مَنْ كَفَرَ بِاللّٰهِ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِه۪ٓ اِلَّا مَنْ اُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْا۪يمَانِ وَلٰكِنْ مَنْ شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْراً فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِنَ اللّٰهِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَنْ |
|
|
2 | كَفَرَ | inkar eden |
|
3 | بِاللَّهِ | Allah’ı |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | بَعْدِ | sonra |
|
6 | إِيمَانِهِ | inandıktan |
|
7 | إِلَّا | hariç |
|
8 | مَنْ | kimseler |
|
9 | أُكْرِهَ | (inkara) zorlanan |
|
10 | وَقَلْبُهُ | ve kalbi |
|
11 | مُطْمَئِنٌّ | mutmain olduğu halde |
|
12 | بِالْإِيمَانِ | imanla |
|
13 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
14 | مَنْ | kimselere |
|
15 | شَرَحَ | açan |
|
16 | بِالْكُفْرِ | küfre |
|
17 | صَدْرًا | göğsünü |
|
18 | فَعَلَيْهِمْ | üzerlerine iner |
|
19 | غَضَبٌ | bir gazab |
|
20 | مِنَ | -tan |
|
21 | اللَّهِ | Allah- |
|
22 | وَلَهُمْ | ve onlar için vardır |
|
23 | عَذَابٌ | bir azab |
|
24 | عَظِيمٌ | büyük |
|
مَنْ كَفَرَ بِاللّٰهِ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِه۪ٓ اِلَّا مَنْ اُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْا۪يمَانِ
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
كَفَرَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
بِاللّٰهِ car mecruru كَفَرَ fiiline müteallıktır. مِنْ بَعْدِ car mecruru كَفَرَ fiiline müteallıktır.
Aynı zamanda muzâftır. ا۪يمَانِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Muttasıl zamir ه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, فهو مؤاخذ... أو فلهم عذاب شديد (Ve o cezalandırılmıştır veya onlara şiddetli bir azap vardır.) şeklindedir.
اِلَّا istisna edatıdır. İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.
İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ istisnâ-i munkatı’ olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اُكْرِهَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اُكْرِهَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
وَ haliyyedir. قَلْبُهُ mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen merfûdur.
مُطْمَئِنٌّ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. بِالْا۪يمَانِ car mecruru مُطْمَئِنٌّ kelimesine müteallıktır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُطْمَئِنٌّ kelimesi, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan إفعلَلَّ babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلٰكِنْ مَنْ شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْراً فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِنَ اللّٰهِۚ
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لٰكِنْ istidrak harfidir.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası شَرَحَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. شَرَحَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِالْكُفْرِ car mecruru شَرَحَ fiiline müteallıktır. صَدْراً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.
Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ zaid veya şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. عَلَيْهِمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
غَضَبٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
Mübteda nekre olup haber car mecrur ve zarftan oluşursa mübteda haberden sonra gelir; bu tür cümlelerde anlam verilirken “vardır”, “mevcuttur” anlamları eklenir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنَ اللّٰهِ car mecruru غَضَبٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَذَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
عَظ۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَظ۪يمٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ كَفَرَ بِاللّٰهِ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِه۪ٓ اِلَّا مَنْ اُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْا۪يمَانِ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, şart üslubundadır.
مَنْ , umum ifade eden şart ismi, mübtedadır.
Sübut ifade eden isim cümlesi مَنْ كَفَرَ بِاللّٰهِ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِه۪ٓ , şart cümlesidir. Mübtedanın haberinin mazi fiil olması hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106)
Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade eder. (Halidi, Vakafat, s. 112)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اِلَّا istisna edatı, müşterek ism-i mevsûl مَنْ müstesnadır. Ayetteki istisna munkatı’ dır. (Mahmud Sâfî)
Mevsûlün sılası olan اُكْرِهَ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
اِلَّا مَنْ اُكْرِهَ sözü kâfirlerin tamamından istisnadır. (Âşûr)
وَ ’la gelen وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْا۪يمَانِ cümlesi, اُكْرِهَ fiilinin failinden haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri, فهو مؤاخذ [Ve o cezalandırılır.] olan cevap cümlesi mahzuftur.
