يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ اَبْصَارَهُمْۜ كُلَّمَٓا اَضَٓاءَ لَهُمْ مَشَوْا ف۪يهِۙ وَاِذَٓا اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُواۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَكَادُ | neredeyse |
|
2 | الْبَرْقُ | şimşek |
|
3 | يَخْطَفُ | kapıverecek |
|
4 | أَبْصَارَهُمْ | gözlerini |
|
5 | كُلَّمَا | zaman |
|
6 | أَضَاءَ | aydınlattığı |
|
7 | لَهُمْ | onları |
|
8 | مَشَوْا | yürürler |
|
9 | فِيهِ | o(nun ışığı)nda |
|
10 | وَإِذَا | zaman |
|
11 | أَظْلَمَ | karanlık çöktüğü |
|
12 | عَلَيْهِمْ | üzerlerine |
|
13 | قَامُوا | dikilip kalırlar |
|
14 | وَلَوْ | eğer |
|
15 | شَاءَ | dileseydi |
|
16 | اللَّهُ | Allah |
|
17 | لَذَهَبَ | elbette götürürdü |
|
18 | بِسَمْعِهِمْ | işitmelerini |
|
19 | وَأَبْصَارِهِمْ | ve görmelerini |
|
20 | إِنَّ | Şüphesiz |
|
21 | اللَّهَ | Allah’ın |
|
22 | عَلَىٰ | üzerine |
|
23 | كُلِّ | her |
|
24 | شَيْءٍ | şey |
|
25 | قَدِيرٌ | gücü yeter |
|
Şimşek neredeyse onların gözlerini kapıp götürür. Her ne zaman onlar için aydınlatsa, o aydınlığıkta yürürler. (Etraf aydınlanınca onun içinde yürüyorlar. Aydınlanınca yürümek; Müslümanların kazandığı ganimetten hisse, pay almaktır). Onların üzerine karardığı vakit, karanlık kapladığı vakit durdular. (Aslında qâme ayağa kalkmak demektir. Burada durmak diye tercüme ediliyor. Bulundukları yerde kalakaldılar. Müminlerle beraberken bir menfaat elde ettiklerinde bundan çok memnun olurlar. Bir sıkıntı ile karşılaştıkları zaman isyan ederler.) Allah dileseydi işitme ve görme duyularını giderirdi. Allah’ın her şeye gücü yeter.
Şimşek: buluttan yere doğru bir akımdır. Yıldırım ise yerdeki negatif enerjinin yukarı doğru çıkmasıdır.
Burada anlatılan kişiler cahiliye karanlığında yaşıyorlar. Peygamber Efendimiz s.a.v. onları bu sapkınlıklarından çıkarmak için bir nur getirmiştir. Bu nuru kabul etmiyorlar. Bu ışıktan faydalanmak yerine bu ışıktan korkuyorlar. Gözleri kamaşıyor. O ışık Onların hayatını kurtaracak ama onu görmezlikten geliyorlar.
Peki neden gidermemiştir?
Tabii ki bunda hikmetler vardır. Eğer bir insanda hayır kalıntısı, ümit ışığı varsa Allah bu insanı helak etmez. Allah Rasûlü Sallallahu aleyhi ve sellem zamanında öyle münafıklar vardı ki hallerini düzelterek iman safına geçmişlerdir. Allah onlara mühlet vermiştir. Hemen helak etmemiştir, çünkü O Halimdir.
Buradan İslam’ın insanları terbiye ederken göstermiş olduğu metodun (Sabır, hilm, semahat ) mükemmelliğini görüyoruz. Bundan dolayıdır ki Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem münafıkların ismini bildiği halde hiçbir zaman ifşa etmemiş, onları her zaman gizlemiştir. Sadece bunu bilen sahabeden bir kişidir ki oda sır tutan Hüzeyfe radyallahu anhdır. (Nablusi Tefsiri)
Kevede كود :
Nakıs fiillerden olan bu kelime كادَ neredeyse ... yapmak/etmek üzere olmak anlamında kullanılır. Mazi ve muzari fiil çekimi olduğu halde emir fiil çekimi yoktur. Az kaldı ya da az kalsın şeklinde Türkçeye çevirilebilir. (Edatlar Sözlüğü)
Kuran’ı Kerim’de fiil formunda 20 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ اَبْصَارَهُمْۜ
Fiil cümlesidir. يَكَادُ mukarebe fiillerinden olup, nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref, haberini nasbeder.
