Bakara Sûresi 143. Ayet

وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطاً لِتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَه۪يداًۜ وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّت۪ي كُنْتَ عَلَيْهَٓا اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يَتَّبِـعُ الرَّسُولَ مِمَّنْ يَنْقَلِبُ عَلٰى عَقِبَيْهِۜ وَاِنْ كَانَتْ لَكَب۪يرَةً اِلَّا عَلَى الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُض۪يعَ ا۪يمَانَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ  ...

Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta bir ümmet yaptık. Her ne kadar Allah’ın doğru yolu gösterdiği kimselerden başkasına ağır gelse de biz, yönelmekte olduğun ciheti ancak; Resûl’e tabi olanlarla, gerisingeriye dönecekleri ayırd edelim diye kıble yaptık. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَذَٰلِكَ ve böylece
2 جَعَلْنَاكُمْ sizi kıldık ج ع ل
3 أُمَّةً bir ümmet ا م م
4 وَسَطًا vasat و س ط
5 لِتَكُونُوا olmanız için ك و ن
6 شُهَدَاءَ şahit ش ه د
7 عَلَى -a
8 النَّاسِ insanlar- ن و س
9 وَيَكُونَ ve olması için ك و ن
10 الرَّسُولُ rasulün (de) ر س ل
11 عَلَيْكُمْ size
12 شَهِيدًا şahit ش ه د
13 وَمَا
14 جَعَلْنَا ve yap(ma)dık ج ع ل
15 الْقِبْلَةَ bir kıble ق ب ل
16 الَّتِي
17 كُنْتَ olduğunuzu ك و ن
18 عَلَيْهَا üzerinde
19 إِلَّا sadece (yaptık)
20 لِنَعْلَمَ bilmek için ع ل م
21 مَنْ kimseyi
22 يَتَّبِعُ uyan ت ب ع
23 الرَّسُولَ Elçi’ye ر س ل
24 مِمَّنْ kimseden
25 يَنْقَلِبُ geriye dönen ق ل ب
26 عَلَىٰ üzerinde
27 عَقِبَيْهِ ökçesi ع ق ب
28 وَإِنْ ve elbette
29 كَانَتْ ك و ن
30 لَكَبِيرَةً ağır gelir ك ب ر
31 إِلَّا başkasına
32 عَلَى
33 الَّذِينَ kimseye
34 هَدَى yol gösterdiği ه د ي
35 اللَّهُ Allah’ın
36 وَمَا değildir
37 كَانَ ك و ن
38 اللَّهُ Allah
39 لِيُضِيعَ zayi edecek ض ي ع
40 إِيمَانَكُمْ sizin imanınızı ا م ن
41 إِنَّ şüphesiz
42 اللَّهَ Allah
43 بِالنَّاسِ insanlara ن و س
44 لَرَءُوفٌ şefkatlidir ر ا ف
45 رَحِيمٌ merhametlidir ر ح م
 

‘Allah seni affedecek” 5dk 56sn 

Belki bu video vesilesi ile hep birlikte Furkan suresi 70. ayeti ezberler namazlarımıza katabiliriz. Namazlarımıza daha iyi odaklanmanın en iyi yollarından biri yeni ezberlediğimiz bir ayeti okumaktır.

https://youtu.be/zbPHFDdeb9w

Bakara’nın mucizesi, vasat ümmet ne demek? 2dk 29 sn

https://youtu.be/tOqQxg2hsXw  

 

Riyazus Salihin, 419 Nolu Hadis

Ömer İbnü’l-Hattâb radıyallahu anh şöyle dedi:

“(Bir keresinde) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e (ayrı düştüğü) çocuğuna duyduğu özlemden dolayı rastladığı her çocuğu kucaklayan, göğsüne bastırıp emziren bir kadının da aralarında bulunduğu bir esir grubunu getirdiler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem çevresindekilere (o kadını işaretle):

- “Bu kadının çocuğunu ateşe atacağına ihtimal verir misiniz?”diye sordu.

- Aslâ, atmaz! dedik.

Bunun üzerine Hz. Peygamber:

- “İşte Allah Teâlâ kullarına, bu kadının yavrusuna olan şefkatinden daha merhametlidir” buyurdu.

Buhârî, Edeb 18; Müslim,Tevbe 22. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 1; İbni Mâce, Zühd 35

 

  Ayette ‘sizi ‘vasat’ bir ümmet kıldık’ buyurulmaktadır.

