اَللّٰهُ وَلِيُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۙ يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمُ الطَّاغُوتُۙ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اللَّهُ | Allah |
|
2 | وَلِيُّ | dostudur |
|
3 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
4 | امَنُوا | inananların |
|
5 | يُخْرِجُهُمْ | onları çıkarır |
|
6 | مِنَ | -dan |
|
7 | الظُّلُمَاتِ | karanlıklar- |
|
8 | إِلَى |
|
|
9 | النُّورِ | aydınlığa |
|
10 | وَالَّذِينَ | kimselerin |
|
11 | كَفَرُوا | inkar eden |
|
12 | أَوْلِيَاؤُهُمُ | dostları da |
|
13 | الطَّاغُوتُ | tağuttur |
|
14 | يُخْرِجُونَهُمْ | (O da) onları çıkarır |
|
15 | مِنَ | -tan |
|
16 | النُّورِ | aydınlık- |
|
17 | إِلَى |
|
|
18 | الظُّلُمَاتِ | karanlıklara |
|
19 | أُولَٰئِكَ | İşte onlar |
|
20 | أَصْحَابُ | halkıdır |
|
21 | النَّارِ | ateş |
|
22 | هُمْ | onlar |
|
23 | فِيهَا | orada |
|
24 | خَالِدُونَ | ebedi kalacaklardır |
|
Allah kullarıyla ilişkisinden iki kelime ile bahseder Kur’ânda.Veli ve mevla...Bakara suresinde her ikisi de geçer. Veli, dost yardımcı, koruyan, himaye eden demektir. Ama “tutum ve davranış” olarak. Mevla kelimesinin içinde “eylem ve hareket” vardır.
Bir önceki ayette tağutu inkar edip Allah’a iman edenin sağlam bir zincire tutunduğunu söylemişti. Sadece bir fırtınada ya da zor zamanlarda değil ilelebet Allah böyle birinin dostu, velisi olur.
Tağut da inanmayanların velisi olacaktır hatta kelime çoğul haliyle evliya olarak gelmiştir. İnananların velisi bir tek Allahtır. Yani bizi de, onları da korumak isteyen var. Ancak Muhammed suresinden biliyoruz ki onların Mevla’sı yok..
“Allah inananların mevlasıdır. Gerçeği yalanlayan nankörlerin ise hiçbir mevlası yoktur.”
ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ مَوْلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَأَنَّ الْكَافِرِينَ لَا مَوْلَى لَهُمْ
Yani korumayı isteseler de koruyamayacaklar...
Otorite içeren her türlü ikili ilişkide bir tarafın bir tarafa üstünlüğü vardır. Örneğin öğretmen-öğrenci ilişkisinde öğretmen, ebeveyn-çocuk ilişkisinde ebeveyn, patron-işçi ilişkisinde patron. Burada da Allah (veli)-iman edenler ilişkisi var. Allah iman edenlerin dostudur şeklinde geliyor cümle.
Peki tağut-inkar eden ilişkisinde? Veli tağut olduğuna göre cümle “tağut inkar edenlerin dostudur” şeklinde olmalıydı. Ama tağut cümle içinde bile olsa Allah’ın olduğu yerde olamaz. Onun için ayette tağut “mübteda muahhar” olarak gelmiştir.
Riyazus Salihin, 1020 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz. Şüphesiz şeytan, içinde Bakara sûresi okunan evden kaçar.”
Müslim, Müsâfirîn 212. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 2
Tağave- Tağaye طغو- طغي :
Mastarı طُغْيانٌ ve طَغَوانٌ olan fiil isyan ve itaatsizlikte sınırı aşmaktır. طَغْوَى sözcüğü bu kökten gelen azgınlık manasında bir isimdir.
