Tevbe Sûresi 37. Ayet

اِنَّمَا النَّس۪ٓيءُ زِيَادَةٌ فِي الْكُفْرِ يُضَلُّ بِهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُحِلُّونَهُ عَاماً وَيُحَرِّمُونَهُ عَاماً لِيُوَاطِؤُ۫ا عِدَّةَ مَا حَرَّمَ اللّٰهُ فَيُحِلُّوا مَا حَرَّمَ اللّٰهُۜ زُيِّنَ لَهُمْ سُٓوءُ اَعْمَالِهِمْۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ۟  ...

Haram ayları ertelemek, ancak inkârda daha da ileri gitmektir ki bununla inkâr edenler saptırılır. Allah’ın haram kıldığı ayların sayısına uygun getirip böylece Allah’ın haram kıldığını helâl kılmak için haram ayı bir yıl helâl, bir yıl haram sayıyorlar. Onların bu çirkin işleri, kendilerine süslenip güzel gösterildi. Allah, inkârcı toplumu doğru yola iletmez.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّمَا şüphesiz
2 النَّسِيءُ ertelemek ن س ا
3 زِيَادَةٌ daha ileri gitmektir ز ي د
4 فِي
5 الْكُفْرِ küfürde ك ف ر
6 يُضَلُّ saptırılır ض ل ل
7 بِهِ onunla
8 الَّذِينَ kimseler
9 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
10 يُحِلُّونَهُ onu helal sayarlar ح ل ل
11 عَامًا bir yıl ع و م
12 وَيُحَرِّمُونَهُ ve haram sayarlar ح ر م
13 عَامًا bir yıl ع و م
14 لِيُوَاطِئُوا denk gelsin diye و ط ا
15 عِدَّةَ sayısı ع د د
16 مَا
17 حَرَّمَ haram kıldığının ح ر م
18 اللَّهُ Allah’ın
19 فَيُحِلُّوا helal yapsınlar ح ل ل
20 مَا
21 حَرَّمَ haram kıldığını ح ر م
22 اللَّهُ Allah’ın
23 زُيِّنَ süslü gösterildi ز ي ن
24 لَهُمْ kendilerine
25 سُوءُ kötülüğü س و ا
26 أَعْمَالِهِمْ yaptıkları işin ع م ل
27 وَاللَّهُ ve Allah
28 لَا
29 يَهْدِي yol göstermez ه د ي
30 الْقَوْمَ toplumuna ق و م
31 الْكَافِرِينَ kafirler ك ف ر
 
36.Ayetle tefsiri verilmiştir.
 

