Kehf Sûresi 29. Ayet

وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَٓاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَٓاءَ فَلْيَكْفُرْۙ اِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلظَّالِم۪ينَ نَاراًۙ اَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَاۜ وَاِنْ يَسْتَغ۪يثُوا يُغَاثُوا بِمَٓاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَۜ بِئْسَ الشَّرَابُۜ وَسَٓاءَتْ مُرْتَفَقاً  ...

De ki: “Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” Biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, onun alevden duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) feryat edip yardım dilediklerinde, maden eriyiği gibi, yüzleri yakıp kavuran bir su ile kendilerine yardım edilir. O ne kötü bir içecektir! Cehennem ne korkunç bir yaslanacak yerdir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقُلِ de ki ق و ل
2 الْحَقُّ bu gerçek ح ق ق
3 مِنْ -dendir
4 رَبِّكُمْ Rabbiniz- ر ب ب
5 فَمَنْ artık kimse
6 شَاءَ dileyen ش ي ا
7 فَلْيُؤْمِنْ inansın ا م ن
8 وَمَنْ ve kimse
9 شَاءَ dileyen ش ي ا
10 فَلْيَكْفُرْ inkar etsin ك ف ر
11 إِنَّا çünkü biz
12 أَعْتَدْنَا hazırladık ع ت د
13 لِلظَّالِمِينَ zalimlere ظ ل م
14 نَارًا bir ateş ن و ر
15 أَحَاطَ kuşatmıştır ح و ط
16 بِهِمْ onları
17 سُرَادِقُهَا çadırı س ر د ق
18 وَإِنْ ve eğer
19 يَسْتَغِيثُوا feryad edip yardım isteseler غ و ث
20 يُغَاثُوا kendilerine yardım edilir غ و ث
21 بِمَاءٍ bir su ile م و ه
22 كَالْمُهْلِ erimiş maden gibi م ه ل
23 يَشْوِي haşlayan ش و ي
24 الْوُجُوهَ yüzleri و ج ه
25 بِئْسَ o ne kötü ب ا س
26 الشَّرَابُ bir içecektir ش ر ب
27 وَسَاءَتْ ve ne kötü س و ا
28 مُرْتَفَقًا ağırlanmadır ر ف ق
 
Burada da Resûlullah’ın onlara şu gerçekleri hatırlatması istenmektedir: Bu din, Allah katından gelmiş bir dindir. Bunun karşısında zengin-fakir, güzel-çirkin, ünlü-ünsüz, güçlü-güçsüz ayırımı yapmaksızın herkes eşittir. Kur’an, insanlar arasında hiçbir ayırım gözetmeksizin herkese aynı şekilde ve eşit olarak hitap eder. Dileyen ona inanır, dileyen de inkâr eder. İnananın faydası, inanmayanın da zararı kendisine aittir. İnsanlara inanmaları için herhangi bir baskı yapılamayacağı gibi, putperest zenginlerin keyfi için Allah’a samimiyetle inanan fakirler de ihmal edilemezler ve Peygamber’in huzurundan uzaklaştırılamazlar. 
 
 Âyet, inkâr edenlerin uhrevî sorumluluğunu ayrıca vurgulamakla beraber, aynı zamanda din özgürlüğü konusunda önemli bir dayanak oluşturmakta, dünyada inananlar kadar inanmayanların da temel insan haklarına sahip olduğuna işaret etmektedir.
 
