قُلْ مَنْ كَانَ فِي الضَّلَالَةِ فَلْيَمْدُدْ لَهُ الرَّحْمٰنُ مَداًّۚ حَتّٰٓى اِذَا رَاَوْا مَا يُوعَدُونَ اِمَّا الْعَذَابَ وَاِمَّا السَّاعَةَۜ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضْعَفُ جُنْداً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | مَنْ | kim |
|
3 | كَانَ | ise |
|
4 | فِي | içinde |
|
5 | الضَّلَالَةِ | sapıklık |
|
6 | فَلْيَمْدُدْ | süre versin |
|
7 | لَهُ | ona |
|
8 | الرَّحْمَٰنُ | Rahman |
|
9 | مَدًّا | bi süre |
|
10 | حَتَّىٰ | nihayet |
|
11 | إِذَا | zaman |
|
12 | رَأَوْا | gördükleri |
|
13 | مَا | şeyleri |
|
14 | يُوعَدُونَ | va’dedildikleri |
|
15 | إِمَّا | ya |
|
16 | الْعَذَابَ | azabı |
|
17 | وَإِمَّا | veya |
|
18 | السَّاعَةَ | (duruşma) sa’ati(ni) |
|
19 | فَسَيَعْلَمُونَ | bileceklerdir |
|
20 | مَنْ | kimin |
|
21 | هُوَ | o |
|
22 | شَرٌّ | daha kötüdür |
|
23 | مَكَانًا | mekanı |
|
24 | وَأَضْعَفُ | ve daha zayıftır |
|
25 | جُنْدًا | adamları |
|
Cenede جند :Sertlik ya da katılığı göz önüne alınarak askere/orduya جُنْدٌ denir. Temelde ise içinde taşlar bulunan sert yer anlamındaki جَنَدٌ kullanımından gelir. Daha sonra bir araya gelip toplanmış her şey için de kullanılır olmuştur. جُنْدٌ sözcüğünün çoğulu جُنُودٌ 'dur. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sadece bir formda isim olarak toplam 29 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri cunta (işari mana) ve Cüneyt'tir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
قُلْ مَنْ كَانَ فِي الضَّلَالَةِ فَلْيَمْدُدْ لَهُ الرَّحْمٰنُ مَداًّۚ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
Mekulü’l-kavl cümlesi مَنْ كَانَ فِي الضَّلَالَةِ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَنْ şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
كَانَ فِي الضَّلَالَةِ cümlesi مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir.
فِي الضَّلَالَةِ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. ل emir lamıdır. يَمْدُدْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
لَهُ car mecruru يَمْدُدْ fiiline müteallıktır. الرَّحْمٰنُ fail olup lafzen merfûdur.
مَداًّ mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
حَتّٰٓى اِذَا رَاَوْا مَا يُوعَدُونَ اِمَّا الْعَذَابَ وَاِمَّا السَّاعَةَۜ
حَتّٰٓى , ibtidaiyyedir. حَتّٰٓى edatı 3 şekilde kullanılabilir:
1) Harf-i cer olarak 2) Başlangıç edatı olarak 3) Atıf edatı olarak kullanılır. Burada başlangıç edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَاَوْا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَاَوْا mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُوعَدُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُوعَدُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
اَمَّا tafsil manasında şart harfidir.
Şart, tafsil ve tekid bildiren اَمَّا edatı, cevabının başındaki ف harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında ف harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
الْعَذَابَ kelimesi مَا ’dan bedel olup lafzen mansubdur.
اَمَّا tafsil manasında şart harfidir. السَّاعَةَ kelimesi مَا ’dan bedel olup lafzen mansubdur.
فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضْعَفُ جُنْداً
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. سَيَعْلَمُونَ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
يَعْلَمُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Müşterek ismi mevsûl مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası هُوَ شَرٌّ مَكَاناً ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. شَرٌّ haber olup lafzen merfûdur. مَكَاناً temyiz olup fetha ile mansubdur. وَاَضْعَفُ جُنْداً cümlesi شَرٌّ مَكَاناً ’e matuftur.