Hz. İbrâhim ve İsmâil’in şeriatındakine uygun olarak Câhiliye dönemi Arapları da yılın dört ayını kutsal sayarlar, bu inanışa saygının bir işareti olarak savaştan ve her türlü saldırıdan kaçınırlardı. Zilkade, zilhicce, muharrem ve recebden oluşan bu aylar haram aylar (eleşhürü’l-hurum) diye anılırdı. Bununla birlikte bazı kabileler bu dört aya bir dört daha ekleyerek sekiz ayı haram sayarken, diğer bazıları aylar arasında fark gözetmiyordu. Aynı şekilde, belirli kabileler arasında yaşayan hıristiyanlar da haram ayların saygınlığını kabul etmiyorlardı. Bu anlayışı benimseyenlerin haram aylarla ilgili bir taahhütleri olmadığından, diğer kabileler onlara karşı dikkatli davranmak zorundaydı. Her türlü çatışmanın haram sayıldığı bu aylarda meydana gelen savaşlara, dinî yasaklar çiğnendiği için “ficâr savaşları” denmiştir. Câhiliye dönemi Araplar’ının bir kısmı geçimlerini soygunculuk, çapulculuk, yağma ve talan ile sağladığı gibi, aralarında kan davaları ve iç savaşlar da eksik olmuyordu. Bu sebeple haram ayların kurallarına uymakta zorlanıyorlardı. Zira on bir, on iki ve birinci aylar olan zilkade, zilhicce, muharrem peş peşe geldiğinden üç ay süresince bu aylarla ilgili yasaklara uymak oldukça güç geliyordu. Ayrıca, kamerî takvimde aylar güneş takvimine göre bir önceki yıldakinden on bir gün önce geldiği için, zilhiccenin belirli günlerinde yapılan hac merasiminin değişik mevsimlere rastlaması çıkarlarına uygun düşmüyor; haccı havanın mutedil ve ticarî ortamın müsait olduğu gün veya aylarda yapmak istiyorlardı. Bunu sağlayabilmek için de her altı ayda bir hafta olmak üzere iki yılda bir ay kazanmaya çalışarak o yılı on üç aya çıkarıyorlar, haram aylardan üçünün peş peşe gelmesini önlemek amacıyla da söz konusu dört haftayı ikinci yılın sonuna ekleyip o yılı on üç ay olarak kabul ediyorlardı. Böylece muharrem ayı safer ayının yerine kaydırılmış, dolayısıyla bütün aylar bulunmaları gereken yerden bir ay geriye atılarak haram ayların yerleri değiştirilmiş oluyordu. Bazan da savaş günlerinde meselâ receb ayı girerse onu helâl sayıp haramlığı şâban ayına, savaş muharrem ayına denk gelirse haramlığı safer ayına tehir ediyorlar, böylece o yıl muharrem ve receb yerine şâban ve safer ayları haram aylardan sayılmış ve haram ayların sıralaması değişmiş oluyordu. Bu uygulamaya, erteleme anlamına gelmek üzere nesî’ deniyordu (Hüseyin Algül, “Haram Aylar”, DİA, XVI, 105). İşte bu âyetlerde, Allah’ın evrende var ettiği düzene göre ayların sayısının on iki olduğu belirtilmiş, bunlardan dördünün özel hükümlerinin olduğu hatırlatılıp bu düzenlemeye aykırı davrananların asıl kendilerine yazık etmiş olacaklarına dikkat çekilmiş ve aylarla ilgili bu nizam üzerinde nesî’ adıyla yapılan oyunlar şiddetle kınanmıştır. Bu sûrenin 5. âyetinde geçen “el-eşhürü’l-hurum” ifadesiyle de bu dört ayın kastedildiği görüşü bulunmakla beraber, bu görüş bazı noktalardan eleştiriye açık görünmektedir (5. âyetin tefsirine bk.). Kur’ân-ı Kerîm’in başka dört âyetinde de “haram ay” kavramı tekil olarak yer almıştır. Bunlardan Bakara sûresinin 194. âyetinde haram ayın haram aya karşılık olduğu, aynı sûrenin 217. âyetinde haram ayda savaşmanın büyük günah olduğu, Mâide sûresinin 2. âyetinde bu aya karşı saygısızlık edilmemesi gerektiği ve Mâide sûresinin 97. âyetinde hürmete lâyık bir mâbed olan Kâbe ile birlikte haram ayın da insanların iyiliğine vesile kılındığı belirtilmiştir. Tefsir ve tarih kaynaklarında, haram aylarla