اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِه۪ ثَمَناً قَل۪يلاًۙ اُو۬لٰٓئِكَ مَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ اِلَّا النَّارَ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | يَكْتُمُونَ | gizleyen |
|
4 | مَا | bir şey |
|
5 | أَنْزَلَ | indirdiği |
|
6 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
7 | مِنَ | -tan |
|
8 | الْكِتَابِ | Kitap- |
|
9 | وَيَشْتَرُونَ | ve satanlar |
|
10 | بِهِ | onu |
|
11 | ثَمَنًا | paraya |
|
12 | قَلِيلًا | azıcık |
|
13 | أُولَٰئِكَ | işte onlar |
|
14 | مَا | bir şey |
|
15 | يَأْكُلُونَ | yemezler |
|
16 | فِي | -na |
|
17 | بُطُونِهِمْ | karınları- |
|
18 | إِلَّا | başka |
|
19 | النَّارَ | ateşten |
|
20 | وَلَا |
|
|
21 | يُكَلِّمُهُمُ | onlara konuşmayacak |
|
22 | اللَّهُ | Allah |
|
23 | يَوْمَ | günü |
|
24 | الْقِيَامَةِ | Kıyamet |
|
25 | وَلَا |
|
|
26 | يُزَكِّيهِمْ | ve onları temizlemeyecektir |
|
27 | وَلَهُمْ | ve onlar için vardır |
|
28 | عَذَابٌ | bir azab |
|
29 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
Qalle قلّ :
قِلَّةٌ ve كَثْرَةٌ sözcükleri temelde sayılarla ilgili kullanılır ve ve azlık ile çokluk manasına gelirler. Ancak müstear olarak (istiare yoluyla) başkası için de kullanılabilirler.
Yine bazen kinaye yoluyla azlık yani kıllet (قِلَّةٌ) sözcüğü zillet ve hakirlik hakkında da gelebilir. Bu sözcük kimi zaman da kinaye yoluyla izzeti dile getirmek için kullanılabilir. Çünkü aziz olan her şeyin mevcudiyeti de az olur. Sözgelimi 'Falan adam şunu çok az yapar.' denir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de çeşitli formlarda 76 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri istiklâl, kıllet, müstakil, kule ve kaylûledir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِه۪ ثَمَناً قَل۪يلاًۙ
إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ٱلَّذِینَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası یَكۡتُمُونَ ‘dir. یَكۡتُمُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ‘ı faildir. Müşterek ism-i mevsûl مَاۤ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası أَنزَلۡنَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. مِنَ ٱلۡكِتَـٰبِ car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf aid zamirinin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri ما أنزله الله حال كونه من الكتاب (Allah’ın indirdiği şey kitaplardan biri olmaktır) şeklindedir.
یَشۡتَرُونَ fiili وَ ’la یَكۡتُمُونَ fiiline atfedilmiştir. بِهِۦ car mecruru یَشۡتَرُونَ fiiline müteallıktır.
ثَمَنࣰا kelimesi mef‘ûlün bih olup fetha ile mansubtur. قَلِیلًا ise ثَمَنࣰا ’in sıfatıdır.
اُو۬لٰٓئِكَ مَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ اِلَّا النَّارَ
İşaret ismi أُو۟لَـٰۤىِٕكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یَأۡكُلُونَ muzari fiili haber olarak mahallen merfûdur. فِی بُطُونِ car mecruru یَأۡكُلُونَ fiiline müteallıktır. إِلَّا istisna harfidir. ٱلنَّارَ müstesnadır. Müstesna mansubattandır.
وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یُكَلِّمُ muzari fiildir. ٱللَّهُ lafza-i celâli, یُكَلِّمُهُمُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُمُ , mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubtur. یَوۡمَ zaman zarfı یُكَلِّمُهُمُ fiiline müteallıktır. Mef‘ûlün fih olarak mansubtur. ٱلۡقِیَـٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۚ
وَ atıf harfi, لَا nafiyedir. Menfi muzari fiil یُزَكِّیهِمۡ merfûdur. Ref alameti damme, son harfe takdir edilmiştir. Bitişik zamir هِمۡ , fiilin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubtur.
