مَا كَانَ لِاَهْلِ الْمَد۪ينَةِ وَمَنْ حَوْلَهُمْ مِنَ الْاَعْرَابِ اَنْ يَتَخَلَّفُوا عَنْ رَسُولِ اللّٰهِ وَلَا يَرْغَبُوا بِاَنْفُسِهِمْ عَنْ نَفْسِه۪ۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ لَا يُص۪يبُهُمْ ظَمَاٌ وَلَا نَصَبٌ وَلَا مَخْمَصَةٌ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا يَطَؤُ۫نَ مَوْطِئاً يَغ۪يظُ الْكُفَّارَ وَلَا يَنَالُونَ مِنْ عَدُوٍّ نَيْلاً اِلَّا كُتِبَ لَهُمْ بِه۪ عَمَلٌ صَالِحٌۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَا |
|
|
2 | كَانَ | onlara yakışmaz |
|
3 | لِأَهْلِ | halkının |
|
4 | الْمَدِينَةِ | Medine |
|
5 | وَمَنْ | ve kimselerin |
|
6 | حَوْلَهُمْ | onların çevresinden |
|
7 | مِنَ | -dan |
|
8 | الْأَعْرَابِ | bedevi Araplar- |
|
9 | أَنْ |
|
|
10 | يَتَخَلَّفُوا | geri kalmaları |
|
11 | عَنْ | -nden |
|
12 | رَسُولِ | Elçisi- |
|
13 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
14 | وَلَا | ve |
|
15 | يَرْغَبُوا | kaygısına düşmeleri |
|
16 | بِأَنْفُسِهِمْ | kendi canlarının |
|
17 | عَنْ |
|
|
18 | نَفْسِهِ | onun canından önce |
|
19 | ذَٰلِكَ | böyledir |
|
20 | بِأَنَّهُمْ | çünkü |
|
21 | لَا | yoktur ki |
|
22 | يُصِيبُهُمْ | onların çekmeleri |
|
23 | ظَمَأٌ | bir susuzluk |
|
24 | وَلَا | ve yoktur ki |
|
25 | نَصَبٌ | bir yorgunluk |
|
26 | وَلَا | ve yoktur ki |
|
27 | مَخْمَصَةٌ | bir açlık |
|
28 | فِي |
|
|
29 | سَبِيلِ | yolunda |
|
30 | اللَّهِ | Allah |
|
31 | وَلَا | ve yoktur ki |
|
32 | يَطَئُونَ | ayak basmaları |
|
33 | مَوْطِئًا | bir yere |
|
34 | يَغِيظُ | öfkelendirecek |
|
35 | الْكُفَّارَ | kâfirleri |
|
36 | وَلَا | ve yoktur ki |
|
37 | يَنَالُونَ | sağlamaları |
|
38 | مِنْ |
|
|
39 | عَدُوٍّ | düşman karşısında |
|
40 | نَيْلًا | bir başarı |
|
41 | إِلَّا | mutlaka |
|
42 | كُتِبَ | yazıl(masın) |
|
43 | لَهُمْ | kendileri için |
|
44 | بِهِ | onunla |
|
45 | عَمَلٌ | bir amel |
|
46 | صَالِحٌ | salih |
|
47 | إِنَّ | şüphesiz |
|
48 | اللَّهَ | Allah |
|
49 | لَا | zayi etmez |
|
50 | يُضِيعُ | ecirlerini |
|
51 | أَجْرَ | iyilik edenlerin |
|
52 | الْمُحْسِنِينَ | harcamaları |
|
Esasen Medine halkı ve yakın çevresindeki bedevîlerden Resûlullah’ın çağrısına uyup ona katılmaktan kaçınanların sayısının fazla olmadığı dikkate alınırsa, burada, anılan bu kesimden “hiç kimseye” böyle davranmanın yaraşmayacağını belirtmenin amaçlandığı söylenebilir. Yani âyet vâkıayı tesbitten ziyade muhtemel bir gevşekliği önlemeyi hedeflemektedir. Örnek nesle örnek davranışların yakışacağı, vahyin kaynağına böylesine yakın muhatapların Hz. Peygamber’e itaatte daha bir duyarlı olmaları gerektiği ve bunun ecrinin de çok büyük olacağı temasını taşıyan bu âyetlerden, diğer müminlerin sorumluluklarının daha az olduğu ve samimi biçimde ortaya koyacakları fedakârlıkların daha az sevap kazandıracağı mânası çıkarılmamalıdır. Öte yandan, Peygamber şehri ne özel atıfta bulunulması İslâmiyet’in daha çok orada şekillenmesi ve Hz. Peygamber’in yolunu izlemenin önemiyle ilgili olup, buradaki mesaj bütün çağları ve bütün mümin topluluklarını kuşatacak mahiyette genel ve süreklidir (Derveze, XII, 338; Esed, I, 386). 120. âyetin “çünkü” diye başlayan kısmından itibaren 121. âyetin sonuna kadarki ifade akışı da bunu destekler niteliktedir. Şu halde bu âyetlerden, –diğer kimselerin görevlerinde bir eksiltme anlamı çıkarılmaksızın– bir görevin, özellikle dinî bir vazifenin ifasında konuya ilişkin bilgi ve yakınlığı daha fazla olanların daha bir sorumluluk bilinciyle davranmaları gerektiği; bu bilinç içinde, samimi ve özverili olarak ortaya konan her davranışın Allah katında değer bulacağı ve asla boşa gitmeyeceği sonucu çıkarılabilir.