 Allah insanı akıl ve irade gibi hakkı bâtıldan ayırma yetenekleriyle donatmıştır. İnsan bu yeteneklerini kullanarak gerçeğin ve iyinin arayışı içinde olmaz, aksine bâtılda ısrar ederse kalbi iyice kararır. Allah’ın onu zorla doğru yola sevketmesi mümkünse de bu durum O’nun vermiş olduğu yetki-sorumluluk, ceza-mükâfat düzeniyle uyuşmaz. Bu yüzden, “Gerçek, rabbinizden gelendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin” buyurulmuştur (Allah’ın dilemesi hakkında bilgi için bk. En‘âm6/39, 107, 111).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 551-552
 

Mehele مهل :   مَهْلٌ bir işi acele etmeden teenî ile yapmak ve sakin olmaktır. Bu köke ait if'al formundaki أمْهَلَ  fiili nazikçe/yumuşakça davranmak; acele edipte onu sıkıştırmamak, ona biraz mühlet vermek demektir. مُهْلٌ  kelimesi ise zeytinyağının tortusudur. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri mühlet ve mehildir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَٓاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَٓاءَ فَلْيَكْفُرْۙ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قُلِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir.

Mekulü’l-kavli,  الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ ’dur. قُلِ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

الْحَقُّ mübteda olup lafzen merfûdur.  مِنْ رَبِّكُمْ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.

شَٓاءَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

Mef’ûlun bihi mahzuftur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  ل  emir lamıdır.  يُؤْمِنْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.

شَٓاءَ  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  شَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mef’ûlu mahzuftur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  ل  emir lamıdır.  يَكْفُرْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.


اِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلظَّالِم۪ينَ نَاراًۙ 

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اَعْتَدْنَا  fiil cümlesi اِنَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur.  اَعْتَدْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

لِلظَّالِم۪ينَ  car mecruru  اَعْتَدْنَا  fiiline müteallıktır. اَلظَّالِم۪ينَ nin  cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.  

نَاراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اَلظَّالِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَعْتَدْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  عتد ‘dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

 

 اَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَاۜ

 

Fiil cümlesidir.  اَحَاطَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  بِهِمْ  car mecruru  اَحَاطَ  fiiline müteallıktır.

سُرَادِقُهَا  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur 

اَحَاطَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  حوط ‘dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


وَاِنْ يَسْتَغ۪يثُوا يُغَاثُوا بِمَٓاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَۜ 

 

وَ  atıf harfidir. اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. يَسْتَغ۪يثُوا  şart fiili olup  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir.  Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

فَ  karinesi olmadan gelen  يُغَاثُوا بِمَٓاءٍ  cümlesi şartın cevabıdır.

يُغَاثُوا  fiili  نَ ’un  hazfıyla meczum, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i faili olarak mahallen merfûdur.  

بِمَٓاءٍ  car mecruru  يُغَاثُوا  fiiline müteallıktır.  كَالْمُهْلِ  car mecruru  مَٓاءٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

يَشْوِي  fiili,  مَٓاءٍ ’in ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَشْوِي  fiili,  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. 

الْوُجُوهَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يَسْتَغ۪يثُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  غوث ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.

يُغَاثُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  غوث ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 بِئْسَ الشَّرَابُۜ 

 

بِئْسَ  camid fiil olup zem fiillerindendir.  الشَّرَابُ  kelimesi  بِئْسَ ’nin faili olup damme ile merfûdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri;  الماء الذي كالمهل (Erimiş maden gibi olan su) şeklindedir.

بِئْسَ  zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

1. Failinin  ال ’lı gelmesi 

2. Failinin  ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi 

3. Bu fiillerin  مَا  harfine bitişik olarak gelmesi

4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَسَٓاءَتْ مُرْتَفَقاً

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  سَٓاءَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis içindir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir. Zem fiillerindendir.  سَٓاءَتْ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri;  جهنم ’dir.  مُرْتَفَقاً  temyiz olup fetha ile mansubdur. 

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُرْتَفَقاً   kelimesi sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiilin ism-i mef’ûludür.

 

وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَٓاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَٓاءَ فَلْيَكْفُرْۙ 

 

Mütekellim Allah Teâlâ, muhatab Hz. Peygamberdir.  وَ  atıftır. Cümle, önceki ayetteki …وَاصْبِرْ نَفْسَكَ  cümlesine hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلِ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır.  مِنْ رَبِّكُمْ , mübteda olan  الْحَقُّ ’nun mahzuf haberine müteallıktır.