یُزَكِّیهِمۡ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi زكو’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
وَ atıf harfidir. لَهُمۡ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَذَابٌ muahhar mübtedadır. أَلِیمٌ ise عَذَابٌ kelimesinin sıfatıdır.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِه۪ ثَمَناً قَل۪يلاًۙ
Ayet müste’nefe cümlesidir. Fasılla gelmiştir. إِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır. Yahudi liderler hakkındadır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğuna işarettir. İsm-i mevsûllerde müphem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır.
ٱلَّذِینَ ve مَاۤ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Sıla cümlesinde müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
مِنَ , baziyet ifade eder.
یَشۡتَرُونَ fiili değiştirmek anlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla bu kelimede istiare vardır.
Hakir görülen bir bedele كثيرا yerine قَلِیلًا denmesinin sebebi, كثيرا dendiğinde mühim bir bedel anlaşılacağı içindir. O bedel azdır, azlıkla vasıflanmıştır. Çünkü, belli bir müddet içindir ve sonu kötüdür. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim,, Soru 1286)
ثَمَنࣰا , قَلِیلًا için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
159. ayet gibi başladığı için reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. Bize tekrar o ayeti ve ondan sonra zikredilenleri hatırlatıp düşündürür.
اُو۬لٰٓئِكَ مَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ اِلَّا النَّارَ
إِنَّ ’nin haberi olan bu cümle faide-i haber talebî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tahkir ifade eder. Müsnedin menfi muzari fiil formunda gelmesi, hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder. Bu durumun tekrarlanarak devam ettiği anlaşılır. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliğinden dolayı, muhatap olayı görmüş gibi etkilenir.
Nefy harfi ile istisna harfi arasında kasr oluşmuştur. Fiil mef‘ûlüne hasredilmiştir.
Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
أُو۟لَـٰۤىِٕكَ ’nin haberi olarak gelen cümle, menfi fiil sıygasında, faidei haber talebî kelamdır.
ٱلنَّارَ ’daki tarif daha önce 167. ayette geçtiği için ahdi sarihidir.
Ayetin bu cümlesinde temsili istiare vardır.
Temsili istiare, bir terkibin aralarındaki bir benzerlik sebebiyle ve karine-i mania bulunması şartıyla lugatta konduğu manada değil de başka bir manada kullanılması demektir. İstiare-i temsiliyye şöyle oluşur: Aralarındaki bir benzerlik sebebiyle bir sûret bir sûrete benzetilir, sonra ilk sûret hazfedilir, benzetilen sûret kalır. Tabii buna delalet eden bir de karine olmalıdır. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Ayette ateş yerine, kullanılanı (yani rüşveti) yediklerini ve bunun cezası olduğunu belirten istiare-i temsiliyye vardır. Ateşle temsil edileni yemelerinden oluşan heyet, ateşi yemelerinden oluşan heyete benzetilmiştir. Müşebbeh yerine müşebbehün bih kullanılmıştır. (Mahmut Sâfî)
[Karınlarına], yani karın dolusu, [ateşten başka bir şey yemiyorlar]. Çünkü bu kişi, eninde sonunda kendisine azap olarak dönecek bir “ateş”le içli dışlı olan şeyi yediğinde, sanki doğrudan ateş yemiş olmaktadır. Bununla ilgili olarak Araplar kan bedeli olan diyet parasını yiyen kişi için; أكل فلان الدم (Falanca kan yedi) derler. (Keşşâf)
‘İşte onlar karınları dolusu ateş yerler’ ifadesinde mecaz vardır. İnsan karın dolusu ateş yemez. Sebep alakası veya kevn-i lâhık alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı kullanılmıştır. Haram yolla elde ettikleri şey ahirette ateşe dönüşür. Kevn-i lâhık ise ileride olacak şeyi söylemektir. Böylece muhatabı etkileyip yaptığından vazgeçirmek daha kolay olur.
