اِذْ اَنْتُمْ بِالْعُدْوَةِ الدُّنْيَا وَهُمْ بِالْعُدْوَةِ الْقُصْوٰى وَالرَّكْبُ اَسْفَلَ مِنْكُمْۜ وَلَوْ تَوَاعَدْتُمْ لَاخْتَلَفْتُمْ فِي الْم۪يعَادِۙ وَلٰكِنْ لِيَقْضِيَ اللّٰهُ اَمْراً كَانَ مَفْعُولاًۙ لِيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ عَنْ بَيِّنَةٍ وَيَحْيٰى مَنْ حَيَّ عَنْ بَيِّنَةٍۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَسَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِذْ | o vakit |
|
2 | أَنْتُمْ | siz |
|
3 | بِالْعُدْوَةِ | vadinin |
|
4 | الدُّنْيَا | yakın kenarında idiniz |
|
5 | وَهُمْ | ve onlar da |
|
6 | بِالْعُدْوَةِ | vadinin |
|
7 | الْقُصْوَىٰ | uzak kenarında idiler |
|
8 | وَالرَّكْبُ | ve kervan da |
|
9 | أَسْفَلَ | daha aşağıda idi |
|
10 | مِنْكُمْ | sizden |
|
11 | وَلَوْ | ve eğer |
|
12 | تَوَاعَدْتُمْ | sözleşmiş olsaydınız dahi |
|
13 | لَاخْتَلَفْتُمْ | buluşamazdınız |
|
14 | فِي |
|
|
15 | الْمِيعَادِ | sözleştiğiniz vakitte |
|
16 | وَلَٰكِنْ | fakat bu |
|
17 | لِيَقْضِيَ | yerine getirmesi içindir |
|
18 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
19 | أَمْرًا | bir işi |
|
20 | كَانَ |
|
|
21 | مَفْعُولًا | yapılması gereken |
|
22 | لِيَهْلِكَ | helak olsun diye |
|
23 | مَنْ | kimse |
|
24 | هَلَكَ | helak olan |
|
25 | عَنْ |
|
|
26 | بَيِّنَةٍ | açık delille |
|
27 | وَيَحْيَىٰ | ve yaşasın diye |
|
28 | مَنْ | kimse (de) |
|
29 | حَيَّ | yaşayan |
|
30 | عَنْ |
|
|
31 | بَيِّنَةٍ | açık delille |
|
32 | وَإِنَّ | çünkü |
|
33 | اللَّهَ | Allah |
|
34 | لَسَمِيعٌ | işitendir |
|
35 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
Ebû Süfyân, müslümanların kervanı vurmak üzere yola çıktıklarını haber alınca Bedir’den geçerek Mekke’ye ulaşan yolu terketmiş, râkımı daha düşük olan sahil yoluna kaymıştı. Müslümanların mevzilendikleri yer iki cihetten sakıncalı idi: a) Deniz tarafında korumalarıyla birlikte düşman kervanı, karşı tarafta ise Ebû Cehil kumandasındaki düşman askerleri vardı; buna göre İslâm askerleri iki düşman gücü arasında kalmış oluyorlardı. b) Mekkeliler’in daha önce gelerek mevzilendikleri, Medine’ye daha uzak bulunan yer hareket için daha uygun, kumsuz ve sağlam zeminli bir mekân olduğu halde, müslümanların mecburen mevzilendikleri yer kumlu idi, hareket kabiliyetini zorlaştırıyordu. Allah Teâlâ’nın bu savaşta müslümanlara olağan üstü yardımları cümlesinden olarak kumu pekiştiren, ihtiyaç duyulan suyu çoğaltan yağmur yağdı; bu yağmur karşı tarafın mevzilendiği mekânda çamur yaptığı için onların hareketleri zorlaştı. Bir diğer ilâhî lutuf olarak düşmanlar, müslümanları araya aldıklarının farkında olamadılar ve bir kıskaç harekâtına teşebbüs edemediler.
