اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰى وَالْعَذَابَ بِالْمَغْفِرَةِۚ فَمَٓا اَصْبَرَهُمْ عَلَى النَّارِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أُولَٰئِكَ | onlar |
|
2 | الَّذِينَ | kimselerdir |
|
3 | اشْتَرَوُا | satın alan |
|
4 | الضَّلَالَةَ | sapıklığı |
|
5 | بِالْهُدَىٰ | hidayet karşılığında |
|
6 | وَالْعَذَابَ | ve azab |
|
7 | بِالْمَغْفِرَةِ | mağfiret karşılığında |
|
8 | فَمَا | ne kadar |
|
9 | أَصْبَرَهُمْ | cesaretlidirler |
|
10 | عَلَى | karşı |
|
11 | النَّارِ | ateşe |
|
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰى وَالْعَذَابَ بِالْمَغْفِرَةِۚ
İşaret ismi أُو۟لَـٰۤىِٕكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası ٱشۡتَرَوُا۟ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. ٱلضَّلَـٰلَةَ kelimesi ٱشۡتَرَوُا۟ fiilinin mef‘ûlüdür. بِٱلۡهُدَىٰ car mecruru ٱشۡتَرَوُا۟ fiiline veya mahzuf hale müteallıktır. ٱلۡعَذَابَ kelimesi mef‘ûle matuftur. بِٱلۡمَغۡفِرَةِ car mecruru da ٱشۡتَرَوُا۟ fiiline müteallıktır.
فَمَٓا اَصْبَرَهُمْ عَلَى النَّارِ
فَ istînâfiyyedir. مَاۤ nekre-i tam’dır. Mahallen merfû mübtedadır. أَصۡبَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمۡ mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubtur. عَلَى ٱلنَّارِ car mecruru أَصۡبَرَ fiiline müteallıktır.
أَصۡبَرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صبر ’dir. İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰى وَالْعَذَابَ بِالْمَغْفِرَةِۚ
Ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Önceki ayetteki إِنَّ ’nin haberidir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edileni tahkir ifade etmektedir.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması ise, zikri kerih görülen bu kimselerin sıla cümlesindeki işlerle çok meşgul olduğunu ifade ettiği gibi; ism-i mevsûlden sonra gelecek sıla cümlesini merakla beklemeye de sevk eder. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.
ٱلضَّلَـٰلَةَ - ٱلۡهُدَىٰ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, ٱلۡهُدَىٰ - ٱلۡمَغۡفِرَةِۚ ve ٱلضَّلَـٰلَةَ - ٱلۡعَذَابَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette اشْتَرَوُا lafzı, değiştirmek ve tercih etmek anlamı taşıdığı için müsteardır.
Bu ayette de Bakara/16 daki istiare kullanılmıştır. Hidayet ve dalalet alınıp satılacak şeyler değildir.
فَمَاۤ أَصۡبَرَهُمۡ عَلَى ٱلنَّارِ
Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Gerçek manada soru anlamı taşımayıp taaccüp ve yerme ifade ettiği için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
Allah Teâlâ’nın soru sorup cevap beklemesi muhal olduğundan istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Ayette îcâz-ı kasr sanatı vardır.
Bu konuda haddi aşmasından dolayı muhatabı hayrete düşüren bu söz, kısa olmakla birlikte büyük bir gazaba ve ileri derecede kınamaya delalet eden veciz bir sözdür. Yani nazmının azlığı, manasının çokluğundan dolayı son derece veciz ve üstün bir ifade biçimidir. (Konevî, XX, 94)
Kafirlerin dalaleti, ateşe sabırlı olmak şeklinde ifade edilerek tehekküm, taaccüb ifade eden bir üslup kullanılmış, böylece etki arttırılmıştır.
Bu cümle, hallerinin şaşkınlığını ifade etmektedir, çünkü hiç çekinmeden ateşi kazandıracak şeylere el atmışlardır. مَاۤ edatı tammedir, mübtedâ olarak merfû’dur, ya da مَاۤ edatı istifhamiyyedir, arkasındaki haberdir, yahut sılasıdır, haber de mahzûftur. (Beyzâvî)
مَاۤ , taaccüb manasında kullanılır. فَمَٓا اَصْبَرَهُمْ عَلَى النَّارِ [..onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar!] (Bakara, 175.), قُتِلَ الْاِنْسَانُ مَٓا اَكْفَرَهُۜ [Kahrolsun insan, ne de nankör!] (Abese, 17.) Ayetleri buna misaldir. Kuran’da bu iki misalin dışında, bir üçüncüsü yoktur. Ancak, Said b. Cubeyr’in kıraatına göre يَٓا اَيُّهَا الْاِنْسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْكَر۪يمِۙ [seni engin kerem sahibi Rabbine karşı ne aldatıp isyana sürükledi?] (İnfitar, 6.) Ayeti bundan müstesnadır. Bu ayetteki مَاۤ , mübteda olduğundan mahallen merfûdur, kendisinden sonra gelen de haberidir. Bu manadaki مَاۤ , tam nekredir. (İtkan, cilt 1)
Taaccüb, bir şeyin sebebini bilmeyen bir kimsenin yapacağı bir iş olup, ona uygun düşer. Şu halde; ‘’her şeyi bilen yüce Allah'a bu nasıl uygun düşer?" denilirse, buna şu şekilde cevap verebiliriz: Bu, Arapça'nın üslubu üzere gelmiş olan bir ifade olup, bunun hakikati şudur: Allahu Teâlâ bu ifade ile, onların, çirkin olan şeylerin en büyüğünü işlemeleri sebebiyle ceza çeşitlerinin en büyüğüne müstehak olduklarını beyan buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
Çünkü bunlar hidayeti sapıklığa, mağfireti azaba satmış, hidayet yerine sapıklığı, mağfiret yerine azabı almış kimselerdir. Artık sapıklık ve azap, onların ebedi olarak kazandıkları malları olmuştur. Bunlar, ateşe karşı ne sabırlı şeyler? Hayır ve sevaplara, iyiliklere, doğruluğa, hak ve hakikati açıklamaya, dünya zevklerinden birini feda etmeye asla sabredemeyen bu adamlar, ateşe götürecek ameller yapmakta ne sabırlar gösteriyorlar! Ve ebedî olarak ateşte yanmak için neler neler yapıyorlar! (Elmalılı)
Ayet-i kerime’deki مَاۤ , taaccüb ifade eden tam nekredir. Helak eden şey, gerçeği gizleyenleri sardığında onların haline müminlerin taaccübü manasındadır. Azap, dehşetine ve şiddetine kayıtsız kalınmayacak ateşledir. Taaccüb istikbalde olacak hadisenin vukuunu ve husulünü tekid ederek, olmuş menziline indirme şeklinde bina edilmiştir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru. 1289)