Yani onlar ancak kendilerini cehenneme götürecek haram mal yerler demektir. فِی بُطُونِهِمۡ إِلَّا ٱلنَّارَ terkibi ise onların hallerinin çirkinliğini ve adiliğini ifade eder ve onları cehennemin kızgın taşlarını yiyen kimseler olarak vasıflandırır. Bu da işitilen en korkunç bir söz ve elem veren en şiddetli şeydir. (Safvetü't Tefâsir)
Karınlarının arzusu ve zevkü sefası için istedikleri mal, batıldır. Ehli kitap ulemasının hakikati gizleyen şehvetleri, onları hakir bedeli seçmeye sevketmiştir. Bunda yemenin takriri (itirafa zorlama) ve onun mahallini beyanla tekid vardır. Cümlede kasr üslubu vardır. Karınlarına yedikleri şey ateşe kasredilmiştir. Bütün bunlara sebep olduğu için yedikleri, ateş olarak isimlendirilmiştir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim Soru:1288)
وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۚ
Cümle atıfla gelmiştir. Atıf sebebi temasüldür. یَأۡكُلُونَ cümlesine matuftur.
Faide-i haber ibtida-i kelamdır.
Müsnedün ileyh tazim, telezzüz ve teberrük için bütün cemâl ve celâl sıfatları bünyesinde taşıyan Allah ismiyle marife olmuştur.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla ayette tecrîd sanatı, lafza-i celâlin ayetteki tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.
Ayette idmâc sanatı vardır. Allah’ın kâfirleri temizlemeyip onlarla konuşmayacağı anlamının içinde, müminlerle konuşup onları temizleyeceği anlamı gizlidir.
[Ve Allah onlarla konuşmayacaktır.] Bu ifade, Allah’ın konuşarak şereflendirdiği ve överek tezkiye ettiği cennetliklerin durumundan bunların mahrum kalacağıyla ilgili bir tarizdir. Söylendiğine göre; konuşma olmayacağının belirtilmesi, bir kimsenin arkadaşına kızıp onunla sözü sohbeti kesmesine benzer şekilde Allah’ın bunlara olan öfkesinden ibarettir. (Keşşâf)
وَلَا یُزَكِّیهِمۡ makabline temasül nedeniyle atfedilmiştir.
زَكِّی fiilinin tef’îl babında gelmesi anlama mübalağa manası katmıştır.
[Ve onları temize çıkarmaz.] Onları bulaşıp bulandıkları günah kirinden temize çıkarmaz veya onlara sena olunmaz demektir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Ayetin son cümlesi temasül sebebiyle önceki cümleye atfedilmiştir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Cümle, haberin takdimi nedeniyle faidei haber talebî kelamdır.
عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir.
أَلِیمٌ sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb vardır.
عَذَابٌ - أَلِیمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Burada elîm azabın sürekli ve ebedi oluşunu ifade etmek için isim cümlesi gelmiştir. Zira isim cümlesi devamlılık ifade eder
Ayetteki takdim onların bu azaba muhakkak düçar olacaklarını, azaptan kurtulma ümitlerinin kesinlikle olamayacağını ifade eder.
[Onlar için ayrıca acıklı bir azap vardır.] Her üç cümle de, إِنَّ kelimesinin haberi üzerine matuftur. Dolayısıyla, bu kelimenin cümlelerden oluşan dört haberi bulunmaktadır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Çünkü [Bir kötülüğün cezası, onun gibi bir kötülüktür.] (Şûrâ, 42/40). Bunlar ise Allah'ın kelamını gizlediklerinden, ahirette rahmet sözünden mahrum kalacaklardır. Onları tezkiye etmeyecek ve günahlarından temizlemeyecektir. Mümine yapacağı gibi affından hissedar kılmayacak, oldukları gibi bütün kirlilikleriyle mahşer yerine getirecektir. Ve bunların hakkı acı veren devamlı bir azaptır. (Elmalılı)