قُلْ لِعِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خِلَالٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | söyle |
|
2 | لِعِبَادِيَ | kullarıma |
|
3 | الَّذِينَ |
|
|
4 | امَنُوا | inanan |
|
5 | يُقِيمُوا | kılsınlar |
|
6 | الصَّلَاةَ | namazı |
|
7 | وَيُنْفِقُوا | ve infak etsinler |
|
8 | مِمَّا |
|
|
9 | رَزَقْنَاهُمْ | verdiğimiz rızıktan |
|
10 | سِرًّا | gizli |
|
11 | وَعَلَانِيَةً | ve açık |
|
12 | مِنْ |
|
|
13 | قَبْلِ | önce |
|
14 | أَنْ |
|
|
15 | يَأْتِيَ | gelmeden |
|
16 | يَوْمٌ | bir gün |
|
17 | لَا | ki yoktur |
|
18 | بَيْعٌ | bir alışveriş |
|
19 | فِيهِ | onda |
|
20 | وَلَا | ne yoktur |
|
21 | خِلَالٌ | bir dostluk |
|
قُلْ لِعِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خِلَالٌ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. لِعِبَادِيَ car mecruru قُلْ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri يَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl لِعِبَادِ ‘ın sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlün sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَ karînesi olmadan gelen يُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, إن يؤمروا بإقامة الصلاة يقيموها (Namazı ikame etmeyi emrolunurlarsa yerine getirirler) şeklindedir.
يُق۪يمُوا fiili talebin cevabı olduğu için نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الصَّلٰوةَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
يُنْفِقُوا fiili atıf harfi وَ ‘la يُق۪يمُوا fiiline matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُنْفِقُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَا müşterek ismi mevsûl, مِنْ harf-i ceriyle birlikte يُنْفِقُوا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası رَزَقْنَاهُمْ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
رَزَقْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
سِراًّ hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada hal müfred olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلَانِيَةً atıf harfi وَ ‘la سِراًّ ‘e matuftur.
مِنْ قَبْلِ car mecruru يُق۪يمُوا fiiline müteallıktır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, مِنْ قَبْلِ ‘nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.
Fiil-i muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasbettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَعْدَ ve قَبْلَ ’nin geliş şekilleri şöyledir:
1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubdurlar.
2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.
3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında اَنْ bulunur.
4. Muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar.
Ayette قَبْلَ muzâf olup başına harf-i cer geldiği için mecrurdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَأْتِيَ mansub muzari fiildir. يَوْمٌ fail olup lafzen merfûdur.
لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خِلَالٌ cümlesi يَوْمٌ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. بَيْعٌ mübteda olup lafzen merfûdur. ف۪يهِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
وَ atıf harfidir. لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
خِلَالٌ kelimesi atıf harfi وَ ‘la بَيْعٌ ‘e matuftur.
قُلْ لِعِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خِلَالٌ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
[‘’İman eden kullarıma söyle ki, namazlarını gereğince kılsınlar; kendisinde ne alış- veriş, ne de dostluk bulunmayan bir gün gelmeden önce, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli - açık harcasınlar!"]
İman eden kulların zikre tahsis edilmesi, onları yüceltmek ve kulluk vazifelerini ve hukukunu ifa edenlerin onlar olduklarına dikkat çekmek içindir.
Bu ayet, iman eden kulların Resulullaha (sav) son derece itaatkâr olduklarını ve onun emirlerine süratle uyduklarını bildirmektedir. (Ebüssuûd)
Allah (cc) için yapılan harcamalarda en faziletli olan, nafile harcamalarda gizli yapmak, vâcip harcamalarda ise açık yapmaktır.
Bu emirlerden murad, müminleri Allah'ın nimetlerine, bedenî ve mâli ibadetlerle şükretmeye ve kâfirlerin yaptıkları gibi dünya nimetlerine dalmayı, onlara ziyadesiyle meyletmeyi terk etmeye teşvik etmektir. (Ebüssuûd)
لِعِبَادِيَ için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan … اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Sıfatın ism-i mevsûlle gelmesi tazim ifadesinin yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
عِبَادِيَ kelimesinin Allah’a raci olan mütekellim يَ ‘sına muaf olmasında iman eden kulları tazim ve yüceltme kastı vardır.
Sıfat, mevsufun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
يُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُنْفِقُوا مِمَّا cümlesi, takdiri … إن يؤمروا بإقامة الصلاة (Namazı ikame etmekle emrolunurlarsa) olan, mahzuf şartın cevap cümlesidir. ف karînesi olmadan gelen cevap cümlesi, meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, mekulü’l-kavldir.