Mevzilere geliş zamanı ve yerleşmeleri konusunda önceden yapılabilecek hesaplar tutmamış, olanlar düşünülebileceklerden daha hayırlı olarak tecelli etmişti; çünkü Allah, müslümanların bu savaşta galip gelmesini murat ediyordu, O’nun istediği olacaktı. Bunlara kendi aralarında veya karşı taraf ile müzakere yoluyla karar vermeye kalkışsalardı elbette her kafadan bir ses çıkacak ve belki de karar, müslüman tarafın zafer şansı bakımından isabetli olmayacaktı. Bu savaşta Allah’ın yardımı ve desteği çok açıktı, bu açıklık kimin doğru yolda olduğuna, Allah’ın rızâsına uygun davrandığına, kimin de yanlış yolda, Allah’ın rızâsına karşı yürüdüğüne güçlü bir delil teşkil ediyordu. Bunca açık delili gördükten sonra hâlâ gafletten uyanmayan, yanlış yoldan dönmeyen kimseler için mazeret kalmamıştı; hak yolda savaşan ve ölen bunu biliyordu, bâtıl bir dava uğruna savaşan ve ölen de bunu biliyordu, bilmeleri gerekiyordu ve Allah yaptıklarını bunun için yapmıştı.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 693
اِذْ اَنْتُمْ بِالْعُدْوَةِ الدُّنْيَا وَهُمْ بِالْعُدْوَةِ الْقُصْوٰى وَالرَّكْبُ اَسْفَلَ مِنْكُمْۜ
اِذْ zaman zarfı, mahzuf olan اذكروا (zikredin) fiiline müteallıktır. اَنْتُمْ بِالْعُدْوَةِ ile başlayan isim cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükun üzere mebnidir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. بِالْعُدْوَةِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
الدُّنْيَا kelimesi الْعُدْوَةِ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. بِالْعُدْوَةِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
الْقُصْوٰى kelimesi الْعُدْوَةِ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. الرَّكْبُ mübteda olup lafzen merfûdur. اَسْفَلَ mekân zarfı, mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. اَسْفَلَ kelimesi ism-i tafdil kalıbındadır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazfedilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْكُمْ car mecruru اَسْفَلَ ‘ye müteallıktır.
وَلَوْ تَوَاعَدْتُمْ لَاخْتَلَفْتُمْ فِي الْم۪يعَادِۙ
وَ istînâfiyyedir. لَوْ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
تَوَاعَدْتُمْ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. اخْتَلَفْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
فِي الْم۪يعَادِ car mecruru اخْتَلَفْتُمْ fiiline müteallıktır.
تَوَاعَدْتُمْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفاعَلَ babındadır. Sülâsîsi وعد ’dir.
Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezahür (görünmek ve zorlanmak), tedrîc (bir işin aşamalı olarak ,aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerred mana (türemiş olduğu mücerred fiille aynı manada kullanılması) anlamları katar.
اخْتَلَفْتُمْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındandır. Sülâsîsi خلف ’dir.
İftial babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
وَلٰكِنْ لِيَقْضِيَ اللّٰهُ اَمْراً كَانَ مَفْعُولاًۙ
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir.
لِ harfi, يَقْضِيَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri, جمعكم (Sizi topladı.) şeklindedir.
يَقْضِيَ mansub muzari fiilidir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
اَمْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
كَانَ مَفْعُولاً cümlesi اَمْراً ‘in sıfatı olarak mahallen mansubtur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. مَفْعُولاً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.
مَفْعُولاً kelimesi sülâsî mücerred olan فعل fiilinin ism-i mef’ûludur.
لِيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ عَنْ بَيِّنَةٍ وَيَحْيٰى مَنْ حَيَّ عَنْ بَيِّنَةٍۜ
لِ harfi, يَهْلِكَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte مَفْعُولاً ‘e müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası هَلَكَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
هَلَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
عَنْ بَيِّنَةٍ car mecruru هَلَكَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. يَحْيٰى elif üzere mukadder fetha ile mansub muzari fiildir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası حَيَّ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
حَيَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
عَنْ بَيِّنَةٍ car mecruru هَلَكَ fiiline müteallıktır.
وَاِنَّ اللّٰهَ لَسَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
سَمِیعٌ haber olup lafzen merfûdur. عَلِیمࣱ ise ikinci haberdir.
