وَالَّذ۪ينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجاًۚ وَصِيَّةً لِاَزْوَاجِهِمْ مَتَاعاً اِلَى الْحَوْلِ غَيْرَ اِخْرَاجٍۚ فَاِنْ خَرَجْنَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪ي مَا فَعَلْنَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِنَّ مِنْ مَعْرُوفٍۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
2 | يُتَوَفَّوْنَ | ölen |
|
3 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
4 | وَيَذَرُونَ | ve geriye bırakan(erkek)ler |
|
5 | أَزْوَاجًا | eşler |
|
6 | وَصِيَّةً | vasiyyet etsinler |
|
7 | لِأَزْوَاجِهِمْ | eşlerinin |
|
8 | مَتَاعًا | geçimlerinin sağlanmasını |
|
9 | إِلَى | kadar |
|
10 | الْحَوْلِ | bir yıla |
|
11 | غَيْرَ |
|
|
12 | إِخْرَاجٍ | (evlerinden) çıkarılmadan |
|
13 | فَإِنْ | şayet |
|
14 | خَرَجْنَ | kendileri çıkarlarsa |
|
15 | فَلَا | yoktur |
|
16 | جُنَاحَ | bir günah |
|
17 | عَلَيْكُمْ | sizin için |
|
18 | فِي |
|
|
19 | مَا | bir şey |
|
20 | فَعَلْنَ | yapmalarında |
|
21 | فِي | hakkında |
|
22 | أَنْفُسِهِنَّ | kendileri |
|
23 | مِنْ |
|
|
24 | مَعْرُوفٍ | uygun olanı |
|
25 | وَاللَّهُ | Allah |
|
26 | عَزِيزٌ | daima üstündür |
|
27 | حَكِيمٌ | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
وَالَّذ۪ينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجاًۚ وَصِيَّةً لِاَزْوَاجِهِمْ مَتَاعاً اِلَى الْحَوْلِ غَيْرَ اِخْرَاجٍۚ
وَ istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası یُتَوَفَّوۡنَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. یُتَوَفَّوۡنَ meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. مِنكُمۡ car mecruru naib-i failin mahzuf haline müteallıktır. یَذَرُونَ أَزۡوَ ٰجࣰا cümlesi atıf harfi وَ ’la یُتَوَفَّوۡنَ fiiline matuftur. یَذَرُونَ muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. أَزۡوَ ٰجࣰا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. وَصِیَّةࣰ mahzuf fiilin mef’ûlun bihidir. Takdiri; يتركون وصيّة (Vasiyet bırakırlar) şeklindedir. لِّأَزۡوَ ٰجِ car mecruru وَصِیَّةࣰ ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir هِم muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَّتَـٰعًا mef’ûlu mutlaktan naibtir. Çünkü masdardır. إِلَى ٱلۡحَوۡلِ car mecruru مَّتَـٰعًا ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. غَیۡرَ haldir veya مَّتَـٰعًا’in sıfatıdır. إِخۡرَاجࣲ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
غَیۡرَ إِخۡرَاجࣲ ifadesi ya هَذَا اَلْقَوْلُ غَيْرَ مَا تَقُولُ [Bu senin söyleyeceğin bir söz değil] sözüne benzer şekilde pekiştirici bir masdardır, ya da مَتَاعًا’den bedel veya لِاَزْوَاجِهِمْ ’den haldir; “evlerinden çıkarılmaksızın” demektir. (Keşşâf)
اِنْ خَرَجْنَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪ي مَا فَعَلْنَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِنَّ مِنْ مَعْرُوفٍۜ
فَ istînâfiyyedir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezmeder. خَرَجۡنَ şart fiili olarak mahallen meczumdur. (نَ) Nûnu’n-nisve fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. جُنَاحَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur. عَلَیۡكُمۡ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır. مَا müşterek ism-i mevsûlu فِی harf-i ceriyle birlikte لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası فَعَلۡنَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. فَعَلۡنَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Nûnu’n-nisve fail olarak mahallen merfûdur. فِیۤ أَنفُسِ car mecruru فَعَلۡنَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِن مَّعۡرُوفࣲۗ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. Takdiri; فعلنه من معروف (İyiliklerden yaparlar) şeklindedir.
وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübtedadır. عَزِیزٌ haber olup lafzen merfûdur. حَكِیمࣱ ise ikinci haberdir.
وَالَّذ۪ينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجاًۚ وَصِيَّةً لِاَزْوَاجِهِمْ مَتَاعاً اِلَى الْحَوْلِ غَيْرَ اِخْرَاجٍۚ
Ayet, istînâfiyyedir. İlk cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ ’den önce takdir edilen muzâf mübtedadır. Yani; وأزواج الذين يتوفون منكم [sizden ölenlerin eşleri] demektir. ...وَیَذَرُونَ , sıla cümlesi یُتَوَفَّوۡنَ ‘ye matuftur.