فَ  atıf harfiyle makabline atfedilen  فَمَنْ شَٓاءَ فَلْيُؤْمِنْ  cümlesinde  مَنْ  şart ismidir. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Şart cümlesi olan  مَنْ شَٓاءَ , faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasındaki  شَٓاءَ  cümlesi  مَنْ ’in haberidir. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)  شَٓاءَ  fiilinin mef’ûlünün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Cevap cümlesi olan  فَلْيُؤْمِنْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aynı üslupta gelen  وَمَنْ شَٓاءَ فَلْيَكْفُرْۙ  cümlesi, tezat nedeniyle makabline atfedilmiştir.

فَمَنْ شَٓاءَ فَلْيُؤْمِنْ  cümlesiyle, وَمَنْ شَٓاءَ فَلْيَكْفُرْۙ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

فَلْيَكْفُرْۙ - فَلْيُؤْمِنْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

فَمَنْ - شَٓاءَ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah Teâlâ  الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ  [Hak, Rabbinizdendir.] ifadesiyle, kulun kendi keyfine göre hareket etmesinin doğru olmadığını ima etmekle birlikte  فَمَنْ شَٓاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَٓاءَ فَلْيَكْفُرْۙ   [Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.] cümlesiyle muhatabın iman veya küfrü tercih etme hususunda muhayyer olduğunu beyan etmektedir. (Beyzâvî, III, 494)

Görüldüğü gibi ayetteki  فَلْيُؤْمِنْ - فَلْيَكْفُرْۙ  emir fiilleri muhatabın iki durumdan birini tercih etmede muhayyer olduğunu belirtmek üzere kullanılmıştır.

“De ki: Hak Rabbinizdendir.” Yani hak Allah tarafından olandır; keyfin istediği şey değildir. Hakk'ın mahzuf mübtedanın haberi ve  مِنْ رَبِّكُمْ  de hal olması da caizdir. (Beyzâvî)

Bu ayet-i kerimede ibhamdan sonra açıklamak maksadıyla mef’ûl hazf olmuştur. Çünkü  فَمَنْ شَٓاءَ  denildiğinde birşey istendiği bellidir ama istenen şey müphemdir. Şartın cevabı gelince bu müphemlik ortadan kalkar. Birinci bölümde bunun iman, ikinci bölümde ise küfür olduğu anlaşılır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

“Artık dileyen…” ifadesi, açıkça onlar için bir tehdittir ve onların imanına ihtiyaç olmadığını, kendilerinin ve imanlarının olup olmamasına aldırmadığını bildirmektedir. (Ebüssuûd)


اِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلظَّالِم۪ينَ نَاراًۙ اَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَاۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümlenin önceki cümle için ta’liliyye olduğu da söylenmiştir.

اِنَّٓ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّٓ ’nin haberi olan  اَعْتَدْنَا  mazi sıygada fiil cümlesidir. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

O kâfirlerin zalim olarak ifade edilmeleri, küfrü tercih etmenin ve seçmenin haddi aşmak ve eşyanın yerini haksız olarak değiştirmek olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)

Zalimlerden maksat, müşriklerdir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki şirk büyük zulümdür.” (Âşûr)

اَعْتَدْنَا  fiilinin mef’ûlü olan  نَاراًۙ ’deki tenvin, kesret, nev ve tazim ifade eder.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَاۜ  cümlesi, نَاراًۙ  için sıfattır. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Nekre isimden sonra gelen cümleler sıfat olurlar.

Cümlede tasrihi istiare vardır. Onları çevreleyen ateş her yanı kaplayan çadıra benzetilmiştir. Çadır nasıl içindekileri çevreler, kaplarsa ateş de onları çepeçevre saracaktır. Câmi her ikisindeki çepeçevre sarma özelliğidir. Müşebbehün bih yani müstearun minh zikredildiği için istiare-i tasrîhiyyedir.

