mukabele vardır.

الضَّلَالَةُ - هَدٰى  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

فَر۪يقاً  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


 اِنَّهُمُ اتَّخَذُوا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.  اِنَّ  ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. 

اِنَّ’nin haberi olan  اتَّخَذُوا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hudûs ve sübut ifade eder.

الضَّلَالَةُ - الشَّيَاط۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ  cümlesi اتَّخَذُوا cümlesine matuftur. İkinci haber konumunda olan bu cümlenin müsnedinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Bu ayet-i kerime, hata eden veya yanılan ile, bilerek küfürde ısrar eden ve inatla kâfir kalanların zemme istihkak noktasında eşit olduklarına delalet eder. İkisi arasında fark gözetenler, yanılan kâfiri tefekkürde kusur etmiş sayarlar. (Ebüssuûd)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  izafeti gayrının tahkiri içindir.

هَدٰى - مُهْتَدُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[O, bir fırkayı] ki Müslüman olanlardır [doğru yola getirdi] yani Allah onları imana muvaffak etmiştir. [Bir fırka için de dalalet] yani sapkınlık hükmü [tahakkuk etti.] Allah bunların dalalete düşeceklerini, hidayet bulamayacaklarını bilmektedir. فَر۪يقاً  kelimesi, devamındaki ifadelerin izah ettiği gizli bir fiil ile mansubtur. Adeta “Haklarında dalaletin tahakkuk ettiği bir fırkayı da perişan etti.” denilmiştir. “Çünkü onlar” yani haklarında dalaletin tahakkuk etmiş olduğu fırka, [şeytanları veli edinmişlerdi]; onların emirlerine itaat ediyorlardı. Bu ifade, Allah’ın ilminin onların dalalete düşmelerinde herhangi bir tesiri olmadığının ve onların tamamen kendi seçimleriyle, Allah’ı bırakıp şeytanları veli edinmeleriyle dalalete düşmüş olduklarının delilidir. (Keşşâf)