Kehf Sûresi 28. Ayet

وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْۚ تُر۪يدُ ز۪ينَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِـعْ مَنْ اَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوٰيهُ وَكَانَ اَمْرُهُ فُرُطاً  ...

Sabah akşam Rablerine, O’nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte ol. Dünya hayatının zînetini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, boş arzularına uymuş ve işi hep aşırılık olmuş kimselere boyun eğme.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاصْبِرْ tut (sabret) ص ب ر
2 نَفْسَكَ nefsini ن ف س
3 مَعَ beraber
4 الَّذِينَ
5 يَدْعُونَ yalvaranlarla د ع و
6 رَبَّهُمْ Rablerine ر ب ب
7 بِالْغَدَاةِ sabah غ د و
8 وَالْعَشِيِّ akşam ع ش و
9 يُرِيدُونَ isteyerek ر و د
10 وَجْهَهُ rızasını و ج ه
11 وَلَا ve
12 تَعْدُ sapmasın ع د و
13 عَيْنَاكَ gözlerin ع ي ن
14 عَنْهُمْ onlardan
15 تُرِيدُ isteyerek ر و د
16 زِينَةَ süsünü ز ي ن
17 الْحَيَاةِ hayatının ح ي ي
18 الدُّنْيَا dünya د ن و
19 وَلَا ve
20 تُطِعْ itaat etme ط و ع
21 مَنْ kişiye
22 أَغْفَلْنَا alıkoyduğumuz غ ف ل
23 قَلْبَهُ kalbini ق ل ب
24 عَنْ
25 ذِكْرِنَا bizi anmaktan ذ ك ر
26 وَاتَّبَعَ ve tâbi olan ت ب ع
27 هَوَاهُ keyfine ه و ي
28 وَكَانَ ve olan ك و ن
29 أَمْرُهُ işi ا م ر
30 فُرُطًا aşırılık ف ر ط
 
Kureyş’in ileri gelen ailelerine mensup müşrikler, Hz. Peygamber’in fakir müminlerle birlikte bulunmasından rahatsızlık duyduklarını, bu insanları yanından uzaklaştırması halinde kendisiyle görüşebileceklerini söylüyorlardı. Bu âyet, Hz. Peygamber’e hitap ederek aynı tutum ve zihniyeti benimseyen insanlara şöyle bir uyarıda bulunmuştur: Üstünlük ve şeref, dünya malında ve ziynetinde değil, gönül ziynetindedir, yani iman ve güzel ahlâktadır. Servet ve mevki sahipleri öne alınıp yoksullar arkaya itilemez. Servetleriyle kibirlenen zenginlerin hatırı için fakir müslümanlar ihmal edilemez. Sen ayırım gözetmeden Allah’ın âyetlerini herkese oku. İlâhî mesajdan kimin daha çok yararlanacağını sen bilemezsin, onu ancak Allah bilir. Öyle ise sakın o fakirleri yanından uzaklaştırma, bilâkis onlarla birlikte olmaya candan gayret göster!
 
 Başka bir âyette de Hz. Peygamber şöyle uyarılmıştır: “Rablerinin rızâsını isteyerek sabah akşam O’na yalvaranları kovma! Onların hesaplarından sana sorumluluk yoktur; senin hesabından da onlara sorumluluk yoktur ki onları kovup da zalimlerden olasın!” (En’âm 6/52).
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 549-550
 
Riyazus Salihin, 362 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Adamın biri, bir başka köydeki (din) kardeşini ziyâret etmek için yola çıktı. Allah Teâlâ, adamı gözetlemek için onun yolu üzerinde bir meleği görevlendirdi. Adam meleğin yanına gelince, melek:
- Nereye gidiyorsun? dedi. Adam,
- Şu (ileriki) köyde bir din kardeşim var, onu ziyârete gidiyorum, cevabını verdi. Melek:
- O adamdan elde etmek isteğidin bir menfaatin mi var? dedi. Adam:
- Yok hayır, ben onu sırf Allah rızası için severim, onun için ziyâretine gidiyorum, dedi. Bunun üzerine melek:
- Sen onu nasıl seviyorsan Allah da seni öylece seviyor. Ben, bu müjdeyi vermek için Allah Teâlâ’nın sana gönderdiği elçisiyim, dedi.” 
(Müslim, Birr 38)
 

    Aşeye  عشي :عَشِيٌّ güneşin batışı ile sabah vakti aralığındaki süredir. عِشَاء ise akşam namazından yatsıya kadar olan süredir.  (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 14 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)  Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ

 

Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اصْبِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

نَفْسَكَ  mef’ûlun bih olup fetha üzere mebnidir. Muttasıl zamir  ك  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَعَ  zaman zarfı,  اصْبِرْ  fiiline müteallıktır.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَدْعُونَ dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَدْعُونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

رَبَّهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِالْغَدٰوةِ  car mecruru  يَدْعُونَ  fiiline müteallıktır.  الْعَشِيِّ  atıf harfi و ’la makabline matuftur.