  Vasat kelimesi geçtiği için kelimeyi aynen aktarmış olsak da meallerde bu kelimenin kullanılması uygun olmayacaktır. Çünkü Türkçe’de vasat kelimesinin olumsuz, ortalamanın altında, ‘idare eder’ manasına gelen bir anlamı vardır.

  Halbuki Arapçada vasat; bir şeyin, birbirine eşit iki tarafı bulunan şeyler için ortası manasında kullanılmaktadır. Batı literatüründeki ‘optimum’ kelimesi gibi düşünülebilir. Böylece vasat kavramının ifrat ve tefritten uzak, mutedil söz, davranış ve hareketler için kullanıldığı anlaşılmaktadır.

  Bu kelime Türkçe’ye anlam kaymasına uğrayarak geçmiştir. Türkçe’de kullandığımız vasıta, vesait kelimeleri de bu kökten olup vasıta; aracı olan şey, araç demek olup vesait bunun çoğuludur.

 

 

وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَه۪يدًاۜ 

 

وَ istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. كَ harfi cerdir. مثل (gibi) manasındadır. Amiline takdim edilmiş mahzuf masdarın sıfatı olarak mahallen mansubtur. Takdiri جعلًا مثل ذلك جعلناكم (sizi yaptığımız gibi yaptılar) şeklindedir. ذا işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, muzâfun ileyhtir. ل harfi buûd, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir.  Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûl olarak mahallen mansubtur. اُمَّةً kelimesi جَعَلْنَا fiilinin ikinci mef’ûludur. وَسَطًا kelimesi اُمَّةً ’in sıfatı olup fetha ile mansubtur. لِ harfi, تَكُونُوا fiilini gizli أن ‘le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

أن ve masdar-ı müevvel لِ harfi ceriyle جَعَلْنَا fiiline müteallıktır. تكونوا nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

تكونوا ’nin ismi, cemi müzekker olan وا merfû muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. تكونوا ’nin haberi شُهَدَٓاءَ ’dir. فعلاء vezninden olduğu için tenvin almamıştır. عَلَى النَّاسِ car mecruru شُهَدَٓاءَ ’ye müteallıktır.

يَكُونَ cümlesi atıf harfi وَ ’la لِتَكُونُوا ’ye atfedilmiştir. الرَّسُولُ kelimesi يَكُونَ ’nin ismidir. عَلَيْكُمْ car mecruru شَه۪يدًا ’e müteallıktır. شَه۪يدًا ise يَكُونَ ’nin haberidir. 


وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّت۪ي كُنْتَ عَلَيْهَٓا اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّنْ يَنْقَلِبُ عَلٰى عَقِبَيْهِۜ 

 

وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. الْقِبْلَةَ mef’ûlun bihtir. الَّت۪ي müfret müennes has ismi mevsul olup جَعَلْنَا fiilinin ikinci mef’ûludur. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتَ عَلَيْهَٓا cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur. عَلَيْهَٓا car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. اِلَّا hasr edatıdır. لِ harfi, نَعْلَمَ fiilini gizli أن ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. Faili müstetir olup takdiri نحن dur.

أن ve masdarı müevvel لِ harfi ceriyle جَعَلْنَا fiiline müteallıktır. مَنْ Müşterek ism-i mevsûlu نَعْلَمَ fiilinin iki mef’ûlu yerindedir. İsm-i mevsûlun sılası يَتَّبِعُ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. الرَّسُولَ kelimesi يَتَّبِعُ fiilinin mef’ûlu bihidir. مَنْ müşterek ism-i mevsûl مِنْ harfi ceriyle birlikte نَعْلَمَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَنْقَلِبُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. عَلٰى عَقِبَيْهِۜ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. Takdiri مرتدًّا على عقبيه (iki topuğu üstünde gerisin geriye) şeklindedir. عَقِبَيْ müsenna olduğu için ي ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


وَاِنْ كَانَتْ لَكَب۪يرَةً اِلَّا عَلَى الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُۜ 


وَ haliyyedir. İtiraziyye olması da caizdir. اِنْ harfi muhaffefedir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir هي zamiridir. لَ , farika (ayırt edici) lâmıdır. اِنَّ ’den hafifletilen اِنْ ’in diğer اِنْ ’lerden ayırt edilmesi için, haberinin başına getirilir. Bunun için de adına farika denmiştir. لَكَب۪يرَةً kelimesi كَانَ ’nin haberidir. Sıfat-ı müşebbehedir. اِلَّا hasr edatıdır. عَلَى الَّذ۪ينَ istisna yerindedir. Müstesnası mahzuftur. Takdiri وإن كانت لكبيرة على الناس إلا على الناس الذين هداهم الله (Allah’ın hidayete erdirdiği insanlar dışındakilerine ağır gelir) şeklindedir. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, عَلَى harfi ceriyle birlikte كَب۪يرَةً ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası هَدَى اللّٰهُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. 