Mef’ûlü mutlak olan وَصِیَّة ‘in amili mahzuftur. Takdiri; يوصون (Vasiyet ederler) şeklindedir. Mukadderle birlikte faide-i haber talebî kelam olan bu fiil cümlesi, ٱلَّذِینَ ’nin haberidir. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
Müsnedin fiil sıygasında cümle oluşu; hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder.
Cümle, haberî isnad şeklinde geldiği halde emir manası taşıdığı için hakiki manayı ifade etmemiş, yani muktezâ-i zâhirin hilafına durum arz etmiş olduğundan mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
Ayette, aralarındaki münasebet sebebiyle bir manadan diğerine geçmek, sonra ilk manaya geri dönmek olarak tarif edilen istitrat sanatı vardır.
Bu ayetle 234. ayetin başlangıçları aynıdır. Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir. Tekrarlanan cümleler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Haberî isnad, asıl geliş sebebinden çıkıp da bu ayette olduğu gibi başka manalar ifade ettiği zaman hakiki mana ifade etmemiş olur. Bir kelamdan hakiki mana murad edilmediği zaman mecaz olur.
Bu ayette kadınlardan أَزۡوَ ٰجࣰا şeklinde bahsedilmesi kevn-i sabık alakasıyla mecaz-ı mürseldir. Çünkü eşlerden biri ölünce nikâh düşer.
غَیۡرَ إِخۡرَاجࣲۚ [Evlerinden çıkarılmadan.] Bir görüşe göre bu kısım haldir. Yani, ‘’onları evlerinden çıkarmaksızın” demektir. Bir veche göre مَّتَـٰعًا kelimesinin sıfatıdır. Bir veche göre masdardır ve “çıkarmak olmaz” takdirindedir. Bir görüşe göre harf-i cerin hazfiyle nasb edilmiştir ve “çıkarmaksızın” demektir. Bu, başlangıçta meşru bir hüküm iken sonra neshedilmiştir. Araplar bir adam öldüğünde ve arkasında eşini bıraktığında, kadının evlenmesine asla izin vermiyorlardı. Ölenin malına el koyup karısına ise hiçbir şey vermiyorlardı. Hatta onu da miras olarak alıyorlardı. Bu konuda لَا يَحِلُّ لَكُمْ اَنْ تَرِثُوا النِّسَٓاءَ كَرْهًاۜ [Kadınları zorla miras almanız helal değildir.] (Nisâ 4/19) ayeti nazil oldu. Araplar bu uygulamaya alışmışlardı. Allah Teâlâ onları aşamalı bir şekilde bu işten vazgeçirmiştir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Yine, ‘sene’ manasında 233. Ayette olduğu gibi ٱلۡحَوۡلِ kelimesi kullanılmıştır.
فَاِنْ خَرَجْنَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪ي مَا فَعَلْنَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِنَّ مِنْ مَعْرُوفٍۜ
فَ istînâfiyye, إِنۡ şartiyyedir. Cümle şart üslubunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart cümlesi ...خَرَجۡنَ müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevap cümlesi ... فَلَا جُنَاحَ ise cinsini nefyeden لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَا ’nın haberinin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. عَلَیۡكُمۡ ‘ün müteallakı bu mahzuf haberdir.
Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl مَا , mahzuf hale müteallıktır. Sılası ...فَعَلۡنَ فِیۤ أَنفُسِهِنَّ şeklindeki ibtidaî kelam olan haberî isnaddır.
Şart için mazi fiil kullanılışı, oluşa ve oluşun devamının istikrarına işaret eder. (Vakafat, S.114)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil, gelecek zaman ifade eder. (Samerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, c. 2, s. 88.)
إِخۡرَاجࣲ - خَرَجۡنَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Müstenefe cümlesidir. Lafza-i celâl mübteda, عَز۪يزٌ haber, حَك۪يمٌ۟ ikinci haberdir. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet hissettirme kastına matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı, tekrarında ise reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
عَز۪يزٌ ve حَك۪يمٌ۟ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
عَز۪يزٌ - حَك۪يمٌ۟ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
عَز۪يزٌ kelimesi çok ihtiyaç duyulur, zor ulaşılır, alternatifi yoktur şeklinde tarif edilmiştir. (İmam Gazali).
Ayetin fasılası 228. ayetin fasılasıyla aynıdır. İki cümle arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Allah, Azîz’dir. Kullarının zillete düşmesini istemez. Hakîm’dir, hikmeti ile koyduğu bu kurallara uyulduğu zaman kimse zelil olmaz.