120. âyetin “düşmana karşı bir başarı elde etseler” şeklinde tercüme edilen kısmı, düşmanın öldürülmesi, esir edilmesi, savaş malzemelerinin ele geçirilmesi, hezimete uğratılması gibi mânalarla açıklanmıştır (Şevkânî, II, 472).
“Bir yol katettiklerinde” diye çevrilen 121. âyetteki ifadenin lafzî karşılığı “bir vadiyi katettiklerinde” şeklindedir. Sözlükte “akarsu yatağı” anlamına gelen vâdî kelimesinin Araplar’ca daha çok “yeryüzü, arazi” anlamında kullanıldığı (Zemahşerî, II, 177) ve “kataa” fiiliyle kullanıldığı zaman “yol tepmek, yola devam etmek” mânalarının kastedildiği dikkate alınarak Muhammed Esed’in çevirisi (I, 385, 386) bizce de tercihe şayan bulunmuştur.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 72-73
مَا كَانَ لِاَهْلِ الْمَد۪ينَةِ وَمَنْ حَوْلَهُمْ مِنَ الْاَعْرَابِ اَنْ يَتَخَلَّفُوا عَنْ رَسُولِ اللّٰهِ وَلَا يَرْغَبُوا بِاَنْفُسِهِمْ عَنْ نَفْسِه۪ۜ
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
لِاَهْلِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. الْمَد۪ينَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, atıf harfi وَ ‘la لِاَهْلِ ’ye matuf olup mahallen mecrurdur. Mekân zarfı حَوْلَهُمْ, mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنَ الْاَعْرَابِ car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf haline müteallıktır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, كَانَ ’nin muahhar ismi olup mahallen merfûdur.
يَتَخَلَّفُوا fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنْ رَسُولِ car mecruru يَتَخَلَّفُوا fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يَرْغَبُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاَنْفُسِهِمْ car mecruru يَرْغَبُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِاَنْفُسِهِمْ sözündeki بِ harf-i ceri mülâbese içindir. Hal konumundadır. (Âşûr)
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَنْ نَفْسِه۪ car mecruru يَرْغَبُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَتَخَلَّفُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi خَلَفَ ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ لَا يُص۪يبُهُمْ ظَمَاٌ وَلَا نَصَبٌ وَلَا مَخْمَصَةٌ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olup mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup بِ harf-i ceriyle birlikte ذَ ٰلِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. بِ harf-i ceri, sebebiyyedir. (Âşûr)
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هُمْ muttasıl zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. لَا يُص۪يبُهُمْ fiili أَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُص۪يبُهُمْ merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
ظَمَاٌ fail olup lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
نَصَبٌ kelimesi atıf harfi وَ ’la ظَمَاٌ ’e matuftur. مَخْمَصَةٌ kelimesi atıf harfi وَ’la ظَمَاٌ ’e matuftur.
ف۪ي سَب۪يلِ car mecruru مَخْمَصَةٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrudur.