وَاِنْ كَانَتْ لَكَب۪يرَةً [O kıblenin değiştirilmesi... elbette büyüktür (ağırdır)]. Buradaki اِنْ edatı lâm-ı farika’yı [yani, اِنَّ ’nin şeddesiz formu olarak kesinlik ve tekit anlamı ifade eden اِنْ harfini, olumsuzluk edatı olan اِنْ ‘den ayırdığı için, haberin başına gelen لَ gelmesini] gerekli kılan in-i muhaffefe’dir. [yani, tekit edatı olarak aynı işi gören اِنَّ’nin şeddesiz formu]. كَانَتْ fiilindeki zamir de (o), “(Daha önce) yönelmekte olduğun ciheti ancak ... diye kıble yaptık” ibaresinin delalet ettiği “dönme”, “değiştirme” veya “kılma” fiillerine aittir. Bu zamirin “kıble”ye ait olması da caizdir. “Elbette büyüktür”, yani ağır ve meşakkatlidir. (Keşşâf) 

وَاِنْ كَانَتْ لَكَب۪يرَةً [Bu elbette ağır gelecektir.] Bu kullanımın üç veçhi vardır:

1. Bu ifadede geçen اِنْ nefy anlamındadır. اِنِ الْكَافِرُونَ اِلَّا ف۪ي غُرُورٍۚ [Kâfirler ancak gurur içindedir.] [Mülk 67/20] ayetinde de bu anlamda kullanılmıştır. لَكَب۪يرَةً  ifadesindeki  لَ ise إِلَّا manasındadır. اِنْ كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا لَمَفْعُولًا [Rabbimizin vaadi muhakkak yerine gelecektir.” [İsrâ 17/108] ayetinde bu anlamda kullanılmıştır.

2. اِنْ harfi, لَ ile birlikte vurgulama anlamındadır. اِنْ harfi , قَدْ manasına; لَ ise yemin manasına gelir. Takdiri [Allah’a yemin olsun ki ağır gelmiştir.] şeklindedir.

3. اِنْ tahkik içindir. “Kendisiyle görüşmeyi istemesem de falancayla karşılaştım.” ifadesindeki kullanım böyledir. Yani ‘onunla karşılaşmayı istememekle birlikte’, demektir. Bu takdirde ayetin manası “Bu ancak hidayet üzere olan kimselerin dışındakilere ağır gelmekle birlikte” şeklindedir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)


وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُض۪يعَ ا۪يمَانَكُمْۜ


وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi اللّٰهُ lafza-i celâlidir. لِيُض۪يعَ fiiline dahil olan لِ , lâmul cuhuddur. Muzariyi gizli أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir. 

أن ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ceriyle birlikte كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri ما كان الله راضيا لضياع إيمانكم (Allah sizin imanınızı zayi etmekten razı değildir.) şeklindedir. يُض۪يعَ fiilinin faili müstetir هُو ’dir. ا۪يمَانَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


اِنَّ اللّٰهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ


اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اِنَّ ’nin ismi اللّٰهَ lafza-i celâlidir. بِالنَّاسِ car mecruru رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ kelimelerine müteallıktır. لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. رَؤُ۫فٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberidir. رَح۪يمٌ ise ikinci haberidir. رَؤُ۫فٌ ve رَح۪يمٌ kelimeleri sıfatı müşebbehe veya mübalağalı ism-i fail kalıplarındandır.

Rahîm kelimesi daha umumidir. Raûf ise daha mübalağalıdır. İki kelimeyi bir arada zikretmesi iki manayı birden ifade etmek istemesi sebebiyledir. Daha mübalağalı olanla başlamış, daha umumi olanla bitirmiştir. Buradaki anlam şöyledir: Şefkat ve merhameti ile onları oradan buraya taşımıştır. Bu kendileri için daha iyidir.  (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

 

وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَه۪يدًاۜ 


و , atıf veya istînâfiyyedir. Ayette îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ, takdiri جعلنا olan fiilin mef’ûlü mutlakına müteallıktır.

كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/28, S. 101)

Kezâlike / İşte böyle", aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir.(Ebüssuûd)

Cümle müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اُمَّةً ’deki tenvin tazim ifadesi içindir. 

لِتَكُونُوا fiilinde; كَان ‘nin dahil olduğu isim cümlesi لِ sebebiyle masdar-ı müevvel olarak ta’lil cümlesidir. Müteakip cümle ta’lil cümlesine matuftur. Her ikisi de faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini ve sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

شُهَدَٓاءَ - شَه۪يدًاۜ ve تَكُونُوا- يَكُونَ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عَلَيْكُمْ شَه۪يدًاۜ ibaresinde car mecrur amiline takdim edilmiştir. Peygamberin şahitliği, ümmetine tahsis edilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbır er-Ruveyni, Min Ğarîbi’l Kur’ani’l Kerim, Soru 1129)

Burada ilâhî hitabın sırf Peygambere tahsis edilmesi, bu kelâmın ifade ettiği marifetin, Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) tahsis edilmeye lâyık sırlardan olduğuna işaret etmek içindir. (Ebüssuûd)

Önceki ayetteki gaib zamirden,ı bu ayetteki azamet zamirine iltifat vardır.

تَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِ cümlesi ile وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَه۪يدًاۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

Vasat kelimesi, mübalağa (mânâyı kuvvetlendirme) amacıyla mezkûr vasıflara sahip kimseler için de kullanılmıştır. Yani sanki bu kişiler, o vasıfların tâ kendileri olmuşlardır. (Ebüssuûd)

اُمَّةً وَسَطًا lafzında istiare vardır. وَسَطًا kelimesinin asıl anlamı bir şeye nisbetle eşit uzaklıkta olmaktır. Beşeriyetin övgüye değer hali için müstear olmuştur. 

وَسَطًا  lugatta dairenin merkezi gibi, bütün çevreye aynı uzaklıkta olan orta noktaya denir. Sonra mecazi olarak beşeri güzel hasletler için kullanılmıştır. Bu ayette de mecazi manada kullanılmıştır. Yahudiler dengeyi bozmuşlardır. Müslümanlar ise her açıdan dengeli olarak, güzel hasletlerle ifrat ve tefrit arasında bulunmaktadır.

Akılda, şehvette ve gazapta iki uç vardır. 

Akıl: Demagoji yapılır. Halkın istekleri, önyargı ve korkularına dayalı olarak yapılan siyaset ve destek arayışıdır. 

Şehvet ve arzular (yeme içme vs istekleri): Hedonizm (hazzı önceleyerek yaşama) ve hiç bir istek duymama şeklinde iki uç.

Gazap ve öfke: Ya her şeye kızmak veya hiçbir şeye aldırmamak.

Vasat, yani bunların ortalaması ise, akılda hikmet, şehvette iffet, gazapta şecaattir.

Bu ayet-i kerimede iki yerde car mecrurun farklı geldiği görülür. Birincisinde takdim yoktur, çünkü burada ihtisas kastedilmemiştir. Ama ikincide ihtisas manası kastedildiği için takdim yapılmıştır. (Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

[İnsanlara birer şahit olasınız diye…] Rivayete göre; kıyamet günü ümmetler peygamberlerinin tebliğini inkâr edince, Allah -kendisi çok iyi bildiği halde- peygamberlerden tebliğ vazifelerini yaptıklarına dair açık delil isteyecek de, bunun üzerine Ümmet-i Muhammed gelip şahitlik edecek. Şahitlik yapan, lehine şahitlik yapılacak kimse için gözetleyici ve koruyucu konumunda olduğu için isti‘lâ edatı عَلَى getirilmiştir. Şayet “Neden şahitliğin sıla (bağlaç) kısmı önce cümle sonuna bırakılmışken, daha sonra  وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَه۪يدًاۜ şeklinde cümlenin önüne alınmıştır?” dersen, şöyle derim: Bunun sebebi; birinci cümlede Ümmet-i Muhammed’in diğer ümmetlere şahitlik yapacağının ispatı amaçlanmışken, ikinci cümlede amaçlanan, bu ümmetin kendilerine sırf Peygamber (s.a.)’in şahitlik yapacağına dair ayrıcalık kazanmış olmalarıdır. Çünkü harf -i cerin önce gelmesi mef‘ûlün özgünleşmesini sağlar. Yani “Size başkaları değil, sadece Hazret-i Peygamber şahitlik edecektir” demektir ki, bu da bu ümmet için bir ayrıcalıktır. (Keşşâf)