Bu takdire göre, mezkur şart ve mukadder cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْا۪يمَانِ - كَفَرَ ve اُكْرِهَ - مُطْمَئِنٌّ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
مُطْمَئِنٌّ - الْا۪يمَانِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْا۪يمَانِ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اُكْرِهَ cümlesiyle, وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْا۪يمَانِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Kim imandan sonra Allah'ı tanımaz ayeti, (bir önceki ayette sözü edilen) Allah'a yalan uydurup düzenlerden bedeldir. Yani ancak iman ettikten sonra Allah'ı inkâr eden kimseler, yalan uydurup düzerler. Zeccâc istisnanın sonuna kadar ifadenin tamam olmadığı kanaatine vardığından, bunu makabli ile alakalı kabul etmiştir. Ahfeş ise مَنْ [kim] ifadesinin mübteda olduğunu, haberinin ise mahzuf olduğunu söylemiştir. Bu haberin zikredilmeyerek ikinci; مَنْ [kim]...in haberi ile yetinilmiştir. Bu da bir kimsenin: “Kim bize gelir ve ihsan ederse biz de ona ikram ederiz.” ifadesine benzemektedir. (Beyzâvî)
Yüce Allah, zorlama (ikrah) halinde küfrü müsamaha ile karşılayıp bundan dolayı sorgulamadığından, ilim adamları da şeriatın bütün fer'i hükümlerini bu asla göre yorumlamışlardır. Bu fer'i hükümler için zorlama söz konusu olduğu takdirde bundan dolayı kişi sorumlu tutulmaz ve buna herhangi bir hüküm terettüp etmez. (Kurtubî)
Ayetteki istisna (kalbi iman ile mutmain olan hariç) ilâhi gazap veya zemmedilmek hükmünden müstesnadır. Anılan hükme mahkum olmak için küfür kelimesini söylemek yeterlidir, çünkü küfür sözle de gerçekleşir. Zorla iman etmekte ise kalbin iman ile mutmain olması, bir fayda vermez. Kalbin iman ile mutmain olmasının fayda vermesi, icbar ile olan küfür içindir. Yani küfre icbar edilen kimse eğer kalbi iman ile mutmain olup inancı değişmezse bu hükümden müstesnadır. Ayette bu noktanın, sarih olarak belirtilmemesi, bunun hakikatte küfür olmadığına işarettir. Bu ayet delalet ediyor ki iman kalbî tasdiktir. (Ebüssuûd)
Şart edatı مَنْ bir önceki ayette geçen Allah’ın ayetlerine inanmayanlardan bedeldir. Önceki ayetteki اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَاذِبُونَ cümlesi bedel ve mubdelun minhin arasına girmiş itiraz cümlesidir. (İrab, Muhyiddin Derviş)
وَلٰكِنْ مَنْ شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْراً فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِنَ اللّٰهِۚ
İstînâfa matuf olan cümlede mübteda konumundaki ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْر şeklinde mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mübtedanın haberi olan فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِنَ اللّٰهِۚ cümlesine dahil olan فَ zaid veya şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. عَلَيْهِم , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Tazim ifadesi için nekre gelen غَضَبٌ , muahhar mübtedadır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Ayetteki ilk مَنْ şart edatı, ikincisi müstesna olarak nasb mahallinde ism-i mevsûl, üçüncüsü ise mübteda olarak merfû mahaldeki ism-i mevsûldür. Bu kelimeler arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِنَ اللّٰهِۚ cümlesinde car mecrur olan haberin mübtedaya takdimi ihtimam içindir. (Âşûr)
Mübtedanın nekre olarak gelmesi tazim kastıyladır. Büyük bir gadap demektir. (Âşûr)
وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
وَ atıf harfidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يم , faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâzı hazif sanatı vardır. لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَذَابٌ , muahhar mübtedadır.
Bu takdim kasr ihtimam içindir.
Müsnedün ileyh olan عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir. Azabın hakikatinin ancak Allah tarafından bilineceğine işaret eder.
عَظ۪يمٌ۟ sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
لَهُمْ sözünün عَذَابٌ عَظ۪يم izafetine takdimi ihtimam içindir. (Âşûr)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cenab-ı Hakk'ın “Kalbi iman üzere mutmain ve müsterih olarak” ifadesi, imanın yerinin kalp olduğuna delalet eder. Yeri kalp olan şey ise ya inançtır yahut kelam-ı nefsîdir (düşüncedir). Dolayısıyla imanın, ya bilmekten yahut da kelam-ı nefsî ile tasdik etmekten ibaret olması gerekir. Allah en iyi bilendir.
Daha sonra Cenab-ı Allah, “fakat kim küfre sîne açarsa” yani “göğsünü (kalbini), küfrü kabul etmek için açar, yayarsa” buyurmuştur. “Sadr” kelimesi, شَرَحَ fiilinin mef'ûlü olarak mansubdur. Buna göre kelamın takdiri, “kim göğsünü küfre açarsa” şeklindedir. Burada صَدْرَهُ kelimesindeki zamir hazf edilmistir. Çünkü insan, başkasının göğsünü açmaya, şekillendirmeye muktedir olamaz. Binaenaleyh ayetteki “sadr” kelimesi, kendisiyle marifelik (belirlilik) murad edilen nekre bir kelimedir.
Allah Teâlâ sonra “Allah'ın gazabı onların başındadır.” buyurmuştur. Bu, “Allah Teâlâ, onlara azap etmeye hükmetmiştir.” demektir. Cenab-ı Allah, daha sonra bu azabı niteleyerek “Onlar için en büyük bir azap vardır.” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
عَلَيْهِمْ - لَهُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı, قَلْبُهُ - صَدْراً ve عَذَابٌ - غَضَبٌ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كَفَرَ - كُفْرِ kelimeleri arasında iştikak cinası, ayrıca bu iki kelimede ve مَنْ - ا۪يمَانِ kelimelerin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.