مَا كَانَ لِلْمُشْرِك۪ينَ اَنْ يَعْمُرُوا مَسَاجِدَ اللّٰهِ شَاهِد۪ينَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ بِالْكُفْرِۜ اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۚ وَفِي النَّارِ هُمْ خَالِدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَا | yoktur |
|
2 | كَانَ | yoktur |
|
3 | لِلْمُشْرِكِينَ | müşrikler için |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | يَعْمُرُوا | imar etmeleri |
|
6 | مَسَاجِدَ | mescidlerini |
|
7 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
8 | شَاهِدِينَ | şahitler iken |
|
9 | عَلَىٰ |
|
|
10 | أَنْفُسِهِمْ | kendi nefislerinin |
|
11 | بِالْكُفْرِ | küfrüne |
|
12 | أُولَٰئِكَ | onların |
|
13 | حَبِطَتْ | boşa çıkmıştır |
|
14 | أَعْمَالُهُمْ | yaptıkları işler |
|
15 | وَفِي | ve |
|
16 | النَّارِ | ateşte |
|
17 | هُمْ | onlar |
|
18 | خَالِدُونَ | sürekli kalacaklardır |
|
Bu âyetlerde, sağlam bir inanç üzerine temellendirilmemiş dinî davranışların Allah katında bir değere sahip olmadığı açıklanmaktadır.Bunun iyi anlaşılması için somut bir örneğe yer verilmiş, o günkü muhatap kitlenin yakından bildiği ve dine hizmet konusunda sembol haline gelmiş olan Kâbe ile ilgili bazı görevlere değinilmiştir. Âyetlerin iniş sebebiyle ilgili değişik rivayetler bulunmakla beraber, bunların içerdiği bazı bilgilerle âyetlerin nüzûl zamanı arasında uyumsuzluklar bulunmaktadır. Bu rivayetlerdeki bilgilerden hareketle âyetlerin, müslümanlar arasında çıkan bir tartışmada, hacılara su verme hizmetini üstlenen ve Mescid-i Harâm’ın onarım ve bakımı ile meşgul olan müşriklerin müminler gibi sevap alıp alamayacaklarının konuşulması ve durumun Resûlullah’a sorulması üzerine indiği söylenebilir (Taberî, X, 94-97; İbn Atıyye, III, 16-17; Şevkânî, II, 392-394). Bununla birlikte, âyetlerin ifadesi mutlaktır ve hedefi geneldir; içeriği de, birçok âyette değişik vesilelerle ve farklı üslûplarla ortaya konan iman-amel arasında güçlü bir ilişki bulunduğu fikriyle ve davranışlarda sırf Allah’ın hoşnutluğunu gözetmenin önemli olduğu ilkesiyle örtüşmektedir. Bütün bu anlatımların ortak noktası şudur: Aklî ölçülere ve geleneklere göre ne kadar yararlı ve önemli sayılırsa sayılsın, bir işin Allah katında değer kazanmasının ön koşulu, Allah’a ortak koşmamak ve O’nun hoşnutluğunu kazanma iradesine sahip olmaktır. Câhiliye döneminde Kâbe’nin bakımı ve hacılara yardımcı olmak için oluşmuş hizmet birimleri ve bu hizmetlerin yürütülmesine ilişkin gelenekler vardı. Hz. Peygamber’in dedelerinden Kusay zamanında (İslâm’dan yaklaşık 150 yıl önce) Kureyş’e geçen bu hizmetlerin sorumluluğunu üstlenmek onurlu bir görev sayıldığı gibi bir yandan da ekonomik faydalar sağlıyordu. 19. âyette iki önemli hizmete (sikåye ve imâre) değinilmiş olmakla beraber burada sadece bu iki işin değil, genel olarak Mescid-i Harâm’a ve hacılara verilen hizmetlerin kastedildiği anlaşılmaktadır. Sikåye, hacılara içecek su temin etme görevini, imâre ise Kâbe’nin bakım ve onarılması görevini ifade etmektedir. Bu ikinci görevin süreklilik taşıyan yönü sidâne ve hicâbe şeklinde anılır; Kâbe’nin perdedarlığı, Kâbe anahtarının muhafaza edilmesi demektir. Âyette bu iki görevin (sikåye ve imâre) zikri ile yetinilmesinin sebebi, Resûlullah’ın Mekke’nin fethinden sonra Câhiliye âdetlerinin kaldırıldığını ve sadece sikåye ile sidânenin bırakıldığını bildirmiş olmasıyla izah edilebilir. Âyetlerin iniş sebebini gösteren rivayetlerde –müşrik olduğu halde yaptığı hizmetten ötürü Allah katında sevap kazanıp kazanamayacağı tartışılan kişiler için– söz konusu edilen görevlerin bu iki hizmet olması da muhtemeldir (Derveze, XII, 93-94). Yukarıda belirtilen konuya hazırlık olmak üzere 17-18. âyetlerde, mescidlerin imar edilmesi konusuna ve kendi inkârcılıklarını görüp bildikleri halde putperestlerin Allah’a ibadet yeri olan mescidleri imar edemeyeceklerine değinilmiştir. 