طاغُوتٌ kelimesi ise her türlü haddi aşanlar ile Yüce Allah (cc) dışındaki tüm ibadet edilen ve tapılanları kapsar. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de çeşitli türevleriyle 39 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli Tâğut'tur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَللّٰهُ وَلِيُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۙ يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ
İsim cümlesidir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. وَلِیُّ haberdir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası ءَامَنُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. ءَامَنُوا۟ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. یُخۡرِجُهُم cümlesi وَلِیُّ ’deki gizli zamirden hal olarak mahallen mansubtur veya mübteda olan الله lafza-i celâlinin ikinci haberidir. یُخۡرِجُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مِّنَ ٱلظُّلُمَـٰتِ car mecruru یُخۡرِجُ fiiline müteallıktır. ٱلظُّلُمَـٰتِ kelimesi cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır. إِلَى ٱلنُّورِ car mecruru یُخۡرِجُ fiiline müteallıktır.
یُخۡرِجُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi خرج ’dir. İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمُ الطَّاغُوتُۙ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِۜ
وَ atıf harfidir. İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. كَفَرُوۤا۟ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
أَوۡلِیَاۤؤُهُمُ ٱلطَّـٰغُوتُ cümlesi ٱلَّذِینَ ’nin haberidir. أَوۡلِیَاۤؤُهُمُ mübtedadır. Muttasıl zamir هُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ٱلطَّـٰغُوتُ haberdir.
یُخۡرِجُونَهُم cümlesi mübtedanın veya haberin hali olarak mahallen mansubtur. یُخۡرِجُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzaridir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مِّنَ ٱلنُّورِ car mecruru یُخۡرِجُونَ fiiline müteallıktır. إِلَى ٱلظُّلُمَـٰتِ car mecruru یُخۡرِجُونَ fiiline müteallıktır.
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟
Cümle hal olarak mahallen mansubtur. İsim cümlesidir. اُو۬لٰٓئِكَ şeklindeki çoğul işaret ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. اَصْحَابُ haberdir. النَّارِ muzâfun ileyhtir.
هُمۡ فِیهَا خَـٰلِدُونَ cümlesi أَصۡحَـٰبُ ٱلنَّارِ izafetinin hali olarak mahallen mansubtur. Munfasıl zamiri هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru خَـٰلِدُونَ kelimesine müteallıktır. خَـٰلِدُونَ kelimesi haberdir. خَـٰلِدُونَ ‘nin ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.اَللّٰهُ وَلِيُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۙ يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ٱللَّهُ وَلِیُّ ٱلَّذِینَ ءَامَنُوا۟ ayeti لاانفِصاَم لها ayeti için ta’lil mevkiindedir. (Âşur)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya şamil ٱللَّهُ ismiyle gelmesi telezzüz, teberrük ve tenbih amacına matuftur.
Muzâfun ileyh olan ism-i mevsûlün sılası hudûs ifade eden mazi fiil sıygasında gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.
Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan ...یُخۡرِجُهُم مِّنَ cümlesi وَلِیُّ ’daki gizli zamirden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Allah (cc), iman edenlerin yardımcısı ya da işlerinin mütevellisidir. İman edenlerden murad, Allah'ın(cc) ezelî ve ebedî ilminde halen veya gelecekte mücmel imanları sabit olan insanlardır. Bu cümle, Allah'ın müminlere olan velayetini açıklar.
Söz konusu karanlıklar ise küfrün, günahların, şüphelerin karanlıklarıdır. Hatta buradaki "zulümat" deyimi, istidlal (sonuç çıkarma) bilgilerin bazı mertebelerinde, kuvvetli ve açık bütün zafiyet ve gizlilikleri kapsar. Nûr ise imanı, yakîn (kesin bilgi) mertebelerini gözle müşahede ve nurun diğer bütün çeşitlerini ihtiva eder. (Ebüssuûd- Elmalılı)
Yakîn, üç mertebedir: ilme'l yakîn, ayne'l yakîn, hakke'l yakîn.