الْبَرْقُ kelimesi يَكَادُ ’nün ismi olup damme ile merfûdur. يَخْطَفُ fiili, يَكَادُ ’ nün haberi olup mahallen mansubdur.
يَخْطَفُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اَبْصَارَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْۜ muzâfun ileyh olup mahallen mecrurdur.
كُلَّمَٓا اَضَٓاءَ لَهُمْ مَشَوْا ف۪يهِۙ
كُلَّمَٓا , şart manası taşıyan zaman zarfıdır. مَشَوْا fiiline mütealliktir. اَضَٓاءَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَضَٓاءَ şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُمْ car mecruru مَشَوْا fiiline mütealliktir.
فَ karînesi olmadan gelen مَشَوْا ف۪يهِۙ cümlesi şartın cevabıdır.
مَشَوْا iki sakinin birleşmesinden dolayı mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. ف۪يهِۙ car mecruru مَشَوْا fiiline mütealliktir.
اَضَٓاءَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi, ضوأ ‘dir.
İf’al babı fiile ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاِذَٓا اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُواۜ
اِذَٓا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. اَظْلَمَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَظْلَمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلَيْهِمْ car mecruru اَظْلَمَ fiiline mütealliktir.
فَ karînesi olmadan gelen قَامُواۜ cümlesi şartın cevabıdır.
قَامُواۜ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. شَٓاءَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ fail olup damme ile merfûdur. شَٓاءَ fiilinin mef‘ûlü mahzuftur. Çünkü zaten cevap buna delalet eder.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.
ذَهَبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بِسَمْعِ car mecruru ذَهَبَ ’ye mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْۜ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَبْصَارِهِمْۜ izafeti سَمْعِهِمْ ’ e matuftur.
اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâl اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. عَلٰى كُلِّ car mecruru قَد۪يرٌ۟ ‘e mütealliktir. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. قَدِ۪يرٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.
قَدِ۪يرٌ kelimesi فيعل vezninde sıfat-ı müşebbehedir.
Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ اَبْصَارَهُمْۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin muzari fiil oluşu, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhayyileyi canlandırarak, muhatabın konuyu kavramasında etkili olur.
Ayette iğrak yoluyla mübalağa yapılmıştır. İğrâk: Yapılan mübâlağanın aklen mümkün, âdeten muhal olmasıdır. Bu ayetlerde kelama dahil olan يَكَادُ (neredeyse) kelimesi bu iğrâkları makbul kılmıştır. Çünkü şimşeğin gözleri kör etmesi aklen mümkündür ama âdeten imkânsızdır. يَكَادُ kelimesi bu sözü imkânsızlık dairesinden çıkararak hakîkate yaklaştırmıştır.