17. âyetin “inkârlarına bizzat kendileri tanıklık edip dururlarken” şeklinde çevrilen kısmı, “Resûlullah’ın peygamberliğini açıkça inkâr ettikleri, Kâbe’ye putlar dikip onlara tapındıkları ve Kâbe’yi çıplak olarak tavaf ettikleri halde” gibi mânalarla açıklanmıştır (Râzî, XVI, 8). Burada “imar etme” ile mescidlerin maddî anlamdaki imarının yani inşası, onarımı ve bakımının mı yoksa mânevî yönden ayakta tutulması için gerekli işlerin yapılmasının mı kastedildiği üzerinde durulmuştur. Âyet her iki mânaya açık durmakla beraber, mescidlere gereken ilgiyi gösterme, Resûlullah’ın uygulamaları ışığında caminin fonksiyonlarını belirleyip bunları canlı tutma, özellikle Allah’a kulluk ve İslâm kardeşliğinin pekiştirilmesi amacına dönük faaliyetlerle mescidleri ihya etme anlamı daha güçlü bulunmuştur. Cami inşası faaliyetlerinde nicelik ve nitelik yönlerinden birtakım aşırılıkların bulunduğu bir gerçektir. Fakat bu konu değerlendirilirken basit mukayeseler yapılarak dindar insanların Allah’a kulluk edilen mekânlara ihtimam gösterme duyguları rencide edilmemelidir. Unutulmamalıdır ki, Resûlullah zamanındaki sadelik sadece mescidlere özgü bir özellik değildi. Sosyal ve iktisadî şartların değişmesiyle kişisel yaşantılarında refah düzeyini yükselten, kendi meskenleri ve diğer sosyal faaliyet mekânları için büyük harcamalar yapan müslümanların mâbedlerini eski sadelik ve basitliği içinde korumaları beklenemezdi. Kaldı ki cami ve mescidlerin ibadetin yanı sıra eğitim ve benzeri alanlarla ilgili önemli fonksiyonları da vardı. Öte yandan dikkatten kaçırılmaması gereken bir husus şudur: Estetik düşüncesinin her şeyden önce günlük hayatın en çok ilgili olduğu mekânlara yansıtılmaya çalışılması çok doğaldır ve cami mimarisi müslümanlar için sanatı geliştirme ve sanat ruhunu topluma aşılama açısından çok verimli bir alan oluşturmuştur.Günümüzde bu konunun sağlıklı bir planlamaya kavuşturulamamış ve disipline edilememiş olması ise maalesef bu alandaki faaliyetlerin ehil olmayan ellerde kalmasına, dolayısıyla dine karşı haksız eleştirilerin yöneltilmesine yol açmaktadır.
Kuran Yolu Tefsiri ( Diyanet)
مَا كَانَ لِلْمُشْرِك۪ينَ اَنْ يَعْمُرُوا مَسَاجِدَ اللّٰهِ شَاهِد۪ينَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ بِالْكُفْرِۜ
Fiil cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. لِلْمُشْرِكٖينَ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
مُشْرِكٖينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
يَعْمُرُوا fiili ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَسَاجِدَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
شَاهِدٖينَ kelimesi يَعْمُرُوا’deki failin hali olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
شَاهِدٖينَ kelimesi sülâsî mücerred olan شهد fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ car mecruru شَاهِدٖينَ’ye müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِالْكُفْرِ car mecruru شَاهِدٖينَ’ye müteallıktır.
اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۚ وَفِي النَّارِ هُمْ خَالِدُونَ
İsim cümlesidir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
حَبِطَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. اَعْمَالُ fail olup lafzen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فِي النَّارِ car mecruru خَالِدُونَ’ye müteallıktır.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَالِدُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
خَالِدُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan خلد fiilinin çoğul ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا كَانَ لِلْمُشْرِك۪ينَ اَنْ يَعْمُرُوا مَسَاجِدَ اللّٰهِ شَاهِد۪ينَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ بِالْكُفْرِۜ
Ayet, fasılla gelmiş müstenefedir. Menfi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ,لِلْمُشْرِكٖينَ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
Masdar harfi اَنْ ’i takip eden ref mahallindeki … يَعْمُرُوا مَسَاجِدَ اللّٰهِ cümlesi, müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. اَنْ ve masdar-ı müevvel كَانَ ’nin muahhar ismidir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması teberrük ve haşyet hissettirme kastına matuftur.