Bu kelam, ağır bir azap vaadidir; mezkûr tehdide de tekiddir ve onun ifade ettiği küfür zecrinin (küfürden caydırmanın) illetinin beyanıdır yahut muhayyer bırakmanın zahirinden anlaşılan, onların küfrüne aldırmamanın ve kendilerini küfürden caydırmaya da pek önem verilmemesinin sebebini beyan etmektedir. Çünkü küfrün cezasını hazırlamak, kendilerine mühlet verilmesinin sebeplerindendir. (Ebüssuûd)

سُرَادِقُهَا , kıl çadırın etrafında bulunan engel ve mânia anlamındadır. Buna göre Cenab-ı Hak, cehennemin, o cehennemlikleri bütün yönden saran çadır benzeri birşey olduğunu haber vermiştir ki bundan maksat, onların o cehennemden kurtuluşlarının olmadığını ve cehennemin dışında kalan şeylere sapmak suretiyle ferahlayacakları bir alanın ve boşluğun bulunmadığını; tam aksine cehennemin onları her yönden kuşattığını açıklamaktır. (Fahreddin er-Râzî)


وَاِنْ يَسْتَغ۪يثُوا يُغَاثُوا بِمَٓاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَۜ

 

اَحَاطَ cümlesine matuf olan cümle, şart üslubunda haberî isnaddır.  يَسْتَغ۪يثُوا  şart, يُغَاثُوا  cevap cümlesidir. Her ikisi de müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği olayı göz önünde canlandırır ve muhatabı etkiler.

Şart ve cevap cümleleri arasında muvazene ve müşâkele sanatları vardır.

بِمَٓاءٍ ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.

Car mecrur  كَالْمُهْلِ , nekre isim  بِمَٓاءٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَشْوِي الْوُجُوهَۜ  cümlesi,  بِمَٓاءٍ  için ikinci sıfattır. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

يَسْتَغ۪يثُوا - يُغَاثُوا   kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اِنْ يَسْتَغ۪يثُوا يُغَاثُوا  [Eğer susarlarsa sulanırlar] ifadesinin ardından serinlik ve içecek arzusunu karşılayan su zikredilip, sonrasında içilemeyecek bir şey verilmesi, onlara olan zemmi tekid etmiştir. Bu, tekidü’z-zem bima yeşbihu’l-medh sanatıdır. 

يُغَاثُوا بِمَٓاءٍ  ifadesi ile onların umut besleyecekleri bir zemin oluşmuş fakat devamındaki ifadeler gerçeğin bunun tam tersi olduğunu göstermiştir. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)

Ebu Ubeyde ve Ahfeş, “Altın, bakır ve gümüş kabilinden eritmiş olduğun her şey,  الْمُهْل 'dür” demişlerdir. Bunun, cehennemliklerden akan irin ve kan olduğu veya bir çeşit katran olduğu da ileri sürülmüştür. (Fahreddin er-Râzî)

بِمَٓاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ [Erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile yardım edilir.] cümlesinde teşbih vardır. Benzetme edatı ile benzetme yönü anlatıldığı için buna mürsel mufassal teşbih denir. (Safvetü’t Tefasir)

Zuhaylî, ayet-i kerimenin  كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ  kısmında teşbih edatı ve benzetme yönü zikredildiği için “teşbîh-i mürsel mufassal” bulunduğunu söylemektedir. Yani bu zalim kâfirler cehennem ateşinin sıcaklığı dolayısıyla susuzluklarını gidermek için ateşte oldukları sırada medet dileyip yardım ve su isteyecek olurlarsa yağ tortusu yahut kan ve irini andıran katılaşmış bir su ile imdatlarına koşulur. Kâfir içmek için yaklaştığında o su yüzünü kavurur, öyle ki yüz derileri dökülür.

Burada aynı zamanda bir tehekküm ve istihza üslubu söz konusudur. 