يُر۪يدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْۚ 

 

يُر۪يدُونَ  cümlesi  يَدْعُونَ ’deki failinin hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ”  gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُر۪يدُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَجْهَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَعْدُ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

عَيْنَاكَ  fail olup müsenna olduğu için elif ile merfûdur. Sonundaki  نَ  izafetten dolayı hazf edilmiştir. Muttasıl zamir  ك  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

عَنْهُمْ  car mecruru  تَعْدُ  fiiline müteallıktır. 

يُر۪يدُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İf’al babındadır. Sülâsîsi  ورد ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

يُجَادِلُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.


 تُر۪يدُ ز۪ينَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِـعْ مَنْ اَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوٰيهُ وَكَانَ اَمْرُهُ فُرُطاً

 

Cümle  عَيْنَاكَ ’deki  muhatap zamirinden haldir. Fiil cümlesidir.  تُر۪يدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir.

ز۪ينَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الْحَيٰوةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تُطِـعْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir.

Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَغْفَلْنَا ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اَغْفَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

قَلْبَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَنْ ذِكْرِنَا  car mecruru  اَغْفَلْنَا  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  اتَّبَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

هَوٰيهُ  mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir. كَانَ  fetha üzere mebni nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  اَمْرُهُ  kelimesi  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  فُرُطاً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. 

تُطِـعْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İf’al babındadır. Sülâsîsi  طوع ’dir.

اَغْفَلْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  غفل ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

اتَّبَعَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
 

وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُ

 

Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. وَ  atıf harfidir. Ayetin ilk cümlesi önceki ayetteki …وَاتْلُ  cümlesine, hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

مَعَ  ile bilikte  اصْبِرْ  fiiline müteallık olan has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ  şeklinde müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Sabah akşam Rabblerini ananlara ait olan  هُمْ  zamirine  رَبَّ  lafzının muzâf olması onları tazim ve tekrim içindir.

بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ [Sabah akşam] ifadesi “her zaman”dan kinayedir.

Rablerini andıkları vakitlerin sabah ve akşam olarak sayılması taksim sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُر۪يدُونَ وَجْهَهُ  cümlesi,  يَدْعُونَ nin failinden hal-i müekkide olarak ıtnâbdır.  وَ ’la gelmeyen bu hal cümlesi onların bu hallerinin sürekli bir özellik olduğuna işaret eder.

صْبِرْ [Sabır] kelimesinin asıl manası, engellemek, alıkoymak, hapsetmektir. Hz. Peygamberin (sav) insanları “masbûre”den nehyetmesi de bu manadadır. Masbûre ise bir yere hapsedilip geriden bir şey atılarak öldürülen hayvan demektir. (Fahreddin er-Râzî) 

وَاصْبِرْ نَفْسَكَ [Kendini tut] ibaresi onu hapset ve sabit kıl,  مَعَ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ [Sabah akşam Rablerine dua edenlerle] ibaresi bütün vakitlerinde yahut gündüzün iki ucunda demektir. (Beyzâvî)

الْغَدٰوةِ (Sabah) - الْعَشِيِّ (Akşam) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)

Kureyş'in ileri gelenleri bir araya geldiler ve Hz. Peygambere (sav), “Sana iman etmemizi istiyorsan şu fakirleri yanından kov. Biz geldiğimizde onlar bulunmasınlar. Onlar için yanına gelecekleri ayrı bir vakit ayır.” dediler. Allah Teâlâ bunun üzerine, “Sabah akşam Rablerine dua edenleri, yanından kovma.” ayetini indirdi ve “Onları kovmanın caiz olmayacağını belirterek aksine onlarla otur, onlarla uyum içinde ol, onlara kıymet ver. Kâfirlerin sözlerine aldırma. Kâfirlere, yanına gelseler de gelmeseler de değer verme.” buyurmuştur. Binaenaleyh bu hadise, kendinden önceki ayetlerde anlatılanlardan ayrı, başlı başına bir şeydir. Bu ayetin bir benzeri de En'am Suresindeki, “Sabah akşam Rablerine dua edenleri yanından kovma.” ayetidir. Cenab-ı Hak o ayette, Hz. Peygamberin o kimseleri kovmasını yasaklamış, bu ayette ise onlarla beraber oturmayı, onlara karşı sabır göstermeyi emretmiş ve “Candan sebat et.” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî) 


وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْۚ تُر۪يدُ ز۪ينَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِـعْ مَنْ اَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوٰيهُ وَكَانَ اَمْرُهُ فُرُطاً

 

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle  وَ ’la …وَاصْبِرْ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  تُر۪يدُ ز۪ينَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا cümlesi,  عَيْنَاكَ ‘deki zamirden haldir. Muzâfun ileyhten hal, mümkün olmuştur. Çünkü muzâf, muzâfun ileyhin cüzüdür.

