اَلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ زِدْنَاهُمْ عَذَاباً فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يُفْسِدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِينَ | kimseler |
|
2 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
3 | وَصَدُّوا | ve engel olanlar |
|
4 | عَنْ | -ndan |
|
5 | سَبِيلِ | yolu- |
|
6 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
7 | زِدْنَاهُمْ | artırırız onlara |
|
8 | عَذَابًا | azabı |
|
9 | فَوْقَ | üstüne |
|
10 | الْعَذَابِ | azaplarının |
|
11 | بِمَا | dolayı |
|
12 | كَانُوا | yaptıkları |
|
13 | يُفْسِدُونَ | bozgunculuklarından |
|
Allah’ın hiç kimseye hiçbir şekilde zulmetmeyeceği, günahkârlara da hak ettiklerinden fazla ceza vermeyeceği muhakkaktır. Ancak kendileri inkâr ettikleri gibi başka insanların hidayete ulaşmalarını da engelleyenler, bu tutumlarıyla insanların dinî ve mânevî hayatları için bir fesat, bir bozgunculuk unsuru haline gelenlerin suçları artık bireysel olmanın ötesine taştığı için cezaları da insanların mânevî hayatlarına verdikleri zarar ve tahribatın derecesine göre artacak, katlanacaktır; bu adaletin gereğidir. Nitekim bu hususa Ankebût sûresinde de (29/13) işaret buyurulmuş; Hz. Peygamber de iyilik yolunda öncülük edenlerin, o yolda gidenlerin sevabınca ödüllendirileceğini, kötülük çığırı açanların da bu yüzden kötülüğe bulaşanların günahları kadar günah yükleneceğini bildirmiştir (Müslim, “İlim”, 15; “Zekât”, 69; Nesâî, “Zekât”, 64; Müsned, IV, 357, 359, 360, 361).
Kaynak :Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 420
اَلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ زِدْنَاهُمْ عَذَاباً فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يُفْسِدُونَ
İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا۟ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
صَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ cümlesi atıf harfi وَ ’la sılaya matuftur. صَدُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَنْ سَب۪يلِ car mecruru صَدُّوا fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
زِدْنَاهُمْ cümlesi الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
زِدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَذَاباً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَوْقَ mekân zarfı, عَذَاباً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. الْعَذَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte زِدْنَاهُمْ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانُوا damme üzere mebni nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يُفْسِدُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يُفْسِدُونَ kelimesi ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. يُفْسِدُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi فسد ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اَلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ زِدْنَاهُمْ عَذَاباً فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يُفْسِدُونَ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir içindir.
İsm-i mevsûlün sılası olan كَفَرُوا müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107)
İsm-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılasına hükümde ortaklık sebebiyle atfedilen وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafeti, lafza-i celâle muzâf olan سَب۪يلِ için şan ve şeref ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
سَب۪يلِ kelimesi din manasında istiaredir. سَب۪يلِ aslında yol demektir. Hedefe ulaştırmak bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstearun leh) hazf edilmiş müstearun minh kalmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
سَب۪يلِ kelimesi lügatte “yol” manasınadır. Araplar, inançları, insanın üzerinde yürüyüp cennete gideceği yola benzettiler. (Fahreddin er-Râzî)
اَلَّذ۪ينَ ’nin haberi olan زِدْنَاهُمْ عَذَاباً فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يُفْسِدُونَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Vakafat, s. 107)
اللّٰهِ ile زِدْنَاهُمْ kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ’nın sılası, كَانُوا ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel بِ harfiyle beraber زِدْنَاهُمْ fiiline müteallıktır. بِ sebebiyyedir. (Âşûr)
كَانُوا ’nun haberinin muzari fiil cümlesi şeklinde gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt, zem makamı olması hasebiyle de istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir sure devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)
الْعَذَابِ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. Marife oluşu cins içindir. (Âşûr)
كَفَرُوا - يُفْسِدُونَ - عَذَاباً kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah Teâlâ kâfirlerle ilgili vaîdinden bahsedince bunun peşinden, küfrünün yanı sıra başkalarını da Allah'ın yolundan alıkoyma suçunu işleyen kimselere yönelik vaîdini zikretmiştir. Bunun manasının, “Mescid-i Harâm'dan (Kâbe'den) men ederler.” şeklinde olduğu söylenmiştir ki en doğru olan bu ifadenin, “Allah'a, Resulullah'a ve bütün şer'i hükümlere iman etmekten alıkoymayı içine almış olmasıdır. Çünkü lafız umumidir bunu sınırlandırmanın gereği yoktur.” (Fahreddin er-Râzî)