Burada şimşeğin gözleri kapması يَخْطَفُ ifadesinde istiare vardır. Bununla anlatılmak istenen, ışığının kuvveti ve parıltısının şiddeti sebebiyle şimşeğin neredeyse onların gözlerini giderip kör edecek durumda olmasıdır. Yüce Allah'ın يَكَادُ سَنَا بَرْقِهٖ يَذْهَبُ بِالْاَبْصَارِؕ [Şimşeğin ziyası, neredeyse gözleri giderecek, kör edecekti] Nur/43 sözü de bu anlamın kanıtıdır. Hülasa bunun anlamı, ‘’Şimşeğin çakması sırasında nerdeyse münafıkların gözleri gidecek, kör olacaktı’’ demektir. Ancak Yüce Allah, kapma ve giderme eylemlerini gözlere değil, körlüğe sebep olduğu için şimşeğe isnat etmiştir. (Kur'an Mecazları Şerîf er-Radî)
Başka bir görüşe göre de خطف fiilinin برق ’e isnad edilmesi mecazî aklî babındandır. Çünkü körlük; şimşek sebebiyle olmuştur. (Min Ğarîbi Belâğati'l Kur'âni'l Kerîm, Ruveyni)
كُلَّمَٓا اَضَٓاءَ لَهُمْ مَشَوْا ف۪يهِۙ
Ayetin fasılla gelen ikinci cümlesi şart üslubunda haber isnaddır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
مَٓا nekre-i mevsufedir ve vakit manasındadır. Aid ise mahzuftur. Yani şimşeğin etkisiyle çevrenin birazcık aydınlanması esnasında demektir. Bunun amili de yine bunun cevabı olan, مَشَوْا ف۪يهِۙ [onda yürürler] olup onun aydınlığında/aydınlığı üzerine demektir. Bu da üçüncü bir istînâf (yeni) cümledir. Bu adeta ‘’Şimşeğin çakmasıyla kaybolması esnasında, bu iki durumda bunlar ne yaparlar?’’ şeklinde bir soru soran kimseye verilen cevap niteliğini taşıyor.
اَضَٓاءَ fiili geçişli olabilir; bu durumda anlam, “onlara yürüyecekleri yeri, yolu her aydınlattığında o yolu yürürler” şeklinde olur. Yine bu durumda fiilin mef‘ûlü (nesnesi) hazfedilmiş olur. Ancak bu fiil geçişsiz (nesnesiz) de olabilir. Bu durumda anlam, “şimşek her çaktığında onun aydınlattığı, ışığının vurduğu yerde yürürler” şeklinde olur. (Keşşâf)
Allahü teâlâ'nın "Şimşek onları aydınlatınca, onun ışığında yürürler" ayeti üçüncü bir istînâf cümlesidir. Bu, sanki "Onlar, şimşek ortaya çıktığı ve gizlendiği zaman ne yapıyorlar?" diyen kimseye bir cevaptır. Bundan maksad, bu durumun münafıklara ne kadar zor geldiğini, yağmura tutulanlara şimşeğin zor gelişine ve onların içinde bulundukları son derece şaşkınlık ile, şimşek çaktığı zaman onun, gözlerini kör edeceğinden korktukları halde, bu çakışını fırsat bilip böylece birkaç adım atan, şimşeğin ışığı kaybolduğunda, oldukları yerde kalakalan ve ne yapacaklarını bilmeyenler durumuna benzetmektir. Cenab-ı Allah isteseydi, gök gürültüsünü artırır ve böylece onları sağır eder; şimşeğin ışığını da artırarak onları kör ederdi. اَضَٓاءَ fiili ya müteaddidir ki buna göre mana: "Her ne zaman şimşek onlara bir yol aydınlatsa, onlar o yolu tutarlar" şeklinde olur. Bu takdirde meful hazfedilmiş demektir. Veya bu fiil müteaddi değildir. Buna göre mana, "Her ne zaman şimşek parlarsa onlar onun ışığının düştüğü yerde yürürler" şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)
Âyette "hızlı hızlı yürürler" veya "koşarlar" değil de "yürürler" denmesi, onların yavaş yavaş yürümenin ötesinde bir harekete muktedir olamadıklarına işarettir.
وَاِذَٓا اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُواۜ
Ayetteki ikinci şart cümlesi vav harfiyle önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi temasüldür.