Her akıl sahibi ölümün ne olduğunu bilir. Fakat bu bilgi ilme'l yakîn düzeyindedir. Son nefeste ölüm meleğini gördüğü zaman, bilgi ayne'l yakîn olur. Nihayet ölümü tattığı zaman, hakke'l yakîn hâline gelir. (Ebüssuûd)
ٱلظُّلُمَـٰتِ; dalalet yollarının çokluğuna, farklılığına ve çeşitliliğine işaret için cemi ; ٱلنُّورِۖ ise, hakkın tek ve açık olduğuna işaret için tekil gelmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1563)
ٱلظُّلُمَـٰتِ - ٱلنُّورِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı mevcuttur.
Kafirler nur içinde olmadıkları halde ayette onların nurdan çıkarıldığının söylenmesi; bir şeyi olumlayarak nefyetmek şeklindeki harika bir belâgî sanattır. Mütekellim önce olumlu bir cümle kurar, sonra mecazen bunun sebebini olumsuzlar. Kelamın batınındaki olumsuzluk hakikidir. (Mahmut Sâfî)
ٱلظُّلُمَـٰتِ - ٱلنُّورِۖ kelimelerinde tasrihi istiare vardır. Nur; İslam, sırat-ı müstakim karanlıklar ise küfür, yanlış yollardır. Doğru tek yanlış çoktur. Küfür; içinde yürüyenlerin yollarını şaşırıp saptığı karanlık gibidir. İman ise yoldan çıkanlara yol gösteren, şaşkınları doğru yola ileten nur gibidir. İmanın neticesi, naîm cennetlerine ve sevaba erildiği için aydınlıktır. Küfrün neticesi ise cehennem ve azap olduğu için karanlıktır.
Şüphesiz müminlerin derece ve mertebeleri farklı olup üç mertebede bulunurlar:
Birinci mertebede yer alanlar, müminlerin avamıdır. Allah bunları küfrün ve sapıklığın karanlıklarından çıkarıp iman ve hidayet nuruna sokmuştur. Nitekim bunlar: وَالَّذ۪ينَ اهْتَدَوْا زَادَهُمْ هُدًى [(iman etmekle) doğru yolu bulanlara gelince, Allah onlara, hidayetini artırır] (Muhammed: 17) ayetiyle işaret olunanlardır.
İkinci mertebede yer alanlar, müminlerin havassının yani imanlarında şuurlu hareket edenlerin mertebesidir. Allah bunları nefsanî ve cismanî sıfatların karanlıklarından çıkarıp, Rabbani ruhaniyetin aydınlığına kavuşturur. Bunlar için de: اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ [Onlar, iman eden ve Allah'ı anmakla kalpleri huzura kavuşan kimselerdir] (Rad: 28) buyurmuştur. Bilindiği gibi kalbin huzura kavuşması, ancak nefsani sıfatlardan arındırılıp ruhanî sıfatlarla bezenmesi ile mümkündür.
Üçüncü mertebedekiler de, havasu'l-havas adı verilen Allah'ın çok seçkin kullarıdır. Allah bunları varlıklarında ifna etmek (yok etmek) suretiyle ruhanî yaratılışlarındaki hâdislik (sonradan olma) karanlıklarından çıkarıp kurtarır. Nitekim bunlar için de şöyle buyurulmuştur: اِنَّهُمْ فِتْيَةٌ اٰمَنُوا بِرَبِّهِمْ وَزِدْنَاهُمْ هُدًىۗ [Doğrusu onlar Rablerine inanmış birtakım gençlerdi. Biz de onların hidayetini artırmıştık.] (Kehf: 13) Ayette geçen ”فِتْيَةٌ" (gençler) ifadesiyle bunlara fütüvvet nisbet ediliyor. Çünkü onlar hakkı aramak için canlarını tehlikeye attılar. Allah'a iman edip, tağutu inkâr ve reddettiler. Nefisleri (özleri ve ruhları) Allah'ın zikrinin nurlarıyla aydınlanınca, bununla ünsiyet ve yakınlık kazanıp dünya ehlinden ve ondaki şeylerden ürpermeye başlayınca, hemen yalnızlığı istediler. Nitekim Hazret-i Peygamber (s.a.v)'in de ilk zamanlardaki hali böyleydi. (Ruhu’l-Beyan)