شَرٌّ - اَضْعَفُ kelimeleri ism-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzaf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ مَنْ كَانَ فِي الضَّلَالَةِ فَلْيَمْدُدْ لَهُ الرَّحْمٰنُ مَداًّۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. Peygambere (sav) emirle başlamıştır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mekulü’l-kavl cümlesi olan مَنْ كَانَ فِي الضَّلَالَةِ فَلْيَمْدُدْ لَهُ الرَّحْمٰنُ مَداًّۚ , şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مَنْ ismi mübteda, كانِ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. Sübut ifade eden isim cümlesindeki car mecrur فِي الضَّلَالَةِ , nakıs fiil كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
فَ karinesiyle gelen فَلْيَمْدُدْ لَهُ الرَّحْمٰنُ مَداًّۚ cümlesi şartın cevabı olup emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cevap fiiline dahil olan لْ , emir lamıdır. Fiili cezm yapmıştır.
Car mecrur لَهُ , ihtimam için failin önüne geçmiştir.
مَداًّۚ , mef’ûlü mutlak olarak cümleyi tekid etmiştir.
فِي الضَّلَالَةِ ibaresinde istiare vardır. Burada فِي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. فِي yerinde على harfi olmalıydı. Bilindiği gibi فِي harfi zarfiyedir. Müteallakı dalalet içinde olanlardır. Dalalet bir şeyi hakiki manada içine alacak mazruf özelliğine sahip değildir. Burada على manasının müteallakı, فِي manasının müteallakına ve على ’nın istilâ manası, فِي ’nin zarfiyye manasına benzetilmiştir. Böylece istilanın müteallakı, zarfiyenin müteallakına benzetilmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)
فَلْيَمْدُدْ لَهُ yani (Rahman ona süre versin), kendisine ömür süresi bahşetsin. Bu ifade emir kipinde kullanılarak, sözü edilen şeyin zorunluluğuna, adeta emredilmiş ve mutlaka yerine getirilecek bir şey konumunda olup mutlaka gerçekleşeceğine vurgu yapılmıştır. Ayrıca [Her kim dalalette ise Rahman ona istediği kadar süre versin] ifadesi, Allah’ın onun hayatını uzatması ve kendisine refah bahşetmesi yönünde bir dua ifadesi de olabilir. (Keşşâf)
Burada, sapkınlıkta bulunanlardan murad, hem kâfirleri hem de fani dünyanın lezzetlerine dalıp onlarla sevinenleri de kapsayan genel bir mana olabilir; yalnız kâfirlere de mahsus ve onlardan ibaret de olabilir. (Ebüssuûd)
Burada Rahman ismi kullanılmış, çünkü uzatmak ve mühlet vermek, dünyevî rahmetin hükümlerindendir. (Ebüssuûd)
المَدُّ kelimesi ipin gevşetilmesi ve uzatılması demektir. Burada olduğu gibi mecazen mühlet verme manasında kullanılır. (Âşûr)
حَتّى mühletin son noktasını ifade eder. Başlangıç içindir. Yani Rahman ona vadedilen azabı görünceye kadar mühlet verir demektir. Dolayısıyla kendilerine vadedilen azabı görünceye kadar kurtuluş yoktur ve lütuf sürelerinin uzunluğu onu bundan alıkoymaz.
Yani arkasından حَتّى gelen cümledeki gaye manası; müfred bir kelime olmasa da cümlenin içeriğidir. Takdiri; يَمُدُّ لَهُمُ الرَّحْمَنُ حَتّى يَرَوُا العَذابَ فَيَعْلَمُوا مَن هو أسْعَدُ ومَن هو أشْقى
Rahman azabı görünceye kadar onlara mühlet verir ki kimin daha saîd, kimin daha şaki olduğunu bilsinler şeklindedir. (Âşûr)
حَتّٰٓى اِذَا رَاَوْا مَا يُوعَدُونَ اِمَّا الْعَذَابَ وَاِمَّا السَّاعَةَۜ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضْعَفُ جُنْداً
حَتّٰٓى ibtida harfi, اِذَا şart manalı zaman zarfıdır. Şart üslubunda gelen ayette اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumunda olan şart cümlesi …رَاَوْا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Zaman ismi olan اِذْ ’in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Hac Suresi 26)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
رَاَوْا fiiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası …يُوعَدُونَ
cümlesi müspet muzari fiil sıygasında gelmiş, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
Muzari fiille ifade edilmesinin hikmeti, vaadi göz önünde canlandırmak ve ne zaman vuku bulacağı konusundaki haşyet ve korku duygusunun yenileneceğine işaret etmektir.
يُوعَدُونَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
اِمَّا السَّاعَةَ ifadesi, اِمَّا الْعَذَابَ ’ye tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.
اِمَّا , iki yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır. اِمَّا ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur (tahyîr/muhayyerlik). Ancak her iki yargının gerçekleşmesi de mümkün olabilir (ibâha). Mâlekî, talebi cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının tahyîr ve ibâha, haberî cümlelerden sonra kullanılan اِمَّا edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضْعَفُ جُنْداً ‘ne dahil olan istikbal harfi سَ , tekid ifade eder. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan هُوَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضْعَفُ جُنْداً , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَضْعَفُ , haber olan شَرٌّ ’a tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir. Her iki kelime de ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Sıla cümlesinde kelamın başında zikredilen şeyin sonunda hazf edilmesi, sonunda mezkûr olanın da baş tarafta hazf edilmesi olarak tanımlanan ihtibâk sanatı vardır. وَاَضْعَفُ جُنْداً ibaresinde önceki cümleden anlaşıldığı için هُوَ hazf edilmiştir.
İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)
مَكَاناً ve جُنْداً temyizdir.
Arapçada bir kelime veya cümle ifade edilişi itibariyle ek bir açıklamaya ihtiyaç duyabilir. Açıklanmaya ihtiyaç duyan müphem isim veya cümleye yapılan ek izahat, o müphem kelime veya cümlenin açıklayıcısı manasında temyizi, başka bir deyişle mümeyyezi olur. (Halil İbrahim Karaöz Arap Dili Gramerinde Temyiz Y.L.Tez)
خَيْرٌ - شَرٌّ kelimeleri arasında tıbâk sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)
الضَّلَالَةِ - شَرٌّ - الْعَذَابَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِمَّا ’nın tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İki مَنْ arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
شَرٌّ مَكَاناً ve اَضْعَفُ جُنْداً [Yerce daha kötü ve adamca daha zayıf] ifadesinde leff-ü neşr-i mürettep sanatı vardır. Zira birincisi yani شَرٌّ مَكَاناً [yerce daha kötü], 73. ayetteki خَيْرٌ مَقَاماً [makamı daha iyi] ifadesine, ikincisi yani اَضْعَفُ جُنْداً [adamca daha zayıf)] ise yine 73. ayetteki وَاَحْسَنُ نَدِياًّ [meclisi daha güzel] ifadesi ile ilgilidir.
[Yerce kim daha kötü imiş bilecekler] iki fırkadan, o zaman durumun kendi takdirlerinin tam aksine olduğunu görecekler ve istifade ettikleri şeyin perişanlığa döndüğünü ve boyunlarına vebal olduğunu göreceklerdir. Bu da şartın cevabıdır, cümle de حَتّٰٓى ’dan sonra hikâye edilmiştir. حَتّٰٓى, iptidaiyedir. (Beyzâvî)
“Ya azap ya kıyamet” ifadesi, ayette bahsedilen azap ile kıyametten önce olacak bir azabın kastedildiğine delalet eder. Çünkü ayetteki “ya kıyamet” ifadesi ile kıyamet günü kastedilmiştir. Kıyamet gününden önce olacak o azap ile ya kabir azabı yahut da insanların ölürken görüp müşahede ettikleri azap kastedilmiş olabilir. Çünkü insanlar ölüm anında, hak ettikleri şeyi anlayıp görürler. Yine bu azapla onların dünyadaki hallerinin, izzetten (şereften) zelilliğe, zenginlikten fakirliğe, sıhhatten hastalığa, emniyetten korkuya dönüşmesinin kastedilmiş olması da mümkündür. Yine bununla müminlerin onlara hükümran kılınması yahut da Bedir günü kâfirlerin başına gelen hezimetin kastedilmiş olması da mümkündür. (Fahreddin er-Râzî)