وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰى وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | şey |
|
2 | مَنَعَ | alıkoyan |
|
3 | النَّاسَ | insanları |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | يُؤْمِنُوا | inanmaktan |
|
6 | إِذْ | zaman |
|
7 | جَاءَهُمُ | kendilerine geldiği |
|
8 | الْهُدَىٰ | hidayet |
|
9 | وَيَسْتَغْفِرُوا | ve istiğfar etmekten |
|
10 | رَبَّهُمْ | Rablerine |
|
11 | إِلَّا | ancak |
|
12 | أَنْ |
|
|
13 | تَأْتِيَهُمْ | kendilerine de gelmesidir |
|
14 | سُنَّةُ | yasasının |
|
15 | الْأَوَّلِينَ | evvelkilerin |
|
16 | أَوْ | yahut |
|
17 | يَأْتِيَهُمُ | karşılarına gelmesidir |
|
18 | الْعَذَابُ | azabın |
|
19 | قُبُلًا | açıkça |
|
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰى وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلاً
وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. مَنَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
النَّاسَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, مَنَعَ fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlune müteallıktır. يُؤْمِنُٓوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِذْ zaman zarfı يُؤْمِنُٓوا fiiline müteallıktır.
(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَهُمُ الْهُدٰٓى ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْهُدٰٓى fail olup mukadder damme ile merfûdur.
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْتَغْفِرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
رَبَّهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اَنْ ve masdar-ı müevvel, مَنَعَ fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. Muzâfun ileyh hazf edilmiştir. Takdiri; إتيانها أو طلب إتيانها (Oraya gelmeleri veya oraya gelmeyi istemeleri) şeklindedir.
تَأْتِيَهُمْ mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. سُنَّةُ fail olup lafzen merfûdur. الْاَوَّل۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى ‘ dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَأْتِيَهُمُ mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْعَذَابُ fail olup lafzen merfûdur. قُبُلاً kelimesi الْعَذَابُ ‘nun hali olup fetha ile mansubdur. Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُؤْمِنُٓوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَسْتَغْفِرُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi غفر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰى وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلاً
وَ istînâfiyyedir. Menfi mazi fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki müspet muzari fiil cümlesi يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰٓى , masdar tevilinde مَنَعَ fiiilinin ikinci mef’ûlüdür. جَٓاءَهُمُ الْهُدٰٓى cümlesine muzâf olan zaman zarfı اِذْ , masdar cümlesinin fiili olan يُؤْمِنُٓوا ‘ye müteallıktır.
Ayetteki ikinci masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ cümlesi, مَنَعَ fiilinin faili konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiilin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
Tehdit manası taşıyan ayet, nefy harfi مَا ve hasr edatı اِلَّٓا ile oluşmuş bir kasr cümlesidir.
Kasr, fiille fail olan masdar-ı müevvel arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Ayette اَنْ masdar harfinin oluşturduğu iki masdar-ı müevvel vardır. Teceddüt ve devama delalet eden fiil getirilmiştir.
Aynı üslupta gelerek اَوْ atıf harfiyle masdar-ı müevvel cümlesine atfedilen اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلاً cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ ibaresinde fiilin faili olarak gelen azap kendi iradesiyle hareket eden irade sahibi bir varlık yerine konarak tehdidin artması sağlanmıştır. İstiare vardır.
جَٓاءَ - تَأْتِيَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, تَأْتِيَهُمْ - يَأْتِيَهُمُ kelimelerinde iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قُبُلاً , gözle görmektir. Zamirden veya azaptan hal olarak mansubdur. (Beyzâvî)
Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
قُبُلاً , ‘onlar hayatta iken kendilerine peş peşe gelen çeşitli azaplar’ demektir. Bu kelimenin, mukabele (hemen karşıda bulunan, aşikâr) manasında olduğu da söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Âşûr şöyle bir açıklama yapmıştır:
سُنَّةُ الأوَّلِينَ ; küfür şekilleri demektir. Sünnet kelimesinin onlara izafe edilmesi, masdarın failine izafesi gibidir. Yani السُّنَّةُ الَّتِي سَنَّها الأوَّلُونَ (Öncekilerin yaptığı gibi yapmak) demektir. İmanı engellemelerinin öncekilerin sünnetine isnadında istiare vardır. Mana şöyledir: Onların iman etmelerine engel olan şey; daha öncekilerin iman etmelerine engel olan inat, tuğyan, resulleri yalanlamak ve hafife almak adetleridir.
Burada imandan sonra istiğfarın zikredilmesi küfrü terk etmek için acele etmelerini, peygamberi yalanlamak ve kibirlenmek dolayısıyla tövbe etmelerini telkin etmek içindir.
Buradaki أوْ harfi إلى manasındadır. الإتْيانُ fiili de gelecekte gerçekleşeceği manasında mecazdır. أنِ masdariye, muzarinin müstakbel manasını ifade ettiğine delalet eder. Bu nisbî bir istikbaldir. Her ümmet için bir evvelki ümmetin sünneti vardır.
İman etmemelerinin öncekilerin sünnetine isnad edilmesi aklî mecazdır. Bu ifade; tehdit, uyarı, ikaz ve küfürden istiğfar konusunda acele etmeye teşvikten kinayedir. (Âşûr)