وَلَا يَطَؤُ۫نَ مَوْطِئاً يَغ۪يظُ الْكُفَّارَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَطَؤُ۫نَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَوْطِئاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
يَغ۪يظُ fiili, مَوْطِئاً ’in sıfatı olarak mahallen mansubtur. يَغ۪يظُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
الْكُفَّارَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا يَنَالُونَ مِنْ عَدُوٍّ نَيْلاً اِلَّا كُتِبَ لَهُمْ بِه۪ عَمَلٌ صَالِحٌۜ
Cümle atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَنَالُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ عَدُوٍّ car mecruru يَنَالُونَ fiiline müteallıktır. نَيْلاً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir.Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلَّا hasr edatıdır. كُتِبَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. لَهُمْ car mecruru كُتِبَ fiiline müteallıktır.
بِه۪ car mecruru كُتِبَ fiiline müteallıktır. بِ harf-i ceri, sebebiyyedir.
عَمَلٌ naib-i fail olup lafzen merfûdur. صَالِحٌ kelimesi عَمَلٌ’un sıfatıdır.
صَالِحٌ kelimesi sülâsî mücerred olan صلح fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur.
لَا يُض۪يعُ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُض۪يعُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
اَجْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْمُحْسِن۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُحْسِن۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُض۪يعُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi ضيع ’dir. İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.مَا كَانَ لِاَهْلِ الْمَد۪ينَةِ وَمَنْ حَوْلَهُمْ مِنَ الْاَعْرَابِ اَنْ يَتَخَلَّفُوا عَنْ رَسُولِ اللّٰهِ وَلَا يَرْغَبُوا بِاَنْفُسِهِمْ عَنْ نَفْسِه۪ۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
كَانُ ’nin dahil olduğu menfi isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. كَانَ ,لِاَهْلِ الْمَد۪ينَةِ’nin, mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. اَنْ ve akabindeki يَتَخَلَّفُوا عَنْ رَسُولِ اللّٰهِ cümlesi, masdar teviliyle كَانَ ’nin muahhar ismidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Menfi muzari fiil sıygasında gelen وَلَا يَرْغَبُوا بِاَنْفُسِهِمْ عَنْ نَفْسِه۪ cümlesi, masdar-ı müevvele hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
مَا كَانُ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)
Cümlenin aklen mümkün olmayan durumlarda kullanılan مَا كَانَ ile gelmesi, bu halin müminlerden kesinlikle sadır olmaması gerektiğine işaret etmiştir.
لَا يَرْغَبُو ’nun nasbı da cezmi de caizdir, (bu) مَا كَانَ ’nin ifade ettiği savaştan geri kalma yasağına ya da beraber çıkmanın vacip olduğuna işarettir. (Beyzâvî)
لِاَهْلِ الْمَد۪ينَةِ tabiri; Medine halkı; Hazrec ve Evs kabilelerinden oluşan Ensar ile Mekke ve diğer yerlerden oraya gelen muhacirleri ifade eder.
Aslında Medine şehir demektir. Buradaki Medine’den maksat Hz. Peygamberin hicret ettiği Medine şehridir. Nispet ismi Medenî şeklinde olur. Şehir anlamındaki Medinenin nispeti ise Medînî şekline gelir. Bu kentin, yüz tane adının olduğunu söyleyenler vardır. Onlardan birkaçı şunlardır: Dar'ul-Ehyâr, Dabiru’l Ebrâr, Daru's Sünne, Daru's Selame, Daru'l Feth, Bârra, Tayyibe, Tâbe, Taybe... Buraya bu son üç kelimenin isim olarak verilmesinin sebebi, oradaki hayatın hoş ve güzel oluşu, oradaki ıtırdaki güzel kokunun diğerlerinde bulunmayışından dolayıdır. Ayrıca Medine kentinde, Acve denen bir cins hurma vardır. Bu meyveden başka yerde bulunmaz. Bu meyve, zehirlenmelere şifadır. (Ruhu’l Beyan)
بنَفْسِه۪ değil de عَنْ نَفْسِه۪ۜ denmesinde latif bir anlam farkı vardır. بِ harfi birliktelik içindir. Bırakmadan ilişki kurmak, eşlik etmek manası taşır. عَنْ ise bırakmak, terketmek anlamları için kullanılır.
Medine halkından ve bedevilerden bir kısmının geri kalma fiilinde birleştirilmeleri cem’ sanatıdır.