ilgili hükümlerin hac ibadetiyle birlikte Hz. İbrâhim zamanında konmuş olduğu, insanların bu aylarda sağlanan güven ortamı içinde (zilkade, zilhicce ve muharrem aylarında) hac ibadetini ve yedinci ay olan receb ayında muhtemelen umre ziyaretini rahatça yaptıkları, Mekke ve çevresinde oturanların da bu vesileyle geçimlerini sağladıkları, fakat zamanla bu hükümlerin temel amacından uzaklaştırıldığı kaydedilmektedir. İslâmiyet’in gelmesiyle bu konudaki düzenlemeler yeniden aslî hüviyetine kavuşturulmuştur. Şu var ki, bu konuda farklı yorumlanmaya elverişli âyet ve hadislerin bulunması sebebiyle İslâm âlimleri arasında haram aylarla ilgili yasakların devam edip etmediği hususunda görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Bu görüş ayrılıkları bir yana, Kur’an’da yer alan bu yasak hükmünün İslâmiyet’in milletlerarası ilişkilere bakışını ortaya koyan diğer delillerle birlikte değerlendirilmesi halinde şöyle bir sonuca varılması mümkündür: Milletlerarası ilişkilerde barışı esas alıp yeryüzünde her türlü haksızlık, bozgunculuk ve tahakkümü yasaklayan (Bakara 2/205; Kasas28/83) İslâmiyet, savaşın bir insanlık realitesi olduğunu göz ardı etmemiş, savaşın tahribatını en aza indirecek önlemler almaya çalışmıştır. Bu çerçevede, İslâmî düşünce sistemi içinde, yılın üçte birini meydana getiren bir sürenin savaş karşıtı duygu ve düşüncelerle geçirilmesine yer verilmiş olması, ihmal edilen birtakım insanî değerlerin hatırlanıp yaşatılmasına ve bu konuda kamuoyu oluşturulması için belli günlerin veya haftaların ayrılmasına önem verilen zamanımızda daha bir dikkat çekmekte ve anlam kazanmaktadır (bilgi için bk. Hüseyin Algül, “Haram Aylar”, DİA, XVI, 105-106). Tefsirlerde bu âyetlerin iniş sebebi ile ilgili özel bir rivayet yer almamakla beraber Derveze, Tebük Seferi’nin nesî’ uygulaması neticesinde isim olarak receb ayına denk gelmiş olması karşısında ortaya konan itirazları red ve bunun gerçek receb ayı olmadığına dikkat çekme sadedinde inmiş olabileceğini belirtir (XII, 134-136). “Doğru olan hesap” şeklinde tercüme ettiğimiz “ed-dînü’l-kayyim” tamlamasına “en doğru hüküm” ve “en doğru din” anlamı da verilmiş, sonuncu anlam İbrâhim ve İsmâil peygamberlerin dini veya uydukları kural şeklinde açıklanmıştır (İbn Atıyye, III, 31; Zemahşerî, II, 151). “O aylarda kendinize zulmetmeyin” ifadesinde haram ayların kastedilmiş olduğu kanaati hâkim olmakla beraber, bunları senenin bütün ayları şeklinde anlayanlar da olmuştur (İbn Atıyye, III, 31). “Müşrikler sizinle topyekün savaştıkları gibi siz de onlarla topyekün savaşın” ifadesini içermesi dolayısıyla 36. âyet de genellikle müfessirler tarafından 5. âyette olduğu gibi seyf (kılıç) âyeti olarak nitelenmiş ve müşriklerle ilişkilerde tolerans ve kolaylık gösterme veya kendi hallerine bırakma buyruğunu içeren bütün âyetleri yürürlükten kaldırmış olduğuna hükmedilmiştir. Derveze’nin bu konunun Kur’an’ın genel ilkeleri ışığında değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin görüşünü ve bu izah tarzı ile ilgili kanaatimizi 5. âyetin tefsiri sırasında açıklamıştık. Derveze bu âyeti yorumlarken aynı görüşü tekrar etmekte, ayrıca buradaki ifade ile 31. âyette Allah’a ortak koşan Ehl-i kitap mensuplarının da “müşrik” nitelemesine dahil edilmiş olduğuna dikkat çekmektedir (XII, 136). “Ertelemek” şeklinde tercüme ettiğimiz 37. âyetin ilk cümlesindeki nesî’ kelimesine “ilâve yapmak” anlamı da verilebilir (Taberî, X, 129; Zemahşerî, II, 151). 