یُخۡرِجُهُم مِّنَ ٱلظُّلُمَـٰتِ إِلَى ٱلنُّورِۖ [Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.] Onları sapkınlıklardan koruyarak, hidayet üzere kalmalarını sağlar. Burada dalalet, karanlık olarak isimlendirilmiştir. Çünkü karanlıkta hiçbir şey görülmez. Dalalette de insan doğruyu göremez. Buradaki یُخۡرِجُهُم [çıkarır] fiili sadece gelecek zaman için değildir. Geçmiş zamanda ve devam etmekte olan zamanda da aynı işin devam ettiğine delalet eder. Kâfir iken İslam’a giren bir kişi hakkında kullanılıyorsa ‘çıkarmak’ hakiki anlamda kullanılmış demektir. Mümin olarak yetişen bir kişi için kullanılıyorsa manası “dalaletten engellemek” şeklindedir. Çıkarma fiilinden mecazi olarak ve örfen anlaşılan budur. Karanlık anlamına gelen ٱلظُّلُمَـٰتِ kelimesi cemi olarak kullanılmıştır. Çünkü küfür ehli grup gruptur. Işığı ise tekil kullanmıştır, zira İslam tek dindir. Bir görüşe göre bu cümlenin manası şudur: Onları cehaletten ilme sevk eder. Başka bir görüşe göre şüpheden bilgiye götürür. Başka bir görüş ise tefrikadan birlikteliğe götürür şeklindedir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمُ الطَّاغُوتُۙ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِۜ
Cümle makabline وَ ’la atfedilmiştir. Atıfta cihet-i câmia tezattır.
Mübteda konumundaki ism-i mevsûl olan ٱلَّذِینَ ’nin sılası; كَفَرُوۤا۟ şeklindeki mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müphem yapıya sahip ism-i mevsûlün müsnedün ileyh olarak gelişi tahkir ifade eder. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.
Faide-i haber talebî kelam olan أَوۡلِیَاۤؤُهُمُ ٱلطَّـٰغُوتُ cümlesi ٱلَّذِینَ ’nin haberidir.
Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan ...یُخۡرِجُهُم مِّنَ cümlesi اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمُ ’daki هُمُ zamirinden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Kâfirlerle ilgili bu cümlede üslûbun bu şekilde değiştirilmiş olması, tâğutun ism-i celil (Allah) karşısına konulmasından sakınılması, tâğuta olan isnadın tekrarı ile maksadın daha kuvvetli ifadesi ve aynı zamanda iki fırka arasındaki ayrılığı ima yoluyla belirtmek içindir.
Yine bu cümle, tâğutun velayetini açıklar. Çıkarma fiilinin sebebiyet cihetiyle tâğuta, yaratma cihetiyle Yüce Allah'ın kudretine isnad edilmesi çelişki oluşturmaz. (Ebüssuûd)
ٱلظُّلُمَـٰتِ - ٱلنُّورِۖ ve كَفَرُوۤ - ا۟ءَامَنُوا۟ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Ayetteki ilk iki cümle arasında terdîd sanatı vardır.
Terdîd kelimesinin lügat anlamı tekrarlamaktır ve bu anlamıyla tekrar sanatına benzemektedir. Alimler tarafından farklı tarifleri yapılarak farklı örnekler verilmiştir. Bir lafzın aynı bağlamda farklı bir manayı ifade etmek üzere tekrar edilmesidir. Tarifteki farklı anlam kaydı bu sanatı tekrîrden ayırmaktadır. Burada “çıkarmak” kelimelerinin müteallakları farklıdır. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedii İlmi s.152) Dolayısıyla bu kelimenin tekrarı terdîd sanatıdır.
