Enfâl Sûresi 45. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا لَق۪يتُمْ فِئَةً فَاثْبُتُوا وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ  ...

Ey iman edenler! (Savaş için) bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 إِذَا zaman
5 لَقِيتُمْ karşılaştığınız ل ق ي
6 فِئَةً bir toplulukla ف ا ي
7 فَاثْبُتُوا sebat edin ث ب ت
8 وَاذْكُرُوا ve anın ذ ك ر
9 اللَّهَ Allah’ı
10 كَثِيرًا çok ك ث ر
11 لَعَلَّكُمْ belki
12 تُفْلِحُونَ başarıya erişirsiniz ف ل ح
 

Bedir’de Allah’ın olağan dışı yardımlarıyla zafer kazanılmıştı; çünkü bu ilk savaşta müslümanların yenilmesi, İslâm’ın da tarih sahnesinden silinmesi demekti. Müminlerin başarı ve zaferleri böyle mûcize yardımlarla sürüp gidemezdi. İlâhî kural ve kanunlara (âdetullah); yani başarının objektif, herkes için geçerli yol ve yöntemine göre hareket etmeleri gerekiyordu. Başarının altın kuralları, bütün müminlere hitap eden bu âyetle ileride gelecek olan 60. âyette şöyle sıralanmaktadır: Harekette sebat ve istikrar, Allah’ı devamlı anmak ve asla unutmamak, Allah ve resulüne itaat, birlik ve beraberliği korumak, düşmana karşı caydırıcı güç edinmek, başarının gerektirdiği kadar hazırlıklı ve sabırlı olmak. 

 
Riyazus Salihin, 1327 Nolu Hadis
Abdullah İbni Ebû Evfâ radıyallahu anhümâ’ dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  düşmanla karşılaştığı günlerden birinde güneş batıya meyledinceye kadar bekledi. Sonra ashâbın arasında ayağa kalktı ve:
“Ey müslümanlar! Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz; Allah’tan afiyet dileyiniz. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabrediniz. Biliniz ki cennet kılıçların gölgesi altındadır” buyurdu. Resûl-i Ekrem sonra sözüne devamla şöyle dua etti:
“Ey Kur’an’ı indiren, bulutları gökyüzünde gezdiren ve düşman saflarını darmadağın eden Allah’ım! Şu düşmanları perişan et ve bizi onlara karşı muzaffer kıl.”
(Buhârî, Cihâd 112; Müslim, Cihâd 20. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 89)
 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا لَق۪يتُمْ فِئَةً فَاثْبُتُوا وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ

 

  

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ , münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  الَّذ۪ينَ  münadadan sıfat veya bedeldir.  İsm-i mevsûlun sılası  ءَامَنُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

لَق۪يتُمُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَق۪يتُمُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

فِئَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اثْبُتُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  اذْكُرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  كَث۪يراً  mef’ûlu mutlaktan naibtir.

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

كُمْ  muttasıl zamiri,  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  تُفْلِحُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

تُفْلِحُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

تُفْلِحُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  فلح ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا لَق۪يتُمْ فِئَةً فَاثْبُتُوا وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً 

 

  

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Mevsûlün sılası  اٰمَنُٓوا , müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. (Ebüssuûd)

Bazı salihler Allah Teâlâ’nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  [Ey iman edenler]  sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi  لبيك وسعديك “Emret Allah’ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü't Tefasir)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا  ifadesi geçtiği zaman şunları düşüneceğiz: (sonu amenu yerine keferu gibi değişik şekillerde de gelebilir)

يَٓا : uzaktakine hitap eden nida harfidir. Ama Allah bize çok yakındır. Yani bu mecazî bir kullanımdır. Amaç bizim dikkatimizi çekmektir. Çünkü biz uzaktaki bir kişiye dikkatini çekmek için nida ediyoruz. Dolayısıyla Allah bize yakın olmasına rağmen, bizim O’ndan uzak olmamız ve O’nu düşünmememiz nedeniyle böyle nida ediyor. Hem dikkatimizi çeker, hem de arkadan gelecek olan şeylerin Allah katında bir değeri olduğuna işaret eder.

Sonra  اَيُّ  gelmiştir. Bu da nida harfidir. Elif-lamlı kelime ile nida harfini birbirine bağlayan bir kelimedir. Müphem bir harftir, arkadan gelen kelime ile açıklanır. Buna ibhamdan sonra beyan denir. Dikkati arttırır, arkadan emir mi, nehiy mi yoksa bir hüküm mü gelecek , onu dinlemeye hazırlar.

Sonra da  هَا  gelir. O da tenbih (uyarı) harfidir. Yani bu hitapta üç tane tenbih (dikkat çekme) harfi vardır. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, S. 43)

Nidanın cevabı şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzâfun ileyh konumunda şart cümlesi olan  لَق۪يتُمْ فِئَةً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَاثْبُتُوا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Aynı üslupla gelerek şartın cevabına atfedilen  وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يرا  cümlesinde  كَث۪يرا  mef’ûlü mutlaktan naibdir.

Allah Teâlâ, Bedir günü peygamberine ve müminlere verdiği çeşitli nimetlerini hatırlatınca, onlara, iki ordu karşı karşıya geldiği zaman riayet edecekleri şu iki çeşit edebi de öğretmiştir:

Birincisi, sebat. Bu, insanın kendisini düşmanla karşı karşıya gelme hususunda sağlamlaştırması ve kendi kendine düşmandan kaçmayı telkin etmemesidir.

İkincisi, Allah'ı çokça anmalarıdır. (Fahreddin er-Râzî)

Bu ilâhî kelamın açık anlamı şudur: Hiçbir şey, kulu Allah Teâlâ'nın zikrinden alıkoymamak; Zorluk sırasında kul, bütün varlığı ile O'na yönelmeli; Kul, her halükârda Allah Teâlâ'nın lütfunun kendisiyle beraber olduğuna güvenmek. (Ebüssuûd)

Bu ayette, ‘felaha ermeniz’ manasındaki  تُفْلِحُونَۚ  fiiliyle  لَعَلَّكُمْ  ifadesi olmasa da cümle tamamdır. Burada bu kısım talep edilen işlerin yapılmasına sebep olarak zikredilmiştir.

Savaşlarda belki de bu ayet dolayısıyla “Allahuekber” tesbihi çoğaltılır.

 

لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ

 

  

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir yani ‘ümitvar olma’ manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub;  لَعَلَّ  kelimesi ‘için’ manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)