Burada إنْ değil, إذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü إذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Sâmerrâî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Lokman Suresi)
مَشَوْ (yürüme), malum hareket şeklidir, hızlı olduğunda buna sa’y [koşar adım yürüme] denir. Daha da hızlı olduğunda ‘adv [koşma] denir.ayette aydınlatmadan söz edilirken كُلَّمَٓا (her ne zaman), karartmadan söz edilirken اِذَٓا (..dığı zaman) kullanılmıştır. Çünkü, onların bütün amaçları yürüyebilmektir; bunda çok hırslı ve gayretlidirler. Bu yüzden, ne zaman bir aydınlık görseler derhâl fırsatı değerlendirip yürümeye çalışırlar. Oysa yerlerinde durmaları, çakılıp kalmaları böyle değildir. (Keşşâf)
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْۜ
Ayetteki üçüncü şart cümlesi وَ harfiyle önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Cihet-i camia temasüldür. Cümle şart üslubunda haberi isnaddır.
Müsnedin ileyh tazim ve korkutmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan ٱللَّه ismiyle gelmiştir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması nedeniyle ayetteki lafz-ı celâlde tecrîd sanatı vardır.
Mef‘ûlun hazfedilmesi sebebiyle cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
اَبْصَارِهِم - سَمْعِهِمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Şart ve cevap fiilleri hudûs ve teceddüte, isnadın Allah’a olması karînesiyle istimrara delalet etmiştir.
شَٓاءَ (dilemek) fiilinin nesnesi hazfedilmiştir, çünkü verilen cevap, nesneye zaten delalet etmektedir. Anlam şöyledir: Allah onların işitme ve görme hislerini gidermek isteseydi, giderirdi. شَٓاءَ ve أراد fiillerinde bu hazif çokça yapılır; hatta bu fiillerin nesneleri, birkaç kuraldışı garip kullanım dışında hiçbir zaman açıkça zikredilmez. (Keşşâf)
Bu cümlenin başında bulunan لَوْ [eğer] edatı mazideki bir işin oluşunu, mefruz bir başka işin oluşuna bağlamak (ta'lik) için kullanılır. Başka bir deyişle şart ifade eden لَوْ edatı, bir mânâyı, bir başka mânânın husulü şartına bağlar. Bu şart iki mânâ arasındaki, bağlılığın sebebidir. Şart cümlelerinin mefhûmları arasındaki bağlılık ya küllî ya da cüz'î olur. Külliye örnek olarak Nahl (16) sûresinin 9. âyeti verilebilir. Şöyle ki:
وَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَعٖينَࣖ [Allah dileseydi sizin hepinizi hidayete erdirirdi.]
Açıkça anlaşıldığı gibi Allah'ın dilemesi, gerçekte hidâyetin sebebidir. Aralarında cüz'î bağlılık bulunan şart cümleleri için de şu örnekler verilebilir:
Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Seleme'nin kızı, yani kendi zevcesi Ümmü Seleme Hind binti Ebi Ümeyye'nin ilk kocasından olan kızı hakkında şöyle buyurmuştur: "Velev ki o, benim üvey kızım olmasaydı, bana yine helal olmazdı; çünkü o, benim süt kardeşimin kızıdır." (Ebüssuûd)
اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟
Ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ve takdim kasrıyla tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu cümle, mamulun amile kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O herşeye kadirdir. Muktedir olmadığı hiç bir şey yoktur.
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
قَد۪يرٌ۟ mübalağalı ismi fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Bu cümle Allah Teâlâ’nın tüm mevcudattaki tasarrufunun umumîliğine delalet etmektedir. Var olanı yok etmek ve yok olanı da var etmek yalnız O’nun elindedir.
عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ ifadesi maksûrun aleyh, قَد۪يرٌ۟ ise maksûrdur
Müsnedin ileyh tazim ve korkutmak için bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan ٱللَّه ismiyle gelmiştir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için, lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi hâlk arasında bilinir.
Bu cümle önceki ibare için tezyîl ifade eder. tezyîl, öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Nasıl ki burada münafıklardan fazlasıyla zikredilmesi mazeret sunmalarına engel olmak ve onlara yöneltilen suçların ispatına delil olmuş ise, bu ibaredeki tezyîl de münafıklara yönelik gözdağı ve tehdidi artırmıştır. (Min Ğarîbi Belâğati'l Kur'âni'l Kerim, Ruveyni)