İbni Âşûr bunu şöyle ifade ediyor: Buradaki ‘yardımlarına yetişilir’ anlamındaki  يُغَاثُوا  ifadesi, kendisi sebebiyle yardım talep edilen şeyin artırılması anlamında müsteâr olarak kullanılmış olup tehekküm üslubuyla gelmiştir. Bu, bir şeyin zıddına benzer bir şey ile tekit edilmesi kabilindendir. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsîru’l Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)


 بِئْسَ الشَّرَابُۜ وَسَٓاءَتْ مُرْتَفَقاً

 

Ayetin istînâfiyye olarak fasılla gelen son iki cümlesi, gayri talebî inşâî isnaddır.

بِئْسَ , zem anlamı taşıyan camid fiildir.  الشَّرَابُۜ , failidir. Takdiri هو  olan mahsusu mahzuftur. Yani cümlenin aslı  الماء الذي كالمهل  şeklindedir.

Aynı üsluptaki  وَسَٓاءَتْ مُرْتَفَقاً  cümlesi, makabline atfedilmiştir. İki cümle arasında lafzen ve manen ittifak vardır.

Müstetir zamir  هي  yani  نَاراًۙ , zem fiili  سَٓاءَتْ ’in failidir.  مُرْتَفَقاً , temyizdir.

يُغَاثُوا - مَٓاءٍ - الشَّرَابُ  ile  يَشْوِي - نَاراًۙ  ve  بِئْسَ - سَٓاءَتْ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayet, kasıt (irade) ve sebep (dâî) olmaksızın, herhangi bir failden herhangi bir fiilin sadır olmasının imkânsız olduğuna delalet eder. Bu ayette iki istiâre bulunmaktadır. 

Birincisi: yukarıda bahsedildiği gibi  اَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَاۜ [Ateş duvarları/çadırları zalimleri sarmıştır] ifadesidir. 

Diğer istiare de  وَسَٓاءَتْ مُرْتَفَقاً  [Ne kötü ikametgâh yeridir!] sözüdür. مُرْتَفَق  [üzerine dirsekle dayanılan yastık] demektir. Koltuk yastığı demek olan mirfeka da bu anlamla ilgilidir. Bunun benzeri  وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمِهَادُ۟  [Onların barınağı cehennemdir, o ne kötü döşektir! (Rad Suresi, 18)] ayetidir. Burada Yüce Allah, çadırları (سُرَادِقُ ) zikredince, sözün cüzleri birbirine benzesin, dizimi muntazam olsun diye yastıkları (مُرْتَفَق) da ardından zikretmiştir. Bir görüşe göre buradaki مُرْتَفَق , toplanma yeri yani müctema anlamında olup sanki bu görüşün sahibi, ifadenin ve  ساءت مرافقة  (Cehennem arkadaşlık/dostluk bakımından ne kötüdür!) anlamında olduğunu belirtmek istiyor. Çünkü arkadaşlık/dostluk, bir insan topluluğunun bir araya gelmesiyle oluşur. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)

Bazı kimseler şöyle demiştir: “Ateş, arkadaşlık gayesiyle bir araya toplanmak ve konaklamak açısından ne kötü bir yerdir. Çünkü cehennemlikler de tıpkı cennetliklerde olduğu gibi arkadaşlık etmek için bir araya toplanırlar. Nitekim, Allah Teâlâ cennetlikler hakkında, ‘Onlar ne iyi arkadaştır!’ buyurmuştur. Cehennemdeki arkadaşlar ise kâfirler ve şeytanlardır. Buna göre ayetin manası, ‘O arkadaşlar ve arkadaşlığın yapıldığı o yer, ne kötüdür.’ şeklinde olur. Bu tıpkı, ‘Cennetteki arkadaşları ile o arkadaşlığın yapıldığı cennet, ne güzel yerdir.’ denilmesine benzer.” (Fahreddin er-Râzî)