سَم۪يعٌ - عَل۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذْ اَنْتُمْ بِالْعُدْوَةِ الدُّنْيَا وَهُمْ بِالْعُدْوَةِ الْقُصْوٰى وَالرَّكْبُ اَسْفَلَ مِنْكُمْۜ
İstînâfiyye olan cümlede fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. اِذْ , önceki ayetteki يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِۜ ‘den bedeldir. Zaman zarfı اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan اَنْتُمْ بِالْعُدْوَةِ الدُّنْيَا cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. بِالْعُدْوَةِ mahzuf habere müteallıktır. Sübut ifade eden bu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الدُّنْيَا ve الْقُصْوٰى kelimeleri, بِالْعُدْوَةِ için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb sanatıdır.
Aynı üslupla gelen وَهُمْ بِالْعُدْوَةِ الْقُصْوٰى cümlesi ve وَالرَّكْبُ اَسْفَلَ مِنْكُمْۜ cümlesi, muzâfun ileyhe matuftur.
اَنْتُمْ بِالْعُدْوَةِ الدُّنْيَا cümlesiyle هُمْ بِالْعُدْوَةِ الْقُصْوٰى cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
الدُّنْيَا - الْقُصْوٰى kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
Ayet-i kerimede الْعُدْوَةِ الدُّنْيَا kelimesiyle, (vadinin) Medine'ye doğru olan tarafı; الْقُصْوٰى ile de Mekke'ye doğru olan tarafı kastedilmiştir. Su ise, müşriklerin konakladıkları tarafta bulunuyordu. İşte bu yüzden de onlar, daha ziyade kendilerinin galip geleceğini umuyorlardı. "Müşriklerin korumak için çıkmış oldukları kervan (rekb) ise, sizden daha uzakta, deniz sahiline yakın bir yerde idi. yani, "Siz ve Mekkeliler, savaşmak için muayyen bir yerde buluşmak üzere anlaşmış olsaydınız, sizin azlığınız, onların da çokluğu sebebiyle mutlaka birbirinize muhalefet eder, anlaşamazdınız." yani, "Allah olması gereken ve fiilen yapılması, varlık sahasına çıkması gereken bir işi ifa için sizi sabit kadem kıldı ve size yardım etti " demektir. (Fahreddin er-Râzî)
وَلَوْ تَوَاعَدْتُمْ لَاخْتَلَفْتُمْ فِي الْم۪يعَادِۙ
وَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تَوَاعَدْتُمْ şart fiilidir. Rabıta harfiyle gelen, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan لَاخْتَلَفْتُمْ فِي الْم۪يعَادِۙ cümlesi, cevaptır.
Şart için mazi fiil kullanılışı, oluşa ve oluşun devamının istikrarına işaret eder. (Vakafat, S. 114)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88.)
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Vakafat, S.107)
تَوَاعَدْتُمْ - اخْتَلَفْتُمْ kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.
تَوَاعَدْتُمْ cümlesiyle, لَاخْتَلَفْتُمْ فِي الْم۪يعَادِۙ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
وَلٰكِنْ لِيَقْضِيَ اللّٰهُ اَمْراً كَانَ مَفْعُولاًۙ لِيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ عَنْ بَيِّنَةٍ وَيَحْيٰى مَنْ حَيَّ عَنْ بَيِّنَةٍۜ
وَ , atıf لٰكِنْ istidrak harfidir.
İstidrak sözlükte;” telafi etmek, düzeltme, doğrulama, karşılama” anlamlarına gelir. Terim olarak istidrak, önceki kelamdan kaynaklanan tevehhümü, istisnaya benzer bir şeyle –ki bu, lakin demektir– ortadan kaldırmaktır. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
Sebep bildiren harf-i cer لِ ‘nin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı لِيَقْضِيَ اللّٰهُ اَمْراً cümlesi , mecrur mahalde takdiri جمعكم [Sizi topladı] olan mahzuf fiile müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَمْراً için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
اَمْراً ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder. (Âşûr)
Sebep bildiren harf-i cer لِ ‘nin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı …لِيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ cümlesi , mecrur mahalde مَفْعُولاًۙ ‘e müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِيَهْلِكَ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası هَلَكَ عَنْ بَيِّنَةٍ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
لِيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ cümlesine tezat sebebiyle atfedilen وَيَحْيٰى مَنْ حَيَّ عَنْ بَيِّنَةٍۜ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَحْيٰى fiilinin mefulü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası حَيَّ عَنْ بَيِّنَةٍۜ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
لِيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ عَنْ بَيِّنَةٍ cümlesi ile وَيَحْيٰى مَنْ حَيَّ عَنْ بَيِّنَةٍۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
هَلَكَ - يَحْيٰى arasında tıbâk-ı îcab vardır.
