Nahl Sûresi 28. Ayet

اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْۖ فَاَلْقَوُا السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُٓوءٍۜ بَلٰٓى اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  ...

O kâfirler, nefislerine zulmederlerken melekler onların canlarını alır da onlar teslim olup, “Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk” derler. (Melekler de şöyle diyecekler:) “Hayır! Allah sizin yapmakta olduklarınızı hakkıyla bilmektedir.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ kimseler
2 تَتَوَفَّاهُمُ canlarını aldığı و ف ي
3 الْمَلَائِكَةُ meleklerin م ل ك
4 ظَالِمِي zulmederlerken ظ ل م
5 أَنْفُسِهِمْ nefislerine ن ف س
6 فَأَلْقَوُا diyerek ل ق ي
7 السَّلَمَ teslim olurlar س ل م
8 مَا
9 كُنَّا biz ك و ن
10 نَعْمَلُ yapmıyorduk ع م ل
11 مِنْ hiçbir
12 سُوءٍ kötülük س و ا
13 بَلَىٰ hayır
14 إِنَّ şüphesiz
15 اللَّهَ Allah
16 عَلِيمٌ biliyor ع ل م
17 بِمَا şeyleri
18 كُنْتُمْ sizin ك و ن
19 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız ع م ل
 
Kur’ân-ı Kerîm’de “kendine kötülük etme” ifadesi genellikle şirk ve inkârdan başlamak üzere her türlü yanlış inanç ve davranışların, öncelikle bunları işleyen kişinin kendisine karşı bir kötülük olduğu mantığına dayanmaktadır. İşte nefislerinin gurur ve kibrine kapılıp Peygamber’in davetine karşı bilgisiz ve bilinçsizce savaş verenler, bir önceki âyette geçen “Şüphesiz bugün rezillik ve kötülük kâfirlerin başına!” şeklindeki ifadeden de anlaşılacağı üzere, sonuçta kendilerine kötülük etmiş oluyorlardı. Fakat onlar, kanıtlar ortaya konduğu halde hakikati saklamaya çalışanların içine düştüğü psikoloji ile, veya yaptıklarının kendilerini bu hallere düşürdüğünün hâlâ farkına varmadıkları için, “Biz hiçbir kötülük yapmadık” diyecek; daha önce zorbalık taslayanlar onlar değilmiş gibi uysal bir tavır takınarak, boyun büküp teslim olacaklar veya müslüman olduklarını ifade edeceklerdir (Şevkânî, III, 180). İnkârcıların bu faydasız ikrar ve imanı, ne zaman dile getirecekleri hususunda iki farklı açıklama vardır. İbn Abbas’a nisbet edilen bir görüşe göre onlar, ölümleri yaklaşıp da artık öleceklerini anlayınca veya kıyamet gününde gerçeği apaçık görünce böyle bir tutum içine gireceklerdir (Râzî, XX, 21); müslümanlara karşı sergiledikleri kibirli ve düşmanca tavırlarının aksine bir davranış sergileyerek, “Biz hiçbir kötülük yapmadık” diyecekler; fakat melekler veya müminlerin âlimleri ya da bizzat Cenâb-ı Hak, “Hayır! Allah yaptıklarınızı çok iyi bilmektedir!” diyerek yalanlarını yüzlerine vuracak, sonuçta Allah’ın dinine ve peygamberine karşı büyüklük taslayanlar hak ettikleri cehenneme atılacaklardır.
 29. âyetteki “İçinde ebedî olarak kalacağınız cehennemin kapılarından girin!” ifadesinde geçen, “cehennemin kapıları”yla kabirlerin kastedildiği de belirtilmektedir (Kurtubî, X, 105).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 390
 

اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْۖ 

 

 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ , önceki ayette geçen  الْكَافِر۪ينَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

تَتَوَفّٰيهُمُ  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

الْمَلٰٓئِكَةُ  fail olup lafzen merfûdur.  ظَالِم۪ٓي  kelimesi  تَتَوَفّٰيهُمُ ‘deki mef’ûlun hali olup cemi müzekker salim olduğu için  ى  ile mansubdur. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir.

اَنْفُسِهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَتَوَفّٰيهُمُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  وفي ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

ظَالِم۪ٓي  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


فَاَلْقَوُا السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُٓوءٍۜ 

 


Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir.  اَلْقَوُا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

السَّلَمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُٓوءٍ  cümlesi, mahzuf sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri; يقولون (diyorlar) şeklindedir. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كُنَّا  sükun üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كُنَّا ’nin ismi  نَا  mütekellim zamiri olup mahallen merfûdur.

نَعْمَلُ  fiili  كُنَّا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.  نَعْمَلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  سُٓوءٍ  lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.


 بَلٰٓى اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

بَلٰٓى , nefyi iptal için gelen cevap harfidir.

بَلٰى , soru olumsuz cevap olumlu olduğunda cevap cümlesinin başına getirilen tasdik edatıdır. Yani olumsuz soruya verilen olumlu cevaba has bir edattır ve olumsuz soru cümleleri ile olumsuz cümlelerin anlamını olumluya çevirir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler. (Doktora Tezi))

اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  cümlesi mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.  عَل۪يمٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin  haberi olup lafzen merfûdur. 