Bu ayette ٱللَّهُ وَلِیُّ ٱلَّذِینَ ءَامَنُوا۟ یُخۡرِجُهُم مِّنَ ٱلظُّلُمَـٰتِ إِلَى ٱلنُّورِۖ cümlesiyle وَٱلَّذِینَ كَفَرُوۤا۟ أَوۡلِیَاۤؤُهُمُ ٱلطَّـٰغُوتُ یُخۡرِجُونَهُم مِّنَ ٱلنُّورِ إِلَى ٱلظُّلُمَـٰتِۗ cümlesi arasında dokuzlu güzel bir mukabele vardır.
İman ve salih amelin Allah'ın velayetine sebep olduğunu düşünebiliriz. Fısk ve Allah'ı zikirden gaflet ise şeytanın velayetine sebep olur.
Ayette gaye ve intiha harfi إِلَى nın gelişi; bu tartışmanın doğru ve hak yoldan ne kadar uzak olduğunu belirtmek içindir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1565)
Tâgūt burada şeytanlar, kahinler, şerrin önderleri anlamındadır. Eğer cansız varlıklar olan putlar şeklinde anlaşılırsa أَوۡلِیَاۤؤُهُمُ [onların dostlarıdır] sözleri hakiki anlamının yani “karşılıklı sadakat” ve “işi üstlenme” anlamının dışına çıkar ve kâfirlerin onları dost edinmesi onların o tâgūtlara inandıkları ve yöneldikleri anlamına gelmiş olur. [Onları aydınlıktan alıp karanlığa çıkarırlar.] Eğer çıkarma gerçek anlamında anlaşılırsa iman ettikten sonra kâfir olanlar anlaşılır. Bu da tâgūtların onları hak dinden çıkarmaları onları davet etmeleri ve çeşitli sebeplerle onları hak yoldan saptırmalarıyla gerçekleşir. Putların onları yoldan çıkarmaları ise sebep olma yoluyladır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. أُو۟لَـٰۤىِٕكَ ‘nin tekrarlanması ateş ashabına dikkat çekmek için yapılmış ıtnâbtır.
أَصۡحَـٰبُ ٱلنَّارِۖ [Nâr ashabı] ifadesinde tehekküm istiaresi vardır. Nârda kalışları, arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.
Müsnedin أَصۡحَـٰبُ ٱلنَّارِۖ şeklinde izafetle marife olması, az sözle çok şey anlatmak ve muzâfı tahkir içindir.
هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟
Ayetin fasılası hal-i müekkide olarak fasılla gelmiştir. Ateş ashabının halidir. Hal cümleleri ıtnâb sanatıdır. Faide-i haber talebî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur, amiline takdim edilmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. Onların sonsuza kadar kalışları oraya, ateşe has kılınmıştır.
خَالِدُونَ lafzı, ism-i faildir. İsmi fail, mef’ûl ve masdar zamandan bağımsızdır. Aslında uzun bir zaman dilimi demektir, ama daha çok çokluktan kinaye olarak “kalıcı” anlamında kullanılır. Üstelik bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir.
Onların ateş halkı ve ebedi kalıcı olma özelliklerinin belirtilmesinde taksim sanatı vardır.
Hal cümlesinin و ’sız gelmesi, onların ateşte kalışlarının hal-i müekkide olduğunu ifade eder. Yani bu onların sabit bir vasfıdır. Sahibinden ayrılmayan sabit bir vasıf kasdedildiği zaman mesela, هذا اخوك عطوف (Bu, çok şefkatli kardeşindir) cümlesinde olduğu gibi uzunluk, kısalık, esmerlik, sarışınlık vs. sabit vasıfların ifade edildiği hal cümleleri böyledir. Bunlar her zaman ''و '' sız gelir.
ٱلَّذِینَ , أَوۡلِیَاۤؤُهُمُ , یُخۡرِجُونَهُم , مِّنَ , ٱلنُّور , إِلَى , ٱلظُّلُمَـٰتِۗ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
هُمۡ فِیهَا خَـٰلِدُونَ sözü tehdit ve uyarıdır. müminlere vaad edilenin belirtilmemesi belki de şanlarının yüceliğindendir. (Beyzâvî)