Ayrıca ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
يَعْمُرُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
ما كان ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir, 3/79)
Buradaki olumsuzluk manası, [Onlar oraya ancak korkarak girebilirler.] ayetindeki olumsuzluk kabilinden bir cevazla değil fakat vukuun gerçekleşmesiyle ilgilidir. Allah'a ortak koşanlar, Beytullah'ın etrafına putları dikmek ve onlara tapmak suretiyle şirki nasıl yaşadıklarını apaçık gösterirken, Mescid-i Haram'ı imar etmeleri söz konusu olamaz. Onlar, ağızlarıyla, “Biz, kâfiriz!” demeseler bile onların bu davranışları, küfürlerine sarahatle (apaçık) şehadet eder. (Ebüssuûd)
Burada Mescid-i Haram kastedildiği halde çoğul kipi ile مَسَاجِدَ (mescitler) buyurulması Mescid-i Haram'ın, bütün mescidlerin kıblesi ve imamı olmasından dolayıdır. Bu itibarla Mescid-i Haram'ı imar eden, bütün mescidleri imar etmiş sayılır. Yahut Mescid-i Haram'ın cihetlerinden her biri müstakil bir mescit sayılır. Diğer mescitler ise böyle değildir. Çünkü diğer mescitlerde değişik cihetlerde kıble değişmez. (Ebüssuûd)
Bu ayette mescit kelimesini mescitler diye cemi olarak okuyanların birkaç hücceti (delili) bulunmaktadır:
Burada, Mescid-i Haram kastedilerek mescit kelimesi ıtlak edilmiştir. Çünkü o, bütün mescitlerin kıblesi ve önderidir. Dolayısıyla, onu imar eden, bütün mescitleri imar etmiş gibi olur.
Ferrâ şöyle demiştir: “Araplar bazen, çoğul yerine müfred; müfred yerine de çoğul kelime kullanırlar. Cemi yerine müfred kullanmaları, ‘Falanca, dirhemi, parası çok olan bir kimsedir.’ demeleri gibidir. Müfred yerine çoğul kullanmaları da bir kimse hakkında o tek bir hükümdar ile birlikte bulunduğu halde ‘Falanca, krallarla düşüp kalkar.’ demeleri gibidir.”
Mescit, secde edilen bir yerdir. Dolayısıyla Mescid-i Haram'ın her parçası bir mescit (secde edilen yer)dir. (Fahreddin er-Râzî)
İbni Kesir, Ebu Amr ve Yakub مَسْجِدَ اللَّهِ diye tekil olarak okumuşlardır. Bundan maksat Mescid-i Haram’dır. Veya izafetle marife olması cins içindir. Diğerleri ise “مَساجِدَ اللَّهِ ” diye okumuşlardır. (Âşûr)
يَعْمُرُوا ,شَاهِدٖينَ fiilinin failinden haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Onlar, çırılçıplak bir vaziyette Kâbe'yi tavaf ediyorlar ve: “Biz, içinde bulunuyorken Allah'a isyan ettiğimiz elbiselerle Kâbe'yi tavaf edemeyiz.” diyorlardı. Kâbe'yi her tavaf edişlerinde de putlarına secde ediyorlardı. İşte bu, onların, kendilerinin küfür ve şirklerine şahitlik etmeleri demektir. (Fahreddin er-Râzî)
اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۚ وَفِي النَّارِ هُمْ خَالِدُونَ
Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
أُو۟لَـٰۤىِٕكَ müsnedün ileyh, حَبِطَتْ müsneddir. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenleri tahkir ve küfürde çok ileri gittiklerini ifade eder. Müsned, mazi fiille gelerek hudûs, istimrar ve hükmü takviye ifade etmiştir.
اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ cümlesi, onları zemmetmek (yermek) için ism-i işaret getirilerek başlamıştır. Çünkü onlar inkârlarına bizzat kendileri şahitlik etme vasıflarıyla ayırt edilmişlerdir. (Âşûr)
Dilciler حَبْطٌ kelimesinin asıl manasının, “devenin kendisine zarar veren bir şeyi yiyip bundan dolayı karnı şişerek ölmesi” olduğunu söylemişlerdir. Amellerin boşa gitmesi de حَبْطٌ kelimesiyle ifade edilmiştir. Çünkü bu, ifsat edici şeyin kendisine arız olması (ortaya çıkması) sebebiyle bir şeyin bozulmasına benzer. (Fahreddin er-Râzî, Bakara Suresi, 217)
حَبِطَتْ (Boşa gitmek) fiili hakikatte devenin karnını bozuk yiyecekle doldurmasıdır.
Fesat ortak yönüyle kâfirlerin amellerine istiare yoluyla benzetilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân ilmi)
وَفِي النَّارِ هُمْ خَالِدُونَ cümlesi makabline (kendinden öncesine) وَ ’la atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur cümledeki önemine binaen amili olan خَالِدُونَ’ye takdim edilmiştir.
فِي النَّارِ kelimesinin خَالِدُونَ kelimesine takdimi, fasılaya uygun olması ve süratle kâfirlere kötü sonucu bildirmek içindir. (Âşûr)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Yaşadıkları küfürle beraber, Mescid-i Haram'ı imar etmenin ve benzeri hayır işleri yapmanın hiçbir değeri yoktur. Onların amelleri küfürleri sebebiyle boşa gitmiş ve rüzgârda savrulmuş toz olmuştur. (Ebüssuûd)