وَلَا يَرْغَبُوا بِاَنْفُسِهِمْ عَنْ نَفْسِه۪ ifadesinde istiare vardır. Bununla kastedilen anlam şudur: “Onların Peygamberin uğruna canını ortaya koyduğu davayı bir kenara bırakarak kendi canlarını düşünmeleri, onun canının tehlikede olduğu yerlerde, kendisine uyup izini takip etmek gerekirken kendi canlarını korumakla meşgul olmaları onlara yakışmaz.’’ (Ayetin) zahiri, bu kimselerin Peygamberin (s.a.) canından önce kendi canlarını düşündüklerini gösteriyor. Onun için anlatılmak istenen, Hz. Peygamberin canının tehlikede olduğu yerlerde onu bir kenara bırakıp kendi canlarını düşünmelerinin onlara yakışmayacağıdır. (Şerîf er- Radî)
… مَا كَانَ لِاَهْلِ الْمَد۪ينَةِ ayetinin tefsirinde Beyzâvî, bu ifadenin nehiy manasına olduğunu, ancak mübalağa ifade etmek için nefy (haber) sıygasıyla geldiğini beyan eder. Ebussuûd ile Âlûsî de onun bu açıklamasından esinlenerek aynı manayı verirken, Zemahşerî’nin Keşşâf’ında bu bilgi yer almamaktadır. (Beyzâvî, III, 178; krş. Zemahşerî, II, 310; Ebussuûd, IV, 111; Âlûsî, XI, 46)
İlk cümlede müminler tehallüften nehyediliyor. Fakat bu nehiy haber suretindedir. Haber suretinde talebî inşâ cümlesidir.
Nefy siyakında gelen cümle, nehiy manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
بِاَنْفُسِهِمْ - عَنْ نَفْسِه۪ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
رَسُولِ kelimesinin Allah lafzına izafesi, onun şeref ve itibarının yüksekliğini gösterir.
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ لَا يُص۪يبُهُمْ ظَمَاٌ وَلَا نَصَبٌ وَلَا مَخْمَصَةٌ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا يَطَؤُ۫نَ مَوْطِئاً يَغ۪يظُ الْكُفَّارَ وَلَا يَنَالُونَ مِنْ عَدُوٍّ نَيْلاً اِلَّا كُتِبَ لَهُمْ بِه۪ عَمَلٌ صَالِحٌۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müsnedün ileyhin, işaret ismiyle marife olması işaret edilene tahkir ifade eder.
ذٰلِكَ ile işaret edilmesi Resulullah’tan geri kalmanın onlar için sabit bir durum haline gelmemesi içindir. (Âşûr)
Cümlenin müsnedinin mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır. Masdar ve tekid harfi اَنَّ’nin dahil olduğu بِاَنَّهُمْ لَا يُص۪يبُهُمْ ظَمَاٌ cümlesi cer mahallinde, masdar teviliyle, اَنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
Faide-i haber inkârî kelam olan masdar-ı müevvel cümlesinde müsnedin, menfi muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gâye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ذٰلِكَ ile önceki cümledeki Resulullah'tan (sav) geri kalmamaya ve kendi nefsini onun nefsinden üstün tutmamaya işaret edilerek konunun önemi vurgulanmış ve tazim ifade edilmiştir.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafeti, lafzâ-i celâle muzâf olması سَب۪يلِ için tazim ve şeref ifade eder.
سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Çünkü cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır.
Aynı üslupta gelen وَلَا يَطَؤُ۫نَ cümlesi, اَنَّ ’nin haberine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. يَغ۪يظُ الْكُفَّارَ cümlesi ise مَوْطِئاً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Yine اَنَّ ’nin haberine matuf olan وَلَا يَنَالُونَ مِنْ عَدُوٍّ نَيْلاً اِلَّا كُتِبَ لَهُمْ بِه۪ عَمَلٌ صَالِحٌۜ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasr ve mef’ûlü mutlakla tekid edilmiştir. Kasr faille hali arasında, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Menfi cümlede zikredilenler, salih amel olarak yazılmaya hasredilmiştir.
Müstesna olan hal cümlesi كُتِبَ لَهُمْ بِه۪ عَمَلٌ صَالِحٌۜ, mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Cümlede ayrıca tekidu’z-zem bima yuşbihu’l-medḥ sanatı vardır.