Ayette وَسَطًا  kelimesinin akla ilk gelen anlamı Türkçede de karşılığını bulan “vasat” mânâsıdır. Zira ayetin siyâk ve sibâkının Yahudilerin ve Hristiyanların kıblelerinden bahsetmesi, onların batıya ve doğuya yönelmeleri zahiren bir ortada bulunma anlamını vehmeder. Fakat orta yolu izleyen ve insanlığa şahit olabilecek durumda olan ümmet tanımlamasıyla kıble veya tarihsel süreçteki bir ortada bulunma hali değil kelimenin uzak anlamıyla ümmetin “seçkin ve dengeli” olması kastedilmektedir ki burada çok güzel bir tevriye mevcuttur. Ayetin devamında uzak anlama dair zikredilenَ لِتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِ tüm insanlığa şâhitler olasınız” karînesi de mubeyyen bir tevriye olduğunu göstermektedir. (Kur’ân-I Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları  / Hasan Uçar) 

 

وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّت۪ي كُنْتَ عَلَيْهَٓا اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّنْ يَنْقَلِبُ عَلٰى عَقِبَيْهِۜ 


Cümle öncesine temasül nedeniyle atfedilmiştir. Menfi fiil sıygasıyla gelen cümle faide-i haber talebî kelamdır. Nefy harfinden sonra gelen hasr edatı اِلَّا ile oluşan kasr, cümlenin anlamını olumluya çevirmiştir. 

جَعَلْنَا fiilinin ilk mef’ûlü الَّت۪ي ’nin sılası, faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. كان ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Cümledeki diğer iki ism-i mevsûlün sılaları fiil cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsm-i mevsûllerde müphem yapıları nedeniyle tevcîh sanatı vardır.

Bu ayette ‘iki ökçesi üzerinde geri döner’ ifadesinde temsili istiare vardır. Dininden dönen kimseler, ökçeleri üzerinde geri dönenlere benzetilmiştir.

Bu yöne dönmenin Allah’ın hidayete erdirdiği kişilerin dışında kalanlar için ağır olduğu söylenmiştir. Daha önce bu ifade namaz hakkında geçmişti. (Bakara/45) Burada da kıbleye dönmek konusunda gelmiştir.

يَتَّبِعُ fiili, iftiâl babındadır. Bu yüzden zaman isteyen meşakkatli bir iş olduğunu ifade eder ki o, alışkın olduğu kıblesini değiştirir.

الَّت۪ي كُنْتَ عَلَيْهَٓا cümlesi kıblenin sıfatı değil, جَعَلْنَا [kıldı] fiilinin iki mef‘ûlünden ikincisidir. Buna göre mana; ‘’Biz kıbleyi, üzerinde bulunduğun yön -yani Kâbe- kılmadık’’ şeklinde takdir edilir. Çünkü Peygamber zaten Mekke’de iken Kâbe’ye doğru namaz kılıyordu. Hicretten sonra ise Yahudilerin gönlünü almak için Beyt-i Makdis ’teki kayalığa doğru namaz kılması emredilmiş; daha sonra kıble (tekrar) Kâbe’ye döndürülmüştür. Buna göre; “Yönelmen gereken kıbleyi, daha evvel Mekke’de iken yöneldiğin cihet kılmadık, yani seni ancak insanları sınamak ve denemek için tekrar oraya döndürdük.” buyurmuş oluyor. (Keşşâf)


وَاِنْ كَانَتْ لَكَب۪يرَةً اِلَّا عَلَى الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُۜ 

 

و haliyyedir. اِنْ tekid ifade eden muhaffefe اِنَّ ’dir. Cümle اِنَّ ve isme isnatla tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. كَانَ ’nin haberine dahil olan لَ harfi, اِنْ ‘in muhaffefe اِنَّ olduğuna delalet eden lamu’l farikadır.

الَّذ۪ينَ ’de tevcîh sanatı vardır. Sılası faide-i haber ibtidaî kelam olan müsbet fiil cümlesidir. Bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâlin müsnedün ileyh olması, telezzüz, teberrük ve kalplerde ünsiyet uyandırmak amacına matuftur. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle Allah isminde tecrîd sanatı vardır.