Cümle, hal-i müekkide olarak ıtnâbdır.  وَ ’la gelmeyen bu hal cümlesi onların bu hallerinin sürekli bir özellik olduğuna işaret eder.

يُر۪يدُونَ وَجْهَهُ  cümlesiyle  تُر۪يدُ ز۪ينَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

Allah Teâlâ sonra,  وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْۚ  [Gözlerini onlardan ayırma.]  buyurmuştur. Bu fiil  عَنْ  harf-i ceri ile müteaddi olur. Bu harf-i cer, uzaklık manası taşır. (Fahreddin er-Râzî)

Fiilin faili, iki gözdür.  ك  zamirine muzâf olduğu için tesniye  ن 'u düşmüştür.

وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ  ve  ولاتُعَدِ şeklinde de okunmuştur. (Beyzâvî)

Aynı üslupta gelen …وَلَا تُطِـعْ مَنْ اَغْفَلْنَا قَلْبَهُ  cümlesi,  وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ  cümlesine hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir.

لَا تُطِـعْ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ in sılası olan  اَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrara (Hâlidî, Vakafât, s. 107), fiilin azamet zamirine isnadı tazime işaret etmiştir.

Veciz anlatım kastıyla gelen  ذِكْرِنَا  izafetinde  ذِكْرِ  kelimesinin azamet zamirine izafesi, onun şeref ve itibarının yüksekliğini göstermiştir. 

وَاتَّبَعَ هَوٰيهُ  cümlesi, sıla cümlesine matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Yine sılaya matuf olan  وَكَانَ اَمْرُهُ فُرُطاً  cümlesi ise  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlelerin sılaya atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

اَغْفَلَنَا  şeklinde de okunmuştur ki o zaman fiil kalbe isnat edilir, mana da kalbi bizi onu unutup da sorumlu tutmayacağımızı zannetti şeklinde olur. (Beyzâvî)

Cenab-ı Hak  تُر۪يدُ ز۪ينَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا  [Dünya hayatının zinetini arzu ederek] buyurmuştur. Bu, hal cümlesidir. [Kalbini bizi anmaktan gaflet verdiğimiz] buyruğundan, haktan yüz çevirmek, [heva ü hevesine uyanı] buyruğunda ise halka yönelmek kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî) 

الْغَدٰوةِ - الْعَشِيِّ , الْحَيٰوةِ - الدُّنْيَا , قَلْبَهُ - عَيْنَاكَ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

لَا تُطِـعْ - وَاتَّبَعَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb,  وَاصْبِرْ - فُرُطاً  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

فُرُطاً , haddi aşan demektir. Leys, “فرط : Aşırı demektir. Nitekim Arapçada, ‘شان فلان  فرط (Falancanın her işi fart'dır yani aşırılıktır.) denir demiştir.” (Fahreddin er-Râzî) 

يُر۪يدُونَ - تُر۪يدُ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak,  يَدْعُونَ - تَعْدُ  kelimelerinde ise cinas-ı nakıs vardır. Ayrıca bu kelime grupları arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Hz. Peygamberin boyun eğmemesi gereken kimselerin; kalplerinin gafil kılınmış olması, boş arzularına uymaları ve işlerinin aşırılık olduğu özelliklerin sayılması taksim sanatıdır.

Bu kelam, şu hususa dikkat çekmektedir: O kodaman kâfirlerin Peygamberimize bu teklifte bulunmalarının sebebi, onların kalplerinin, Allah'tan ve O'nun cihetinden gafil olması ve hissiyata tamamen dalmalarıdır. Bundan dolayı da onlar, gerçek şerefin, bedenin süsü ile değil fakat ruhun ziyneti ile olduğunu kavrayamamışlardır. (Ebüssuûd)

Ebu Said el-Hudri (ra) şöyle demiştir: “Ben bir grup fakir ve zayıf muhacirle oturuyordum. Çıplaklıklarından dolayı birbirlerine siper olmuşlardı. İçlerinden birisi Kur'an okuyordu. Derken, Allah'ın Resulü (sav) çıkageldi ve ‘Ne yapıyorsunuz?’ dedi. Biz de “Ya Resulullah, birisi Allah'ın kitabından okuyor, biz de onu dinliyoruz.’ dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), ‘Ümmetimden, kendileri ile oturup kalkmam ve beraberliklerine sabretmem emredilen kimseler nasip eden Allah'a hamdolsun.’ buyurdu. Sonra da ortamıza oturarak ‘Ey fakir muhacirler, kıyamet günü (sizin olacak) mükemmel nurdan dolayı sevinin. Sizler, cennete zenginlerden elli bin sene (Ebu Davud'daki rivayete göre yarım gün yani beş yüz sene) önce gireceksiniz.’ buyurdu.” (Ebu Davud, İlim, 13, 37323), (Fahreddin er-Râzî)