Burada önünde nefy harfi َ لَا olduğu için istisna اِلَّا harfi geçersizdir. Malum olduğu gibi nefy ve istisna harfleri bir araya geldiğinde, her ikisinin manası da geçersiz olur; birlikte hasr manası taşırlar. Burada mahsur olan mana, olumsuz cümlede zikredilmiş olan her salih amelin yazılmasıdır. Mücahitlerin her salih ameli için Allah'ın ecir yazdığı haber verilmiştir.
Güzel olan şey, geçen fiillerden her birinin َو atıf harfiyle atfedilmesidir. Böylece her biri müstakil olarak zikredilmiştir. Her fiilin başına gelen nefy harfi َ لَا hasra delalet eder. بِه۪ 'deki müfred gaib zamirin tekrarlanması her bir fiilin tahsisine delalet eder. (Halidî, Vakafât, s. 79)
عَمَلٌ ’daki tenvin nev ve tazim ifade eder.
كُتِبَ fiili meçhul bina edilerek faile değil mef’ûle dikkat çekilmiştir.
بِاَنَّهُمْ ’daki بِ harfi sebep bildirir. Yani onların zarara uğramayacaklarının sebebidir.
ظَمَاٌ - نَصَبٌ - مَخْمَصَةٌ kelimelerindeki tenvin umum ve şümula delalet eder. Açlık, susuzluk ve yorgunluğun en az ve en fazla derecesini kaplayarak ifade etmek içindir. Yani onlara isabet eden susuzluğun derecesi binde bir nispetinde bile olsa onun karşılığı verilecektir. Nefy lamının tekrarı; isabet eden üç türlü meşakkatin hepsinin bir arada isabet etme şartını ortadan kaldırmıştır. Bu; onları yüceltmek ve himmetle takviye etmek içindir. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
نَيْلاً masdar ve mef’ûlü mutlaktır. Tenkir umum ve şümul içindir.
Nefy siyakındaki nekre umuma delalet eder. Ayrıca nekre isme dahil olan مِنْ de umuma delalet eder.
Ayetteki bütün fiiller لَا dahil edilmiş nefy siyakındadır.
ذٰلِكَ ’de toplanan beş unsur (açlık, susuzluk, yorgunluk, küffar beldeye ayak basma ve düşmana erişme) sayıldığı için cem' ma’at-taksim sanatı vardır.
يَطَؤُ۫نَ - مَوْطِئاً kelimeleri arasında iştikak cinası vardır. Aynı şekilde يَنَالُونَ - نَيْلاً kelimeleri arasında da bu sanat vardır. (Safvetu't Tefâsîr)
İhsan; Allah’ı görür gibi yaşamaktır.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَۙ
Bu cümle makablinin sebebini bildirir. İyilik yapanlardan murad, yukarıda kendilerinden söz edilenlerdir.
Bu görüşe göre zamir makamında zahir ismin kullanılması (onlar, zamiri yerine, iyilik yapanlar denmesi), onları methetmek, onların da ihsan ehli zümresine dahil olduklarına, amellerinin de ihsan kabilinden olduğuna şehadet etmek ve hükmün kaynağını bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
İsim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ve kasr uslubuyla tekid edilmiştir.
Cümlenin müsnedi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Müsnedün ileyhin, lafza-i celalle marife olması telezüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde muhabbet ve mehabet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.
Bu ayet-i kerimede her ne kadar nazım, hükmü takviye ifade eder şekilde gelmiş olsa da maksadın hükmü takviye olmadığı açıktır. Maksat tahsistir. Yani, Allah’tan başkası göklerde ve yerde olanları bilemez. Bunları bilen sadece Allah Teâlâ’dır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Ayetin son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَۙ ifadesi; yaptıkları bütün fiiller sebebiyle Allah Teâlâ’nın mücahitlere salih amel yazdığı manasını taşır. (İdmâc)
لَا harfi; ayette 7 kere tekrarlanmıştır. Reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
(Allah onların ecrini zayi etmez.) değil, [muhsinlerin ecrini zayi etmez.] denmesi, idmâc yoluyla şehit olmasa da tüm muhsinlerin ecir alacağını gösterir.
Muhsin, çalışıp karşılığında ücret alan biri yerine konulmuştur.