Bir görüşe göre كَانَتْ ifadesi ile kıble kastedilmektedir. Çünkü ayette zikredilen kıbledir. Başka bir görüşe göre ise كَانَتْ, [kıbleyi] değiştirme veya yöneltme anlamına gelip açıkça ifade edilmemiş (gizli) bir müennes masdardan kinaye ile kullanılmıştır. Buradaki  لَكَب۪يرَةً  ifadesi “ağır” anlamında kullanılmıştır. Bunun açıklaması [Şüphesiz namaz Allah’tan korkanlardan başkasına ağır gelir.] (el-Bakara 2/45) ayetinde de geçmiştir. [Allah’ın hidayet verdiği kimselerden başkasına] Yani Allah’ın, kendi emrine tabi kılıp hükmüne boyun eğdirdiği ve şeriata ittiba yolunda nefse karşı gelmeye muvaffak ettiği kimselerin dışındakilere ağır gelecektir.  (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

 

وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُض۪يعَ ا۪يمَانَكُمْۜ


Cümle و ’la جَعَلْنَاكُمْ cümlesine atfedilmiştir. كَانَ ’nin dahil olduğu menfi isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâlin كَانَ ’nin ismi olarak gelmesi, telezzüz, teberrük ve kalplerde ünsiyet uyandırmak amacına matuftur. Cümlede mütekellim Allah Teâlâdır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Lamu’l cuhudun dahil olduğu لِيُض۪يعَ ا۪يمَانَكُمْۜ cümlesi masdar teviliyle كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

…..مَا كَانَ  formunda gelen cümleler aklen vukuu mümkün olmayan durumlarda kullanılır.

جَعَلْنَا ve اللّٰهُ lafızları arasında iltifat sanatı vardır.

Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir sözünde iman kelimesi namaz manasında kullanılmıştır. Müminler Kudüs'e yönelik kılınmış olan önceki namazlarının durumunu merak ettikleri için bu açıklama gelmiştir. İmanın göstergesi namazdır. İman ancak namazla kâmil olur. Bu da namazın önemi hakkında çok çarpıcı bir husustur. İman ile namazın ne kadar ilişkili olduğunu gösterir. Sebep sonuç alakası dolayısıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır.

Buradaki iman lafzı için Fahreddin er-Râzî şöyle demiştir; “istiare yolu ile "iman" kelimesinin "namaz" manasında kullanılması caizdir”. 

اِنَّ اللّٰهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ 


Taliliye olarak fasılla gelen son cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Üç  unsurla tekid edilmiş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.  Bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâlin اِنَّ ’nin ismi olarak gelmesi tazim içindir. (Âşûr) Cümlede mütekellim Allah Teâlâdır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb sanatıdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِالنَّاسِ car mecrur amili olan رَؤُ۫فٌ kelimesine takdim edilmiştir. Bunun sebebi insanlara olan inayetine tenbih, şükretmeleri için uyarmak ve ayet sonlarındaki fasılaya riayet etmektir. (Âşûr)

Allah'ın Rahîm sıfatı, Rauf sıfatından daha kapsamlı olduğu hâlde onun, Rahîm sıfatından önce zikredilmesi, bir görüşe göre şu sebepledir: (Rahîm'in kökü olan) rahmet, kemiyet olarak (Raufun kökü olan) re'fetten daha fazladır. Re'fet de, keyfiyet olarak ondan daha kuvvetlidir. Çünkü re'fet, elem ve acılardan temiz olan nimetleri yaratıklara ulaştırmaktır; Rahmet ise, mutlak olarak nimetleri ulaştırmaktır. Bu, kangren olmuş bir uzvun kesilmesinde olduğu gibi bazen elem ve acı ile de olabilmektedir. (Ebüssuûd)

لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ : Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında وَ olmadan gelmesi, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir. 

 لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır.

Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfatı müşebbehe kalıbıdır.

Re'fet, aşırı merhamet demektir. Burada ayetin fasılası göz önüne alınarak daha mübalağalı olan رَؤُ۫فٌ sıygası öne alınmıştır. Fasıla, صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ve  رَح۪يمٌ  kelimelerinin sonlarındaki  مٌ  harfidir. 

اللّٰهَ - جَعَلْنَا - مَن - الرَّسُولَ kelimelerinin tekrarında   reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

هَدَى - ا۪يمَانَكُمْ ; الرَّسُولَ - اللّٰهَ ve مَن - ٱلَّذِینَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

كَانَ - كَانَتۡ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.