تَوَاعَدْتُمْ - الْم۪يعَادِۙ ; لِيَهْلِكَ - هَلَكَ ; يَحْيٰى - حَيَّ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
عَنْ- بَيِّنَةٍ - مَنْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Ayette yer alan هَلَكَ kelimesi küfür, حَيَّ ise İslam kelimesi yerine müstear olarak kullanılmıştır. Müstearun leh (müşebbeh) olan küfür ve İslam kelimeleri hazfedilerek onların yerine müstearun minh (müşebbehün bih) olan helak ve hayat lafızları ibarede açıkça zikredilmiştir. Bu sayede istiare-i tasrihiyye sanatı meydana gelmiştir. Bu hususu müfessirimiz şu şekilde açıklar: Burada helak ve hayat lafızları istiare yoluyla küfür ve İslam kelimeleri için kullanılmıştır. Helak olandan ve yaşayandan maksat helake ve hayata yaklaşan demektir, ya da hali Allah’ın ilim ve takdirinde böyle olan demektir. (Beyzâvî, III, 111.)
Şüphesiz İslam ordusu işin başında, sayılarının azlığı ve hazırlıksız olmaları sebebiyle son derece endişeli ve zayıf olup, sudan uzak bir yere konaklamışlardı. Konakladıkları yer de kumlu ve çöl olup, ayakları batıyordu. Kâfirlere gelince, sayıca çok olmaları ve teçhizatlarının da (bolca) mevcut olması sebebiyle son derece kuvvetli idiler. Üstelik onlar, suya yakın olan bir yerde konaklamışlardı ve konakladıkları o yer de aynı zamanda yürümeye elverişli idi. Kervanı da arkalarına almışlardı. Kervandan kendilerine gelecek desteği ve yardımı da an be an gözetliyorlardı. Daha sonra Cenab-ı Hak durumu değiştirdi, ortaya çıkacak olan hükmü tersine çevirerek, Müslümanlara galibiyeti; kâfirlere de mağlubiyeti verdi. Böylece bu, Hazret-i Muhammed (sav)'in Rabbinden yana haber verdiği yardım, fetih ve muzafferiyet hususunda kendisinin doğruluğuna delalet eden en büyük mucizelerden ve en güçlü delillerden oldu. Böylece, Cenab-ı Hakk'ın "Ta ki helak olan kişi apaçık bir delilden ötürü helak olsun..." buyruğu, işte bu manaya işaret olmuş olur. Bu, "Helak olanlar, ancak bu mucizeyi görüp müşahade ettikten sonra helak oldular. Hayatta kalan müminler de bu kesin mucizeyi müşahede ettikten sonra hayatta kaldılar " demektir. Ayette geçen بَيِّنَةٍ ile, işte bu mucize kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
وَاِنَّ اللّٰهَ لَسَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ
Ayetin son cümlesinde وَ istînâfiyyedir. Fasıl nedeni şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümlesidir. Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
إِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Tekid lamı diye de isimlendirilen bu edatın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince, cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve südut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla, Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. Müsnedün ileyhin tüm esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlle marife olması tazim, telezzüz, teberrük ve ikaz içindir.
Allah'ın سَمِیعٌ ve عَلِیمࣱ sıfatlarının tenvinli olarak gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında و olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
Bu cümlede; ‘Allah muhakkak ki işitir, bilir’ cümlesiyle ‘gereken karşılığı verir’ anlamı kastedilmiştir. Dolayısıyla lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
سَمِیعٌ - عَل۪يمٌۙ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
[Muhakkak ki Allah herşeyi işiten Semî'dir herşeyi bilen Alîm’dir] buyrukları şanı yüce Allah'a ait iki sıfattır. Bu iki sıfata sahip olmakla birlikte vasiyet edenlerin yapacakları herhangi bir zulüm ve haksızlık yapanların herhangi bir değişikliği O'na gizli kalmaz. (Kurtubî)
Burada Allah Teâlâ’nın bu iki sıfatının zikredilmesi, bu iki sıfatın her hali, sözleri de inancı da kapsaması sebebiyledir.