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  عَل۪يمٌ ‘e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

كُنْتُمْ  sükun üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

تُمْ  muttasıl zamiri  كُنْتُمْ ’un ismi olarak mahallen merfûdur.  تَعْمَلُونَ  fiili  كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ‘nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

عَل۪يمٌ  kelimesi mübalağa sıygasındadır.

Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 
 

اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْۖ 

 

Önceki ayette geçen  عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ ’nin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْۖ , müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْۖ  terkibi,  تَتَوَفّٰيهُمُ  fiilindeki mansub zamirin halini bildiren ıtnâb sanatıdır.

 

فَاَلْقَوُا السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُٓوءٍۜ 

 

 

فَ  istînâfiyye veya atıf harfidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُٓوءٍۜ  cümlesi, takdiri  قائلين  [Diyerek] olan fiilin mekulü’l-kavlidir. Menfi nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

سُٓوءٍۜ ’e dahil olan  مِنْ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder.

Ayetteki beyanî üsluptan umum anlaşılmaktadır.  سُٓوءٍۜ  kelimesi nefy siyakında nekre olarak gelmiştir. Bilindiği gibi olumsuz siyakta gelen nekre, umuma delalet eder. Bu tabirde; olumsuz gelen cümlede nekre kelime de, cins isme dahil olan  مِنْ  harfi de umumi mana ifade eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانَ ’nin haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş, davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

فَاَلْقَوُا السَّلَمَ  ibaresinde istiare vardır. Çünkü  اَلْقَوُا  fiili ‘’attılar’’ anlamına gelir; ancak gerçekte burada ‘’atılan bir şey’’ yoktur. Bu ifadeyle kastedilen, tevazu ve teslimiyetle boyun bükerek kurtuluş talep etmektir. Çünkü  القى الي فلان بيديه  (Falanca bana elini attı/ uzattı); yani ‘’Bana boyun eğdi, emrime teslim oldu’’ sözü Arapların sözleri cümlesindendir. Ayrıca  فَاَلْقَوُا السَّلَمَ  ifadesinin anlamının, ‘’teslim oldular, boyun eğdiler’’ şeklinde olması da caizdir. Bu durumda onlar çarpışma aletini atan, savaş techizatını bırakan kimse gibi olurlar. Yüce Allah’ın  وَلَا تُلْقُوا بِاَيْد۪يكُمْ اِلَى التَّهْلُكَةِۚۛ  (Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın) Bakara/195 sözü de bu anlamdadır. Yani ‘’ona teslim olmayın, kendinizi ona bırakmayın’’ demektir. (Kur'an Mecazları Şerîf er-Radî, Âşûr)

تَتَوَفّٰيهُمُ  ile  فَاَلْقَوُا  kelimeleri arasında muzariden maziye geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

Bu kelam, o rezillik ve azabı ölüme kadar küfrü devam edenlere tahsis etmektedir. Ömrünün sonunda da olsa içlerinden iman edenler bu hükmün dışındadır.

Bunlar kendi nefislerine zulmedici olarak vasıflandırılmışlardır. Çünkü onların küfürleri kendi kendilerine zulümdür, hem de nasıl bir zulüm. Nitekim onlar küfürleri sebebiyle kendi nefislerini ebedî azaba maruz bırakmışlar ve Allah'ın verdiği fıtratı değiştirmişlerdir.

Onların kendi şirklerini kötülük olarak ifade etmeleri, onun kötülük olduğunu itiraf anlamına gelir. (Ebüssuûd)

 

بَلٰٓى اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

 

بَلٰٓى , önceki cümledeki nefy manasını iptal eden cevap harfidir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi  اِنَّ اللّٰهَ , takdiri  قالوا  [Dediler] olan fiilin mekulü’l-kavlidir. 

Müsnedün ileyhin, lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak içindir.  عَل۪يمٌ  müsneddir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.   

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا ‘nın akabindeki  كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  cümlesi, masdar teviliyle  عَل۪يمٌ ’a müteallıktır. Nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانُ ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Bu ifadede masdar-ı müevvel tercih edilmiştir. Bunun sebebi; açık masdarın, olayın bir kere gerçekleşmiş olması ihtimaline işaret etmesidir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.1, s. 83)

Bu yüzden de teceddüt ve devama delalet eden fiil getirilmiştir. 

اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ  [Muhakkak onların yaptıkları şeyi Allah iyi bilir.] ifadesinde lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkeb vardır. Bilmekten maksat “gereğini yapar” demektir.  (Fahreddin Râzî)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Ayetteki  اَلَّذ۪ينَ  ve ikinci  مَا  ism-i mevsûldür. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مَا ‘larda tam cinas,  كُنَّا - كُنْتُمْ  ve  نَعْمَلُ - تَعْمَلُونَ  kelime grupları arasında iştikak cinası,  عَل۪يمٌ - نَعْمَلُ  arasında ise cinas-ı nakıs vardır.

مَا كُنَّا - كُنْتُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb,  ظَالِم۪ٓي - سُٓوءٍۜ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.