Veya cümleye emir lamı takdir edilir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مِمَّا başındaki harf-i cerle birlikte, يُنْفِقُوا fiiline müteallıktır. Sılası olan رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Vakafat, S.107)
رَزَقْنَاهُمْ fiilindeki نَا zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, C. 2, S. 467)
سِراًّ kelimesinin عَلَانِيَةً kelimesine takdim edilmesi, riya düşüncelerinden uzaklaştırmak için iki halden evla olana tenbih içindir. (Âşûr)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَأْتِيَ يَوْمٌ cümlesi, قَبْلِ ‘nin muzâfun ileyhidir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَبْلِ zaman isminin önüne harf-i cer getirilmesi, قَبْلِ kelimesini tekid etmek içindir. (Âşûr)
لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خِلَالٌ cümlesi يَوْمٌ için sıfatdır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
ف۪يهِ ’nın müteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
لَا بَيْعٌ ‘ya tezâyüf sebebiyle atfedilen وَلَا خِلَال ibaresindeki لَا , zaiddir, tekid ifade eder.
خِلَالٌ kelimesi karşılıksız vermekten kinayedir. (Âşûr)
الصَّلٰوةَ - يُنْفِقُوا - عِبَادِ - رَزَقْنَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
سِراًّ - وَعَلَانِيَةً lafızları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
عِبَادِيَ (kullarım) şeklinde müfret mütekellim sıyga ile başlayan ayette daha sonra رَزَقْنَاهُمْ (rızıklandırdık) şeklindeki cemi mütekellim sıygaya iltifat vardır.
Ayetteki يُق۪يمُوا kelimesiyle ilgili olarak iki izah bulunmaktadır:
1) Bunun, mahzûf bir قُل [de] emrinin cevabı olması mümkündür. Buna göre, kelamın takdiri: “İman eden kullarıma, namazı kılın ve infak edin” de! Böylece onlar da namazı kılar ve zekâtı verirler” şeklindedir.
2) Bunun, قال fiilinden, emir lâm’ı düşmüş bir emr-i gâib olması da mümkündür. Yani, “namazı kılsınlar” demektir. Bu, “Zeyd’e söyle, Amr’a vursun” demen gibidir. Bu ل ’ın hazf edilmesi caiz olmuştur; çünkü قُل sözü, bu emir lâmının yerini tutmaktadır. Eğer cümleye, başında قُل [De ki] emri olmaksızın يُق۪يمُوا denilerek başlanmış olsaydı, bu caiz olmazdı.
Ayetteki سِراًّ ve عَلَانِيَةً kelimesinin mansub oluşuyla alakalı birkaç izah bulunur:
1) Bu, “açıktan açığa ve gizli olarak veren kimseler olarak” manasında olmak üzere haldir.
2) Bunlar, “gizli ve açık zamanlarda” manasında, zarf olarak mansubdurlar.
3) Bunlar, “gizli bir infak ve de açık bir infakla” takdirinde olmak üzere, mef’ûl-ü mutlak olarak mansub kılınmışlardır. Bundan murad, nafile olanları gizlice vermek, farz olanları açıkça vermektir. (Fahreddin er-Râzî)
[İçinde alışveriş olmayan gün gelmeden önce] alışveriş olsa kusur eden taksiratını telâfi edecek şeyler satın alır ya da onu kendine fidye yapar. (Ve dostluğun olmadığı) dostluk da yoktur ki dostun sana şefaat etsin. Ya da içinde ne alışveriş ne de dostlukla yaralanma olmayan gün gelmeden önce demektir. Onda ancak Allah rızası için infakta bulunan yararlanır. (Beyzâvî)
Kıyamet gününde alışveriş ve dostluk bulunmamaktan murad, bir bedel ödemek, malından fidye vermek veya bir dostun şefaat etmesiyle ilâhî azaptan kurtuluş mümkün olmayacağını bildirmektir.
Yahut onların dünyada konuştukları alışveriş ve dostluğun eserinin ve faydasının olmayacağını, ancak, Allah için yapılan harcamaların faydalı olacağını bildirmektir.
Bunların faydalarının kalmayacağını hatırlatmak, faydası ebedi olan Allah yolunda harcamayı en güçlü şekilde teşvik etmektir. (Ebüssuûd)
Eğer "Allah Teâlâ, "Dostlar o gün birbirine düşmandır, takva sahipleri müstesna" (Zuhruf, 67) buyurarak o günde bir dostluğun olduğunu bildirdiği halde, niçin bu iki ayette, Kıyamet günü hiçbir dostluğun olmadığını söylemiştir?" denirse, biz deriz ki: O gün dostluğun olmadığını ifade eden ayet, insan tabiatının temayülü ve nefsin arzusu sebebiyle olan bir dostluğun bulunmadığı manasına; dostluğun bulunduğunu gösteren ayet de, Allah Teâlâ'ya kullukta bulunmak ve O'nu sevmekten dolayı olan bir dostluğun olacağı manasına hamledilir. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)
اٰمَنُوا - يُق۪يمُوا - يُنْفِقُوا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)