 

Kaynak :Kur’an  Yolu Tefsiri

 

اِنَّمَا النَّس۪ٓيءُ زِيَادَةٌ فِي الْكُفْرِ يُضَلُّ بِهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُحِلُّونَهُ عَاماً

 

اِنَّمَا  kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olan buradaki  مَا  harfidir,  اَنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اَنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.

النَّس۪ٓيءُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  زِيَادَةٌ  haber olup lafzen merfûdur.  فِي الْكُفْرِ  car mecruru  زِيَادَةٌ ’e müteallıktır.

يُضَلُّ بِهِ  cümlesi  النَّس۪ٓيءُ ’nun ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.  يُضَلُّ  merfû meçhul muzari fiildir.

بِهِ  car mecruru  يُضَلُّ  fiiline müteallıktır.  بِ  harf-i ceri sebebiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, naib-i fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يُحِلُّونَهُ عَاماً  cümlesi  الَّذ۪ينَ ’nin hali olarak mahallen mansubtur.

يُحِلُّونَهُ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  عَاماً  zaman zarfı,  يُحِلُّونَهُ   fiiline müteallıktır.


وَيُحَرِّمُونَهُ عَاماً لِيُوَاطِؤُ۫ا عِدَّةَ مَا حَرَّمَ اللّٰهُ 

يُحَرِّمُونَهُ عَاماً cümlesi atıf harfi   وَ ‘la makabline matuftur. 

يُحَرِّمُونَهُ fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  عَاماً  zaman zarfı,  يُحِلُّونَهُ   fiiline müteallıktır.

لِ  harfi,  يُوَاطِؤُ۫ا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte  يُحَرِّمُونَهُ  fiiline müteallıktır. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُوَاطِؤُ۫ا  fiili  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عِدَّةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Müşterek ism-i mevsûl  مَا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  حَرَّمَ اللّٰهُ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

حَرَّمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

يُوَاطِؤُ۫ا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  وطأ ’dir.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.


فَيُحِلُّوا مَا حَرَّمَ اللّٰهُۜ زُيِّنَ لَهُمْ سُٓوءُ اَعْمَالِهِمْۜ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf  harfidir.  يُحِلُّوا  fiili  نَ ’un hazfiyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  حَرَّمَ اللّٰهُ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

حَرَّمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

زُيِّنَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  لَهُمْ  car mecruru  زُيِّنَ  fiiline müteallıktır.

سُٓوءُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  اَعْمَالِهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. 

Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

حَرَّمَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  حرم ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

 وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ۟

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. 

لَا يَهْدِي  haber olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَهْدِي  fiili,  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

الْقَوْمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  ٱلۡكَـٰفِرِینَ  kelimesi  الْقَوْمَ ’nin sıfatı olup nasb alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْكَافِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كفر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنَّمَا النَّس۪ٓيءُ زِيَادَةٌ فِي الْكُفْرِ يُضَلُّ بِهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُحِلُّونَهُ عَاماً وَيُحَرِّمُونَهُ عَاماً لِيُوَاطِؤُ۫ا عِدَّةَ مَا حَرَّمَ اللّٰهُ فَيُحِلُّوا مَا حَرَّمَ اللّٰهُۜ

 

İstînâfiyye olan ayetin ilk cümlesi kasrla tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkarî kelamdır. Kasr-ı mevsûf, ale’s-sıfattır.  النَّس۪ٓيءُ  maksûr/mevsuf,  زِيَادَةٌ  sıfat/ maksûrun aleyhtir.

النَّس۪ٓيءُ, Haram aylardan bir ayın hürmetini başka bir aya nakletmek veya ertelemek, küfürde ziyadesiyle ileri gitmek demektir. Çünkü bu, Allah Teâlâ'nın haram kıldığını helal, helal kıldığını da haram saymaktır. Bu itibarla bu iş, onların küfrüne ilave bir küfür ve onların dalaletine ilave bir dalalet olmuştur. (Ebüssuûd, Keşşâf)

فِي الْكُفْرِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla küfür, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü küfür, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak onların bu konudaki aşırılıklarını ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

اِنَّمَا  hasr edatıdır. Bir soruya karşılık gelen cümlede bu edattan hemen sonra maksûr, ardından maksûrun aleyh gelir.

يُضَلُّ بِهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا  cümlesi,  النَّس۪ٓيءُ  için ikinci haberdir. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil, meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.  بِهِ ’deki  بِ  harfi sebebiyet bildirir.

Naib-i fail konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  كَفَرُوا, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

İsm-i mevsûlden hal olan  يُحِلُّونَهُ عَاماً  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki  وَيُحَرِّمُونَهُ عَاماً  cümlesi, bu cümleye tezat nedeniyle atfedilmiştir.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِيُوَاطِؤُ۫ا عِدَّةَ  cümlesi, mecrur mahalde olup  يُحَرِّمُونَهُ  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

عِدَّةَ ’nin muzâfun ileyhi konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası  حَرَّمَ اللّٰهُ şeklinde müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i  haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması, korku ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

فَيُحِلُّوا مَا حَرَّمَ اللّٰهُ  cümlesi …لِيُوَاطِؤُ۫ا  cümlesine matuftur. Aynı üslupta gelen cümlede mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası  حَرَّمَ اللّٰهُ  şeklinde müspet mazi fiil sıygasında gelerek, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i  haber ibtidaî kelamdır.

عِدَّةَ مَا حَرَّمَ اللّٰهُ  ayetinde haram ayların sayısının yaklaşık olarak ne olduğu belirtilmeden ism-i mevsûl olan  ما  ile ifade edilişi, onların Allah’ın haram kıldığı ayları tazim sebebiyle gözetmelerinin arkasında, inançlarının yattığına işaret etmektedir. Burada onları alaya alma yoluyla tariz vardır. (Âşûr) Lafza-i celâlin kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يُحِلُّونَهُ عَاماً - يُحَرِّمُونَهُ عَاماً  [Onu bir sene helal, bir sene haram kılıyorlar.] cümleleri arasında mukabele,  يُحِلُّونَهُ  ve  يُحَرِّمُونَهُ  fiilleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

عَاماً  ismi iki yerde de nev içindir. (Âşûr)


زُيِّنَ لَهُمْ سُٓوءُ اَعْمَالِهِمْۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ۟

 

İstînâf cümlesidir, fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil, mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُمْ, naib-i fail olan  سُٓوءُ اَعْمَالِهِمْ ’e takdim edilmiştir.

Müsnedün ileyhin izafet terkibinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesi kastının yanında tahkir ifade eder.

سُٓوءُ اَعْمَالِهِمْ  ibaresinde sıfat mevsûfuna muzâf olmuştur, vurgulu bir ifadedir.

Onların bu kötü davranışları, kendileri için tatlı bir duruma getirildi ve nefislerine daha sevimli gösterildi. Bu kötü durumu süslü gösteren ya Allah'tır ya şeytandır ya da nefistir. (Ebüssuûd)

وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esmayı bünyesinde toplayan  اللّٰهَ  ismiyle marife oluşu ve zamir gelebilecekken zahir ismin zikri, kalbe korku salmak ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Menfi fiil cümlesi formunda gelen müsned, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de muzari fiil olması hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

يُحَرِّمُونَهُ - حَرَّمَ ;الْكُفْرِ- كَفَرُوا - الْكَافِر۪ينَ۟  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ۟  ifadesinde zamir yerine açık isim gelmesi, sadece ayetin sibakında kendilerinden bahsedilenlerin değil, onlar gibi olan diğerlerinin de ihtiva edildiği umumi bir ifadenin kastedilmesindendir. Yani Allah Teâlâ’nın bu tutumu, yeryüzündeki kâfirlerin tümüne şamildir. (Âşûr)

يُحِلُّوا - عَاماً - مَا حَرَّمَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

يَهْدِي - كَفَرُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Cümle, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme Ar. Gör.)